700. hafta buluşmasından bu yana ağır baskı altında olan, Galatasaray Meydanı’na çıkmasına izin verilmeyen, haklarında soruşturmalar açılan Cumartesi İnsanları, 25 Temmuz 2020’ye denk gelen 800. Hafta buluşmasında da meydana ulaşamadı. Meydana karanfil bırakmak isteyen temsilcileri gözaltına alındı. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri ile 25 yıldır süren mücadele, kayıp yakınlarının talepleri ve bir hafıza mekânı olarak Galatasaray Meydanı üzerine konuştuk.
30 Ağustos dünyada zorla kaybedilenleri anma günü. Cumartesi insanları 800. haftayı da geride bıraktı. Zorla kaybedilenler açısından bugün durum ne?
Zorla kaybedilenler konusunda tabii ki 25 yılı aşkın zamandır devam eden mücadelede önemli kazanımlar elde edildi. Sistemli mücadele başladıktan kısa süre sonra gözaltında kaybetme olayları azalmaya başlamış, ‘90 sonlarına doğru gözaltında kaybetme suçunun önüne geçilmesi mümkün olmuştu. Bu önemli bir kazanımdı. Devamında, sonuçta beraat ettirilmiş olsalar da JİTEM davalarında failler yargı önüne çıkarıldı. Kaybedilenlerden kimilerinin kemiklerine ulaşıldı. Cemil Kırbayır dosyasında devletin 31 yıl sonra inkârdan vazgeçmek zorunda kalması da bu mücadelenin kazanımı. Ancak devlet o tarihlerde bu suçları işlemekten vazgeçmek zorunda kalmışsa da son yıllarda yeniden bu suçu işlemeye başlamıştır. Bu durum mücadelenin gerilediği biçiminde yorumlanamaz, ancak devletin giderek otoriterleşmesi ve hukuk dışına çıkmış olması ile ilişkilendirilebilir. Tespit edilebildiği kadarıyla, gözaltında kaybedilen bin kadar kişi halen bulunmayı bekliyor, halen adalet bekliyor.
İnsan hakları savunucuları ve Cumartesi İnsanları’nın zorla kaybedilenler konusunda talepleri nedir?
Bir cümle ile kayıpların bulunması ve faillerin cezalandırılmasını istiyorlar diyebiliriz. Bu üst başlık altında “hakikat ve adalet”, “yüzleşme”, “hafıza mekanlarının korunması”, “zorla kaybetmenin önlenmesi”, “cezasızlığa son verilmesi”, “TCK 77. Maddenin gözaltında kaybetme suçunu da kapsar şekilde Roma Statüsündeki insanlığa karşı suç tanımına uygun olarak yeniden düzenlenmesi”, “zamanaşımı gerekçesiyle dosyaların kapatılmaması”, “Kişilerin Zorla Kaybedilmekten Korunmasına Dair BM Sözleşmesinin imzalanması”, “toplu mezarların usulüne göre açılması ve kimliklendirme çalışmalarının yapılması”, “Minnesota Protokolü’nün kabulü”, “Galatasaray Meydanı gibi hafiza mekânlarının Cumartesi İnsanlarına açılması”, “Kaybedilenlerin 1. derece yakınları yaşlanarak hayatlarını kaybettiklerinden, talep edenleri kapsayacak şekilde kimliklendirmede işlev görecek bir DNA bankası oluşturulması” gibi talepleri var.
Cumartesi İnsanları, 700. hafta ve sonrasındaki gibi ağır bir engelleme ile 1998’de karşılaşmış, hatta bir süre buluşmalara ara verilmek zorunda kalınmıştı. İki dönem arasında yaşanan iklim açısından nasıl benzerlikler kurarsınız?
‘95-98 arasında neredeyse her hafta ağır saldırılarla karşılaştı kayıp yakınları ve Cumartesi İnsanları. Her hafta gözaltı olurdu ve gözaltı sayısı yüzleri aşardı. Ama inatla devam etti mücadele. Hatta Cumartesi İnsanlarından kaybedilenler oldu o tarihlerde. Buna rağmen geri adım atılmadı. Ancak yaklaşık son 30 hafta çok daha ağır saldırılara maruz kalınınca kayıp yakınları durumu değerlendirip oturmalara ara vermeyi ve diğer mücadele araçlarına ağırlık vermeyi kararlaştırdı. Bugün de ‘98 benzeri bir baskı ve tahammülsüzlük söz konusu ancak kayıplara karşı mücadelenin vardığı aşama ve kazandığı meşruiyetin gücü çok daha fazla. Bu yüzden de cumartesi eylemlerine ara verilmesi gibi bir tartışma ya da öneri yok. Tüm kayıp yakınları mücadelede olduğu gibi bu eylemde de ısrarını sürdürüyor.
Zaman zaman iktidar sözcüleri bu mücadeleyi karalayan beyanlarda bulunsalar da, yüz yüze yapılan neredeyse tüm görüşmelerde kayıp yakınlarının taleplerinin haklı olduğu yönünde tavır gösterdikleri bir gercek. 800. hafta öncesi yapılan görüşmelerde kayıp yakınlarının Galatasaray Meydanı’na karanfil bırakmasının pek tabii hakları olduğu yönündeki beyanlar gibi. Ancak iş kamuoyu önünde görüş açıklamaya gelince, bu söylemler yerini resmi söylemlerle değiştiriyor biliyorsunuz.
Cumartesi İnsanları’na yönelik engelleme, soruşturma ve dava dalgasını, devletin gözaltında zorla kaybetme pratiğine yeniden sahip çıkması olarak değerlendirmek mümkün mü?
Devlet her daim bu mücadeleyi kriminalize etmeye çalıştı. Kayıp yakınlarına davalar, soruşturmalar açtı çok sayıda. Yine de son dönemde devletin gözaltında kaybetme pratiğine geri dönmüş olması ile Cumartesi İnsanları’na yönelik saldırıların artması arasında tabii ki bir paralellik kurulabilir.
700. haftadan bu yana buluşmalara katılan, metinleri okuyan kaç kişiye soruşturma veya dava açıldı? Neyle suçlanıyorlar?
Metinleri okuyan, konuşma yapan ve okuyanın yanında duranlara açılan soruşturmalar oldu bu süreçte. Bize ulaşan bilgiye göre 6 kişiye açılan bir soruşturma dışında, 4 ayrı soruşturma daha açıldı. Bu sayıya eylemlere müdahale sırasında gözaltına alınanlara açılan soruşturmalar da eklenebilir.
Galatasaray Meydanı, Cumartesi İnsanları tarafından inşa edilmiş bir hafıza mekânı. Daha önce gözaltında zorla kaybetmelere yönelik bir hafıza yok meydanda. Galatasaray Meydanı’nı bir hafıza mekânı olarak kaybetme endişesi taşımalı mıyız?
Galatasaray beyinlerde, yüreklerde tescillenmiş bir hafıza mekânı. Kayıplarla buluşma mekânı olarak da adlandırıyor kayıp yakınları. Cumartesileri saat 12.00’de, kaybedilenlerle yakınları, onları ararken yaşamını yitirenler meydanda buluşuyorlar. Bu kuvvetli bir his, o yüzden değeri büyük. Bu yüzden meydanın manen kaybedilmesi imkânsız.
100 haftayı aşkındır devletin ağır silahlı polisler, zırhlı araçlar ve bariyerlerle meydanı ablukaya alması da bir yandan bir çaresizliğin işareti aslında. Onlar da meydanın manevi değerinin farkında. Cumartesi meydanında suçlarının her hafta yüzlerine vurulmasından rahatsız olanlar, kayıp yakınlarına uygulanan zulmün, işkencenin dozunu meydanı yasaklayarak daha da arttırmış durumda. Ama her hafta tekrar edildiği üzere son kayıp bulunana, son fail cezalandırılana kadar bu mücadele devam edecek. Ne pahasına olursa olsun.