Zorla kaybetmelere ilişkin geçtiğimiz yıl boyunca dünyanın farklı ülkelerinde çeşitli gelişmeler yaşandı.
Zorla kaybetme dünyanın hemen her yerinde bir sindirme ve yok etme politikası olarak kullanıldı. Sanılanın aksine bu politikanın tek uygulayıcıları diktatörlükler değil. Bugün bazı demokratik hükümetler de bu suçu işlemeye devam ediyor. Öte yandan hak savunucularının ve kurban yakınlarının verdiği mücadele de sürüyor. Bu mücadele sayesinde devletler hakikat, adalet ve onarım yolunda bazı adımlar atmak zorunda kaldı. International Center for Transitional Justice (Geçiş Dönemi Adaleti için Uluslararası Merkez/ ICTJ) Başkan Yardımcısı Paul Seils zorla kaybetmeyi “bir bireyi kaybederek temel haklarının çoğunun çiğnenmesi kadar devlet gücünün bu nebze korkakça ve korkunç bir şekilde kötüye kullanıldığı bir durumu tasavvur etmek güç,” diye niteliyor. Zorla kaybetmelere ilişkin geçtiğimiz yıl boyunca dünyanın farklı ülkelerinde aşağıdaki gelişmeler yaşandı:
Savcı Baltazar Garzon, iç savaş ve sonrasında Faşist Franco yönetimi dönemindeki 114 bin kayıp vakasının akıbetini soruşturuyordu. Bu soruşturma nedeniyle Garzon hakkında ‘yetkisini aşmak’ suçlamasıyla açılan dava 24 Ocak’ta başladı. Garzon’un açtığı soruşturmayla 1977’de ilan edilen af yasasını ihlal ettiği iddia ediliyor. Uluslararası insan hakları örgütleri Garzon’un yargılanmasını bir skandal olarak değerlendirdi.
İç savaş sırasında kaybolan veya kaybedilen 17 bin kurbanın aileleri tarafından hazırlanan bir yasa tasarısı 22 Şubat’ta kamuoyuna açıklandı. 1975-90 arasındaki savaş sırasında kaybedilen kişiler için yürütülen uzun bir mücadelenin ardından insan hakları savunucuları ve kayıp yakınları bir yasa teklifi üzerinde çalışmaya başlamıştı. 31 maddeden oluşan teklif kayıpların akıbetini araştırmak için özerk bir Kayıplar Enstitüsü’nün kurulmasını öneriyor. Yasa teklifinde ayrıca kayıp davalarına bakması için üst düzey bir hâkimin Yüksek Yargı Konseyi tarafından atanması da öngörülüyor.
Yıllarca parlamentonun dokunulmazlık zırhı ardına saklanan eski diktatör General Efraín Ríos Montt şubat ayında yargılanmaya başladı. Ríos Montt’un Mart 1982 ve Ağustos 1983 arasında binlerce insanın kaybedilmesinin de arasında bulunduğu insanlığa karşı suçlardan ve Mayaların soykırımından sorumlu olduğu belirtiliyor. 1954’te demokratik hükümeti deviren askeri yönetimle isyancılar arasında 1960-96 yıllarında devam eden iç savaşta 200 bin insan yaşamını yitirdi. Guatemala hükümeti, 2004’te Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesi’nde, 1982’de 260 kişinin öldürüldüğü Sánchez Planı katliamı davasında askeri diktatörlüğün bir soykırım yürüttüğünü kabul etmişti. Bu ağır mirasla baş etmeye çalışan ülkede Ríos Montt’un yargılanması cezasızlığın son bulması yönünde bir umut doğurdu.
Arjantin’in eski diktatörü General Videla binlerce insanın kaybedilmesi ve öldürülmesinden sorumlu olduğunu ilk defa kabul etti. Yerel bir televizyonda Nisan ayında yayınlanan bir röportajda “7.000 ya da 8.000 kişinin yıkıma karşı verdiğimiz savaşı kazanmamız için ölmesi gerekiyordu, diyebiliriz,” dediği ortaya çıktı. İnsan hakları örgütleri 1976-83 arasında 30.000 civarında insanın kaybedildiğini belirtiyor. Bu politikanın sorumlularından Videla şu an başkent Buenos Aires dışındaki bir hapishanede ömür boyu hapis cezasını çekiyor. Arjantin’de suçluların yargılanmaları engelleyen af yasalarının 2005 yılında iptal edilmesinden sonra ceza davaları tekrar başlamıştı. Yapılan resmi açıklamalara göre 2012 yılında 400 sanık yargılandı ve 86 kişi mahkûm edildi. Arjantin geçmişte işlenen suçların yargılanması bakımından başarılı bir örnek olarak gösteriliyor.
2012’nin Mayıs ayında parlamentonun feshedilmesiyle Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu ve Kaybedilenler için Araştırma Komisyonu (Commission of Inquiry on the Disappearance of Persons/ COID) yasa tasarılarıyla ilgili parlamento ve sivil toplumun yürüttüğü çalışmalar sekteye uğramış oldu. Ağustos’ta Başkan’a iki komisyonun birleştirilmesini öneren yeni bir teklif sunuldu. Bu teklifin detaylarını inceleyen hak örgütleri teklifi önceki tasarılardan daha geri buldu. Tartışmaların 2013 yılında da devam etmesi bekleniyor. 1996’da Maocularla hükümet güçleri arasında başlayan çatışmalar 2006 yılında imzalanan barış anlaşması CPA’ya (Comprehensive Peace Agreement/ Kapsamlı Barış Anlaşması) kadar devam etmişti. Bir hakikat komisyonu kurulmasını öngören CPA’dan sonra adalet ve uzlaşma yolunda oluşan olumlu beklentiler 2008’de monarşinin kaldırılması ile hız kazanmıştı. BM Gözaltında Zorla veya Gönülsüz Kayıplar Çalışma Grubu’na (WGEID) göre 2003 - 2004 arasında Nepal en fazla sayıda zorla kaybetmenin gerçekleştiği ülke oldu.
Mayıs ayında Başkan Dilma, yetkileri dâhilinde insan hakları ihlallerini araştırarak bir rapora dönüştürmek üzere iki sene çalışacak hakikat komisyonunu resmi olarak göreve getirdi. Komisyonun temel amacı “hakikate ve gerçek tarihe erişim hakkı”nı ortaya koymak ve “ulusal uzlaşı”yı teşvik etmek olarak dile getiriliyor. Komisyon 1946 ve 1988 yıllar arasında gerçekleşen zorla kaybetmelerin de arasında olduğu devlet suçlarını araştırıyor. 1979’da çıkarılan genel af, diktatörlük döneminde suç işleyenleri yasal dokunulmazlık koruması altına almıştı. Komisyonun dokunulmazlıklar karşısında etkisiz kalması eleştiriliyor. Diğer Güney Amerika ülkelerine göre gayet geç kurulmuş Brezilya Hakikat Komisyonu’nun neler getirdiği zamanla görülecek.
CIA'in yasadışı nakil politikasının (extraordinary rendition) mağdurlarından olan Almanya vatandaşı Halid El-Masri'nin açtığı davada AİHM ihlal kararı verdi. 13 Aralık'ta açıklanan kararda Makedonya'nın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) işkence ve kötü muamelenin önlenmesi, özgürlük ve güvenlik hakkı ve mahkemeler önünde etkin başvuru hakkıyla ilgili maddelerini ihlal ettiği belirtildi. İnsan hakları kuruluşları bu kararı 11 Eylül'ün ardından ABD tarafından yürütülen ‘terör’ şüphelilerini yasa dışı olarak nakledip gözaltı merkezlerinde alıkoyma politikasının da mahkûm edilmesi bakımından çok önemli buluyor.