Geçiş Dönemi Adaleti Hakkında

Transitional_Justice_Wordcloud

Geçiş Dönemi Adaleti*

Geçiş dönemini adaleti, daha demokratik, adil ve barışçıl bir gelecek inşa edebilmek amacıyla toplumların geçmişte yaşanmış insan hakları ihlalleri, büyük ölçekli katliamlar ya da başka türden şiddetli toplumsal travmalarla yüzleşmelerine odaklanmış bir etkinlik ve araştırma alanını ifade eder.

Bu kavram genellikle, büyük siyasi dönüşümlerin parçası olarak geçmişle yüzleşme çerçevesi şeklinde anlaşılır. Birbirini tamamlayıcı özellikte bir dizi adli veya gayrı-adli stratejileri kapsar; örneğin, faillerin yargılanması, hakikat komisyonlarının kurulması ve geçmişin sorgulanması için farklı yöntemler, parçalanmış toplumlarda uzlaşma sağlamaya yönelik çabalar, şiddet veya ihlallerden en fazla etkilenenler için tazminat paketlerinin geliştirilmesi, mağdurların anılması ve hatırlanması, gelecekte yaşanabilecek ihlallerin önlenmesi amacıyla ihlallerin kaynağı olmuş devlet kurumlarının (örneğin güvenlik kuvvetleri, polis veya ordu) ıslah edilmesi.

Geçiş dönemi adaleti, (yerel koşulların bunu destekliyor olması halinde) geçmişle yüzleşilmesi gerektiği yolundaki normatif argümanını iki kaynağa dayandırır. Birincisi, insan hakları hareketi bu alanın gelişimini ciddi ölçüde etkilemiş, mağdurları merkeze alan bir yaklaşım benimsemesinde etkili olmuştur. Geçiş dönemi adaleti uygulayıcıları mağdurların, kurtulanların ve mağdurların ailelerinin hakları ve kaygıları ile uyumlu olduğunu düşündükleri stratejileri takip ederler.

Bir diğer meşruiyet kaynağı ise uluslararası insan hakları hukuku ve insancıl hukuktur. Uluslararası hukuktan hareketle, geçiş sürecindeki devletlerin belli yasal yükümlülükleri olduğunu, bunların arasında devam eden insan hakları ihlallerinin durdurulması, geçmişte işlenen suçların soruşturulması, insan hakları ihlallerinden sorumlu olanların tespit edilmesi, sorumlulara yaptırım uygulanması, mağdurların uğradıkları zararların tazmin edilmesi, yeni ihlallerin yaşanmasının önlenmesi, barışın sağlanması ve korunması ile bireyler arasında ve ulusal düzeyde uzlaşmanın teşviki vardır.

Geçiş Dönemi Adaletinin Tanımlanması

Geçiş dönemini adaletinin özünde geçiş ve adalet kavramları arasında bir bağ kurulması vardır. İfadenin etimolojisi belirsiz olsa da, 1992’de Neil Kritz’in editörlüğünde alana dair ilk ve önemli metinlerin derlendiği, Transitional Justice: How Emerging Democracies Reckon with Former Regimes başlıklı üç ciltlik yayın bir terim olarak yerleştiğinin göstergesidir. Terimin kendisi aslında yanıltıcıdır, zira kısıtlanmış ya da zayıflatılmış bir tür adaletten ziyade “geçiş süreci sırasında adalet” kastedilir.

Geçiş dönemi adaletinin kendine özgü bir takım özellikleri vardır. İlki adalet kavramına ilişkindir. Bu alan faillerin yargılanmasını buyuran uluslararası hukuk ilkelerine dayanıyor olsa da, tazminat programları ve hakikat arama mekanizmaları gibi daha geniş adalet biçimlerini de kapsar.

İkinci temel kavram da geçiş dönemidir ki, o da otoriter ya da baskıcı bir rejimden demokratik veya seçime dayalı yönetime doğru bir rejim değişikliği veya çatışmadan barış veya istikrara geçiş türünden kapsamlı bir siyasi dönüşümü anlatır. Geçiş dönemleri uzun süreçler olarak düşünülse de, Şili’de (1990), Doğu Timor’da (2001), Guatemala’da (1994), Polonya’da (1997), Sierra  Leone’de (1999) ve Güney Afrika’da (1994) olduğu gibi kritik tarihsel anlara da vurgu yapılır. Bir toplum “yeni bir sayfa açtığında” ya da “yeni bir başlangıç yaptığında”, geçiş dönemini adaleti mekanizmaları bu sürece destek verir.

Geçiş dönemi adaleti çerçevesi, geçiş dönemlerinin karmaşık süreçler olduğunun, yeni ve yaratıcı demokratik stratejiler için hem fırsat sunup hem de engeller çıkardığının farkındadır. Örneğin geçiş dönemini başlatan anlaşma narin bir barış veya kırılgan bir demokrasi üretmiş olabilir. Mevcut yargı sistemi zayıf, yozlaşmış ya da etkisiz olabilir. Bir geçiş döneminde, örneğin faillerin sayısının yargı sisteminin soruşturma kapasitesini aşacak ölçüde çok olması adaleti sınırlayabilir. Benzer şekilde, hikayelerini anlatmak veya maddi tazminat almak arzusundaki mağdurlar ve kurtulanların sayısı çok fazla olabilir. Müzakereler sonucunda eski rejimle bağlantılı faillere yönelik af türünden yasal ve anayasal kısıtlamaların varlığı soruşturmaların kapsamını sınırlayabilir. Yeni oluşan demokratik kurumlarda otoriter boşluklar ya da eski dönemin güçlülerinin süregiden nüfuzu söz konusu olabilir. Bu durumlarda geçiş dönemi adaleti, bir siyasi dönüşüm sırasında çok sayıda zorunluluğun söz konusu olduğuna, kapsamlı adaletin, demokrasi, istikrar, eşitlik ve mağdurlara ve ailelerine karşı hakkaniyet gibi başka önemli değerlerin de söz konusu olduğu bir ortamda aranması gerektiğine dair bir farkındalığı gerektirir.

Bir Alanın Gelişimi

Bu alanın köklerini İkinci Dünya Savaşı’nın bitimindeki Avrupa’da bulabiliriz (örneğin, Nürnberg’deki Uluslararası Askeri Mahkeme ve Almanya’daki Nazilerden arındırma programları). Ancak, geçiş dönemi adaleti çerçevesinin tutarlı bir nitelik kazanması yirminci yüzyılın son yirmi beş yılında olmuştur. Özellikle Yunanistan’da (1975) ve Arjantin’de (1983) askeri cunta üyelerinin yargılanması, böylece ulusal yargı sistemlerinin geçmiş ihlallerin azmettiricilerini suçlarından ötürü yargılayabilmiş olmaları başlangıç olmuştur.

Latin Amerika’nın Güney kısmındaki hakikat arama girişimleri –örneğin, Arjantin Kayıplar Hakkında Ulusal Komisyon, Uruguay’da hükümet dışı örgütlerin Uruguay: Never Again, and the Chilean Truth and Reconciliation Commission başlıklı, çok satanlar arasına girmiş bir raporla sonuçlanan girişimleri- “mutlak, vazgeçilemez bir değer” olarak hakikat düşüncesine dayanarak geçiş döneminde kapsamlı adaletin gerçekleşmesi imkanlarını genişletmiştir (Zalaquett, 1993, s. xxxi). Arjantin ve Şili’nin mağdurlara farklı biçimlerde tazminat sunma çabaları da insan hakları ihlallerinin mağdurları için adaletin tesis edilmesinde önemli katkılar sağlamıştır.

Bu gelişmeler mümkün olmuştur, çünkü demokrat aktivistler ve devlet kurumları içindeki müttefikleri geçmişle yüzleşmek için yeni ve yaratıcı yollar aramıştır. Bu amaçla, yeni gelişen geçiş dönemi adaleti çerçevesini, yeni demokrasileri güçlendirmenin ve insan hakları hareketinin hem ülke içinde hem de uluslararası düzeyde dile getirdiği ahlaki ve yasal yükümlülükleri yerine getirmenin bir yolu olarak geliştirmeye başladılar.

Doğu Avrupa’da eski istihbarat servislerinin arşivlerinin açılması yoluyla (örneğin Almanya’da 1991 tarihli Stasi Arşivleri Yasası) geçmiş ihlallerle yüzleşme çabaları da geçiş dönemi adaletinin nasıl sağlanabileceği tartışmalarına katkı yaptı.

Güney Afrika’da, Latin Amerika ve Doğu Avrupa deneyimlerinden (Boraine, Levy ve Scheffer 1997) hareketle 1995’te, geçmişte yaşanmış insan hakları ihlallerini soruşturacak bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Bu tarihten itibaren hakikat komisyonları geçiş dönemi adaletinin geniş kabul gören araçları oldu ve Doğu Timor, Gana, Peru ve Sierra Leone gibi pek çok ülkede komisyonlar kuruldu. Bu komisyonların her biri önceki modellerden farklıdır ve çoğunda önemli yenilikler getirilmiştir.

Eski Yugoslavya ve Ruanda için geçici mahkemelerin kurulması, demokrasiye geçiş süreçlerini güçlendirmek amacıyla tasarlanmış olmasalar da, geçiş dönemi adaleti hukukunu güçlendirmiş ve hesap verebilirlik açısından gözle görülür zaferler kazanmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesinin onaylanması geçiş dönemi adaletinin tarihinde son derece önemli bir adımı teşkil eder.

1990’ların sonunda ve 2000’lerin başlarında Şili’de ve Guatemala’da insan hakları ihlallerinin faillerinin yargılanmasına yönelik çabalar ulusal düzeyde cezai hesap verebilirlik hareketlerine güç katmış, uluslararası ölçekte de bu yaklaşımın içerdiği potansiyelin sergilenmesinde etkili olmuştur.

Geçmişte Yaşanmış İhlallere Kapsamlı Yaklaşım

Yirmibirinci yüzyılın ilk on yılı itibariyle akademisyenler ve uygulamacılar arasında, geçiş dönemi adaleti çerçevesinin temel unsurları hakkında giderek artan bir görüşbirliği vardır. Bu çerçevenin benimsediği genel kabul, yerel bağlamın özgün niteliklerine de bağlı olarak, geçmişteki insan hakları ihlalleriyle yüzleşmeye yönelik ulusal stratejilerin hesap verebilirliğe, dokunulmazlıklara son verilmesine, devlet-vatandaş ilişkilerinin yeniden tesisine ve demokratik kurumların inşasına katkı yapabileceğidir. Ardından böylesi bir ulusal stratejinin kritik siyasi bir bağlamda kapsamlı adalete katkı yapmak çabasıyla aşağıdaki tamamlayıcı yaklaşımları dikkate alması önerilir:

Ulusal düzeyde, karma uluslararası bir mahkemede (örneğin Sierra Leone için Özel Mahkeme) veya UCM gibi uluslararası bir mahkemede olsun, faillerin yargılanması.

Hakikat komisyonlarının kurulması, ya da kapsamlı tarih araştırmaları, mağdurların ifadelerinin ve sözlü tarihlerinin derlenmesi, adli tıp antropologlarının kurbanların ölümlerinin tam olarak nasıl gerçekleştiğini belirleme çabalarına destek verilmesi, veya öldürülmüş olanların mezarlarının açığa çıkarılması türünden ulusal girişimler yoluyla geçmiş hakkında hakikatin tespit edilmesi.

Mağdurların gereksinimlerini veya ahlaki yükümlülükleri gözeten,  maddi tazminatların yanı sıra çeşitli sağlık (fiziksel ve zihinsel) ve eğitim destekleri ile resmi özür gibi simgesel uygulamaları da içeren tazminat politikalarının belirlenmesi.

Anıtlar ve müzeler kurulması için mağdurlara danışılması, eski tutuklama merkezleri türünden kamu mekanlarının anıt parklara ve tanıtıcı mekanlara çevrilmesi ve geçmiş hakkında yapıcı bir toplumsal diyaloğun teşvik edilmesi türünden uygulamalar aracılığıyla mağdurların hatırlanması ve onurlandırılması.

Uzlaşma girişimleri geliştirilmesi, bu amaçla örneğin iyileşme ve yaraların kapanması için neye ihtiyaç duyduklarının belirlenmesi amacıyla mağdurlarla işbirliği yapılması ve adaletten ve faillerin hesap vermesi ilkesinden taviz vermeksizin, geçmişte çatışmanın tarafı olanların barış içinde bir arada yaşamasının sağlanması.

İhlallerin gelecekte tekrarını engellemek, devlet ile toplum arasında adil ve işleyen kurumlar temelinde ilişkiler tesis etmek için, güvenlik kuvvetleri veya polis gibi geçmişinde ihlal eylemleri bulunan kurumların ıslah edilmesi.

Ayrıca Bakınız

Şili; Doğu Timor; El Salvador; Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi; Tazminatlar; Sierra Leone; Hakikat Komisyonları

Transitional Justice: How Emerging Democracies Reckon with Former Regimes, Vols. I–III. Washington, D.C.: U.S. Institute of Peace Press.

Mendez, Juan E. (1997). “Accountability for Past Abuses.” Human Rights Quarterly 19:255.

Nino, Carlos S. (1996). Radical Evil on Trial. New Haven, Conn.: Yale University Press.

Zalaquett, Jose (1993). “Introduction to the English Edition.” içinde Chilean National Commission on Truth and Reconciliation: Report of the Chilean National Commission on Truth and Reconciliation, çev. Phillip E. Berryman. South Bend, Ind.: University of Notre Dame Press.

* Louis Bickford, The Encyclopedia of Genocide and Crimes Against Humanity (Macmillan Reference USA, 2004),  cilt 3, s.1045-1047.


Geçiş Dönemi Adaleti Nedir? **

Geçiş dönemi adaleti sistemli ve yaygın insan hakları ihlallerine verilen bir yanıttır. Mağdurların tanınmasını, barış, uzlaşma ve demokrasi imkanlarının geliştirilmesini amaçlar. Geçiş dönemi adaleti özel bir adalet biçimi değil, adaletin, yaygın insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir dönemin ardından kendi kendisini dönüştürmekte olan toplumlara uyarlanmış halidir. Kimi durumlarda bu dönüşümler aniden olur, bazılarında ise yıllarca sürer.

Bu yaklaşım 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında, daha çok Latin Amerika ve Doğu Avrupa’daki siyasi değişimlerin ve bu bölgelerdeki adalet taleplerinin sonucunda ortaya çıkmıştır. O yıllarda insan hakları aktivistleri ve diğerleri eski rejimlerin sistemli ihlallerini gündeme getirmek, ancak bunu sürmekte olan siyasi dönüşümleri tehlikeye atmaksızın yapmak istediler. Bu değişiklikler yaygın şekilde “demokrasiye geçiş” olarak adlandırıldığından, yeni gelişen bu disiplinlerarası alana da “geçiş dönemi adaleti” ismi verildi.

Buradaki devletler geçiş dönemi adaletinin temel yaklaşımlarının çoğunu benimsediler. Bunlar şu girişimleri kapsamaktadır:

Cezai takibatlar: İnsan hakları ihlallerinden sorumlu olanlar hakkında yürütülen adli soruşturmalardır. Savcılar genellikle “büyük balıkların”, yani kitlesel veya sistemli suçlardan en fazla sorumlu olduğu düşünülen şüphelilerin soruşturulmasına öncelik verirler.

Hakikat komisyonları: Bu araştırma komisyonlarının öncelikli amacı yakın geçmişte yaşanmış ihlallerin soruşturulması ve kaydedilmesidir. Çoğunlukla, bu türden ihlallerin tazmini ve tekrarının önlenmesi için tavsiyelerde bulunan resmi devlet birimleridir.

Onarım programları:Geçmişte yaşanan ihlallerin yol açtığı maddi ve ruhsal (moral) hasarın tamirine yardımcı olan devlet destekli girişimlerdir. Mağdurlara maddi ve sembolik unsurlar içeren destekler dağıtır; bu destekler maddi tazminatlar ve resmi özürler içerebilir.

Toplumsal cinsiyet adaleti: Bu girişimler cinsel veya toplumsal cinsiyet temelli şiddetin dokunulmazlığına karşı çıkar ve insan hakları ihlallerine karşı kadınların eşit ölçüde tazminata erişimini sağlar.

Güvenlik sistemi reformu: Bu girişimler ordu, polis, yargı ve bağlantılı devlet kurumlarını baskı ve yozlaşmanın araçlarından kamusal hizmet ve bütünleşmenin araçlarına dönüştürmeyi amaçlar.

Anma girişimleri: Mağdurların kamusal hafızasını koruyan ve tekrarlanmaları karşısında bir duvar örmek amacıyla geçmişteki ihlallere dair ahlaki bilinci artıran müzeleri ve anıtları içerir.

Yukarıdaki girişimlerin geçiş dönemi adaleti çabaları için bir temel teşkil ettiği yaygın kabul görse de, bu liste nihai değildir. Pek çok toplum geçmişteki ihlallere dair farklı, yaratıcı yaklaşımlar geliştirmiştir, zaman içinde bu alanın güç ve çeşitlilik kazanmasının bir nedeni de budur.

Bütünsel Bir Yaklaşım

Yaygın insan hakları ihlalleri ile uğraşmak büyük pratik zorluklar içerir. Ülkedeki siyasi denge hassas bir noktada olabilir, hükümet geniş kapsamlı girişimler yürütmeye istekli olmayabilir, ya da kendi istikrarını tehlikeye atmadan bunu yapması mümkün olmayabilir.

Geçmiş ihlallerden kaynaklanan çok sayıda sorun genellikle tek bir eylemle çözülemeyecek kadar karmaşıktır. Davalar da dahil olmak üzere, yargı uygulamalarının yetersiz kalması mümkündür: Binlerce, hatta yüzbinlerce mağdur veya fail varsa, mahkemelerde hepsine adil davranılması nasıl mümkün olur, özellikle de bu mahkemelerin zayıf veya yozlaşmış olduğu durumlarda? Mahkemeler hak eden herkesi soruşturabilecek durumda olsa bile, hasar görmüş toplumsal dokunun yeniden inşa edilmesi için başka girişimlere de ihtiyaç vardır.

20 yıllık uygulamaların ardından, deneyimler bize göstermektedir ki, geçiş dönemi adaletinin etkili olabilmesi için birbirini tamamlayan bir dizi uygulamayı içermesi gerekir. Çünkü kendi başına hiçbir uygulama, diğerleriyle birleştiği durumdan daha etkili değildir.

Örneğin hakikatin ifade edilmesi ya da tazminat girişimleri olmaksızın, az sayıda failin cezalandırılması bir tür siyasi intikam olarak görülebilir. İhlalleri gerçekleştirenlerin cezalandırılması ve kurumsal reformların yapılması girişimleri eşlik etmeksizin, hakikatin ifade edilmesi sadece sözlerden ibaret görülebilir. Yargılamalarla veya hakikatin ifade edilmesiyle birleşmemiş tazminatlar ise “kan parası”, mağdurların sessizliğini ya da muvafakatını satın alma girişimi olarak algılanabilir. Benzer şekilde, mağdurların meşru adalet, hakikat ve tazminat beklentilerini karşılamaksızın kurumların ıslah edilmesi, hesap verebilirlik açısından etkisiz olmakla kalmaz, kendi amaçları açısından da başarılı olması mümkün değildir.

Geçiş dönemi adaletinin, kitlesel ihlal dönemlerinin ardından toparlanmaya çalışan toplumların başlıca hedefleri olan demokrasiyi ve barışı destekleyecek şekilde tasarlanması da aynı ölçüde önemlidir. Mağdur grupların ve halkın görüşlerinin alınması ve katılımı halinde bu hedeflere ulaşmak daha mümkün olacaktır. Bir toplumun tercihleri, benzer dönemlerden geçmiş başka toplumların deneyimlerinin ayrıntılı incelemesinden yararlanıldığında daha etkili olur. Böylece kaçınılabilecek hataların tekrarı ihtimali azalır, zira geçiş dönemindeki toplumların böylesi hataları kaldırması zordur.

Nihayet, bütünsel bir yaklaşım ihlallere katkıda bulunmuş olabilecek tüm etkenlerin dikkate alınmasını gerektirir.

Kadınların ve erkeklerin çatışmaları ve insan hakları ihlallerini nasıl farklı deneyimlediklerini araştıran bir toplumsal cinsiyet adaleti yaklaşımı merkezi bir unsur olmalıdır. Toplumsal cinsiyet adaletini gerçekleştirmek, toplumsal cinsiyet temelli şiddetin yargılanmasını, çeşitli kadın gruplarına ve ailelerine tazminat dağıtılmasını, kadınların yaşadıklarını yansıtan anıtları ve kadınların insani güvenlik ihtiyaçlarına hizmet eden ve adalete erişimini teşvik eden kurumsal reformları içerir.

Uluslararası Hukukta Geçiş Dönemi Adaleti

Geçiş dönemi adaleti alanı genişleyip çeşitlendikçe, uluslararası hukukta da önemli bir zemin kazandı. Geçiş dönemi adaletinin dayandığı hukuki zeminin bir parçası 1988’de Inter-Amerikan Devletleri İnsan Hakları Mahkemesinin Velásquez Rodríguez’e karşı Honduras davasında aldığı karardır. Bu kararda Amerikan Devletleri Mahkemesi tüm devletlerin insan hakları alanında temel yükümlülükleri olduğunu tespit etmiştir. Bu yükümlülükler şunlardır:

  • İnsan hakları ihlallerinin engellenmesi için makul adımların atılması;
  • Gerçekleşen ihlaller hakkında ciddi soruşturma yürütülmesi;
  • İhlallerin sorumlularına uygun yaptırımlar uygulanması;
  • İhlallerin mağdurlarına tazminat sağlanması.

Bu ilkeler mahkemenin sonraki kararlarında da açıkça tekrarlanmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve BM’nin İnsan Hakları Kurulu ve diğer birimlerinin kararlarında da desteklenmiştir. 1998’de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluşu da önemlidir, zira Mahkemenin kuruluş kanunu, dokunulmazlıklara karşı mücadele ve mağdurların haklarına saygı açısından, devletlerin yükümlülüklerini hayati önemde bulmaktadır.

İleriye Bakmak

Otoriter yönetimlerin sona erdiği Arjantin ve Şili’den, temel sorunun barışın desteklenmesi olduğu Bosna-Hersek, Liberya ve Kongo Demoratik Cumhuriyeti gibi toplumlara geçildiğinde karşılaşılan pratik zorluklar yenilikleri şart kılmıştır. Etnik temizlik ve yerinden edilme, eski savaşçıların topluma yeniden kaynaşması, topluluklar arasında uzlaşma ve barış inşasında adaletin rolü önem kazanan yeni meselelerdir.

Geçiş dönemi adaleti uygulayıcıları yerel ya da “geleneksel” adalet uygulamalarına da giriştiler. Sierra Leone ve Uganda gibi bazı ülkelerde topluluklar, savaşan taraflar arasında uzlaşmayı desteklemek veya eski savaşçıları topluma yeniden kaynaştırmak için geleneksel ritüelleri kullanmak isteyebilirler. Böylesi durumlarda, geçiş dönemi adaletinin rolü, ritüeli kapsarken başka geçiş dönemi adaleti uygulamalarının kullanımı olasılığını da dışlamayan bütünsel bir yaklaşımın benimsenmesini sağlamaktır.

Sonuçta büyük ölçekli insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir geçmişle yüzleşmenin tek bir formülü yok. Tüm geçiş dönemi adaleti yaklaşımları insan haklarının evrenselliği inancını temel alır. Ama nihayetinde her toplumun kendi yolunu seçmesi gerekir, hatta  şarttır.

** Kaynak: www.ictj.org