Mahkeme: Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi
Esas No: 2015/125
Duruşma Tarihi: 13 Mart 2017
İzleme Ekibi: Enise Askın, Ezgi Duman, Rıza Yalçın Koçak
Mardin’in Dargeçit ilçesinde 29 Ekim 1995 ile 08 Mart 1996 tarihleri arasında biri uzman çavuş üçü çocuk, sekiz kişinin zorla kaybedilmesiyle ilgili, aralarında dönemin Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren ve Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire’nin de bulunduğu 18 kişinin yargılandığı Dargeçit Jitem Davası’nın 7’inci duruşması 13 Mart 2017 tarihinde, Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
İzleme heyeti saat 09:08 itibari ile duruşma salonunun önünde hazırdı.
Bekleme salonunda izleme heyeti dışında yedi polis, HDP Adıyaman milletvekili Behçet Yıldırım, Dihaber muhabiri Hacı Yusuf Topaloğlu ve mağdur yakınlarından 14 kişi bulunuyordu. Koridorda bulunan diğer salonlarda başka bir duruşma ve hareketlilik söz konusu değildi.
Bekleme salonunda mağdurlar ve emniyet güçlerinin ayrı yerlerde bulunduğu gözlendi. Jandarma ve Çevik Kuvvet ekiplerinden oluşan emniyet güçlerinin duruşma salonu kapısı önünde, mağdurların ise bekleyenler için ayrılmış ayrı bir tarafta bekledikleri görüldü.
Mübaşir tarafından isimlerinin okunması üzerine, beş kişiden oluşan sanık müdafileri grubu, duruşma başlamadan ve mağdurlar, katılanların avukatları ve izleme heyetinden önce salona alındılar. Bir süre sonra katılanların avukatlarından Erdal Kuzu çağrıldı ve üç kişilik katılan avukatları grubu da salona alındı. Mübaşir, duruşmada tanık beyanında bulunacak kişilerin sırayla salona gireceklerini bildirdi.
Ardından izleme heyeti duruşma salonunun kapısına giderek mübaşire kendisini tanıttı ve duruşmayı izlemek istediğini belirtti. Bu sırada üniformalı polis memurlarından birisi araya girerek duruşmayı izleyecek olan kişilerin telefonlarını kapatmasını ve üst araması yapılacağını belirtti. İzleme heyetinin avukat olmayan üyelerinin üzeri arandı. Avukatlar sadece baro kimliklerini ibraz ettiler. Bu esnada kadın koruma polisi izleme heyetinin kadın üyesinin üzerini aradı. Heyetle birlikte duruşma salonuna girmek isteyen çizer Su Vardal’ın çizim yapmaması gerektiği söylendi. Bu durum katılanların avukatlarından Erdal Kuzu’ya iletildi ve Erdal Kuzu mahkeme heyeti ile konuşacağını iletti. Ancak buna gerek kalmadan sorun çözüldü ve polislerle konuştuktan sonra çizer salona girebildi. Duruşma salonunun dışında gerçekleşen bu görüşme duruşmanın başlamasını geciktirmedi, herhangi bir olumsuz etkisi olmadı.
Polis memurlarından birisi, davayı takip ettiğini ve gazeteci olduğunu söyleyen bir muhabire hangi kurumda çalıştığını sordu, muhabirin cevabı üzerine kimlik kontrolü yaptı.
9:30’da başlaması öngörülen duruşma, saat 9:54’te başladı. Duruşmanın başlamasının hemen öncesinde izleme ekibinden Ezgi Duman, gözlemci olarak duruşmayı izlemek üzere salonda bulunulduğunu bildiren görev mektubunu mübaşire sundu. Mübaşir görev belgesini alarak mahkeme heyetine iletti.
Duruşma salonunun, salonda bulunan kişi sayısına göre bir hayli küçük olması nedeniyle mağdur ailelerin bazı üyeleri salon dışarısında beklemek zorunda kaldı. Duruşma Adıyaman’da görüldüğü için hepsi şehir dışından, hatta Avrupa’dan gelmiş olan mağdur aile üyelerinden bazılarının duruşma salonu dışında kalması, salon küçüklüğünün ciddi bir sorun olduğu izlenimini oluşturdu. Öte yandan, aynı nedenle katılanlar ve tanıklar, sanıklar için ayrılmış kısma oturmak zorunda kaldı. Duruşma salonunda kimin nereye oturacağına dair koordinasyon, emniyet görevlileri arasında en yüksek rütbeli kişi olduğu anlaşılan bir polis memuru tarafından gerçekleştirildi.
Duruşmaya izleme heyeti dışında, bir çizer, Dihaber çalışanı, bir avukat, bir de stajyer avukat izleyici olarak katıldı. İzleyiciler ve katılanlar dışında ise katılan vekillerinden Av. Erdal Kuzu, Av. Ziya Bagi ve Av. Aslan Orman’ın; sanıklar Mahmut Yılmaz ve Faruk Çatak müdafii Av. Ramazan Güler, sanık Haydar Topçam müdafii Av. Nazım Gökçe, Fethullah Çelik müdafii Av. Osman Yılmaz Çerçiler, Hüseyin Altunışık müdafii Av. Deniz Çilcan ile Ramazan Savcı müdafii Av. Ayhan Tutdere’nin, aynı zamanda bir tercümanın hazır bulundukları görüldü.
Duruşma salonunda bulunan polislerin izleme heyetini yakından takip ettiği, yer yer baskıcı bir tutum içerinde olduğu dikkat çekti. Sık sık izleme heyetinin notlarına bakıldığı görüldü.
Ayrıca girişte arama yapan kadın koruma polisinin, mahkeme heyetine yakın ve sanık müdafileri tarafında oturduğu ve sık sık sanık müdafileri ile sohbet ettiği tespit edildi. Ayrıca mahkeme heyetine dava dosyasını getirip veren kişi de aynı polis memuruydu.
Duruşmaya sanık Mehmet Tire, müdafii Erhan Tokatlı ile birlikte, SEGBİS aracılığıyla, Bodrum Ağır Ceza Mahkemesi’nden katıldı. Sanıklar Kemal Kaya, Hurşit İmren, Kerim Şahin ve Mehmet Acar’ın müdafileri ise mazeret dilekçesi ibraz etti. Sanık Bahattin Ergel’in savunması için Almanya adli makamlarına yazılan talimata cevap gelmediği belirtildi.
Tanıkların ve katılanların adres bilgisi her zamanki gibi açık bir şekilde paylaşıldı. Mahkeme heyetinin tanık olarak dinlemek istediği bazı mağdur yakınları hakkında, önceki mahkeme heyeti tarafından davada katılan sıfatıyla yer almaları yönünde karar verildiği ancak katılan vekillerinin uyarısı sonucu anlaşıldı. Bunun üzerine söz konusu kişiler katılan sıfatıyla dinlendi. Bu durum mahkeme heyetinin dosyaya tam olarak hakim olmadığı kanısını uyandırdı.
Duruşma esnasında SEGBİS bağlantısının sık sık kesilmesi ve görüntülü çağrının yinelenmesi, her gelen çağrıda salonda yüksek sesli bir şekilde çağrı zilinin duyulması nedeniyle tanıkların ve katılanların ifadesi birçok kez kesildi. Kesilmediği zamanlarda da ifadelerin duyulması zorlaştı.
Mahkeme heyetinin Ceylan Baltalı (Başkan), Fatih Sevinç (Üye), Fatma Yenikaya (Üye) olmak üzere üç hakimden oluştuğu duruşmada, Cumhuriyet Savcısı Ahmet Gezgin Çam’dı.
Mahkeme heyeti başkanı duruşma süresince ciddi, zaman zaman sert bir tavır içerisinde olduğu gözlendi. Heyet üyesi Fatma Yenikaya hiç söz almazken, diğer üye Fatih Sevinç ise sadece müşteki avukatı ile girdiği ikili tartışma esnasında konuştu.
Mahkeme başkanının tanıklara ve katılanlara zaman zaman “Bana dön sen,” gibi emir kipinde cümleler kurduğu, beyanlar alınırken erkeklere zaman zaman “Siz” zaman zaman “Sen” diye kadın tanıklara ve katılanlara ise tamamen “Sen” diye hitap ettiği gözlendi. Taraflara tutumunda ise belirgin bir fark, tarafsızlığı konusunda şüphe uyandıracak bir davranışı görülmedi.
Duruşma akışının önemli bir kısmı tutanaklara geçirildi. Ancak mağdurlara ilişkin işkence detayları tutanağa üstünkörü bir şekilde geçirilirken, tanığın ifadesinde geçen bir kişinin boy, saç rengi, göz rengi gibi fazla detay sayılabilecek ifadeler kapsamlı bir şekilde tutanakta yer aldı. Örneğin, bir tanığın, babasının cenazesini bulduğunda cesedin üzerindeki deformasyonlar arasında saydığı “plastiğin yakılması suretiyle oluşan yanıklar” kısmı tutanağa geçirilmezken; diğer bir tanığın bahsettiği kişiye dair mahkeme heyeti başkanının, çevirmen olarak duruşmada bulunan bilirkişiyi ayağa kaldırtarak, “Boyu bunun gibi miydi? Daha kısa mıydı uzun muydu? Daha şişman mıydı, zayıf mıydı?” gibi yönelttiği soruların cevapları tutanağa dikkatle geçirildi.
Katılanlar tercüman aracılığı ile dinlendi. Tercümanın bir katılanın ifadesini eksik ve yanlış çevirmesi üzerine katılan vekilleri uyarıda bulundu. Ardından söz konusu katılana, sanık Mehmet Tire’nin müdafii tarafından soru soruldu. Katılanın gerek beyanda bulunurken gerekse de sorulara cevap verirken kötüleştiği gözlendi. Katılan vekilleri bunun üzerine söz alarak müvekkillerinin katılan sıfatıyla dinlenmesi sebebiyle kendisine sorulara cevap vermeme hakkının bulunduğunun hatırlatılması gerektiğini, müvekillerinin ağır bir travma yaşadığını söyledi. Bunun üzerine salonda bir gerilim oldu ve mahkeme heyeti üyelerinden Fatih Sevinç ile katılan vekili Erdal Kuzu arasında kısa süreli bir tartışma yaşandı. Mahkeme başkanının müdahalesi ile münakaşa son buldu ve beyan alma işlemi devam etti.
İlk olarak katılan Miskan Doğan beyanda bulundu. Doğan, iddianamede maktül olarak adı geçen Seyhan Doğan’ın kardeşi, Abdurrahman Olcay’ın ise eşi olduğunu belirtti. Eşinin kardeşinden iki gün önce gözaltına alındığını, bu tarihte kendisinin evde olmadığını, ancak kardeşi Seyhan Doğan gözaltına alındığı gece kardeşiyle birlikte annelerinin evinde olduğunu, gece saat 3:00’te kapılarının çalındığını ve jandarma kıyafetli şahısların geldiğini gördüğünü, telefon hattının bir yerlerin aranmaması adına kesildiğini, gelenler arasında Dargeçit tabur komutanının da bulunduğunu ve gelenlerden biri hariç hepsinin yüzünün açık olduğunu anlattı.
Ardından şunları ifade etti:
“Kardeşimi alıp yürüyerek gittiler. Ertesi gün annem ve babam kardeşimi sormak için tabura gittiğinde ifadelerinin alınıp bırakılacaklarını söylemişler. İlerleyen günlerde de annem ve babam jandarma komutanlığına gittiğinde ifadelerinin alınıp bırakıldığı beyan edilmiş. Kardeşimin gözaltına alındığı gün başka evlerden de alınanlar oldu. Gözaltına alınıp bırakılan kişiler bize gözaltındayken kardeşim ve eşimi gördüklerini söylediler. Hatta kardeşimin ayaklarından tavana asılmış olduğunu da bize bildirdiler. Kardeşim Seyhan’ın gözaltına alındığı gecenin sabahı, diğer kardeşim Hazni’yi de Dargeçit’in çıkışında gözaltına almışlar. Ancak kardeşim Hazni’yi birkaç gün sonra bıraktılar. Hazni eve geldiğinde ona işkence yapıldığı her halinden belli oluyordu. Hazni de gözaltındayken kardeşimiz Seyhan’ı ve eşim Abdurrahman’ı gördüğünü, onlara gözaltında işkence yapıldığını bizlere söyledi. Sonrasında eşim ve kardeşimden bir daha haber alamadık. Kardeşim Seyhan’ın kemikleri 2013 yılında Dargeçit’in bir köyünde, eşim Abdurrahman’ın kemikleri ise 2014 yılında Kızıltepe’de bulundu. Daha önce de söylediğim gibi, eşimin götürüldüğü esnada ben evde değildim. Ancak kardeşim Hazni eşim götürülürken evdeydi. Eşimin götürülüşüne o şahit oldu. Ayrıca kardeşimin ve eşimin gözaltına alındıktan sonra biz savcılık ve jandarmaya onları sormaya gittik. Bu nedenle de ilerleyen günlerde annemi birden fazla kez gözaltına aldılar. Annem de eve döndüğünde kendisine işkence yapıldığını ve hakaret edildiğini anlattı.”
Miskan Doğan’ın ardından, kardeşi Kadri Doğan beyanda bulundu. Kadri Doğan, kardeşleri Seyhan Doğan ve Hazni Doğan’ın alındığını İstanbul’dayken öğrendiğini, haberi duyunca hemen Dargeçit’e gittiğini anlattı. Kadri Doğan, “Annem ile birlikte jandarma komutanlığına gittik. Fakat kapıdan bizi içeri almadılar. Kapıdaki askerler bize bir şey bilmediklerini söylediler. Hatırladığım kadarıyla, kardeşim Hazni Doğan’ı yaklaşık 6 gün sonra bıraktılar. Geldiğinde işkence gördüğünü bize anlattı. Ayrıca gözaltında bulunduğu süre içerisinde diğer kardeşim Seyhan’ı da görmüş. Her ikisini de ayaklarından tavana asarak işkence yapmışlar. İlerleyen günlerde dönemin Dargeçit savcısına da başvurduk. Bize Seyhan’ın sorgulanmak üzere alındığını ancak devamında serbest bırakıldığını söyledi. Ancak kardeşimi ben bir daha görmedim. Kardeşimin gözaltına alınmasından yaklaşık 6-7 ay sonra annem Kürtçe yayın yapan MED TV’ye canlı olarak bağlanmış ve kardeşimin alınmasıyla ilgili bildiklerini anlatmıştır. Bunun üzerine annem de yine askerler tarafından gözaltına alınmış ve işkence gördükten sonra araziye bırakılmıştır. Annem 2000 yılında vefat etti. Seyhan’ın alındığı gece aynı köyden başka şahısların da alındığını öğrendik. Kardeşimle ilgili bilgi almak için jandarma karakoluna gittiğimiz sırada evleri karakola yakın olan Nedim Akyön’ün ailesi ile karşılaştık. Bize Nedim Akyön’ün de alındığını söylediler. Hatta Nedim’in ailesi ile birlikte sonradan tekrar jandarma karakoluna gittik. Ancak daha önce belirttiğim gibi bizi almadılar. Ben kardeşimin ölümüne sebep olan şahıslardan şikayetçiyim. Davaya katılmak istiyorum,” dedi.
Kadri Doğan’ın ardından, maktül Abdurrahman Coşkun’un kardeşi Mehmet Coşkun söz aldı. Mehmet Coşkun, şu ifadelerde bulundu:
“İddianamede maktül olarak adı geçen Abdurrahman Coşkun benim kardeşim olur. Ben kardeşimin gözaltına alındığı gece Nusaybin’deydim. Sabah kardeşimin alındığını öğrenince Dargeçit’e geldim. Ailemle birlikte savcılığa gittik. O sırada anneme sorduğumda gece saat 02:00-02:30 sıralarında asker kıyafetli şahıslar tarafından eve gelindiğini, bu şahıslardan üç kişinin yüzlerinin maskeli olduğunu ve o sırada jandarma komutanlığında Mahmut Yılmaz’ın da içlerinde olduğunu annem bana anlattı. Gelen şahısların askeri araçlarla geldiklerini yine annem bana söyledi. Kardeşim alındıktan sonra ailem de arkasından evden çıkmak istemiş ancak bir süre bu şahıslar ailemin evden çıkmasına izin vermemişler. ‘Çıkarsanız tararız,’ şeklinde sözler söylemişler. Ertesi günü ailemle birlikte jandarma komutanlığına kardeşimi sormak için gittik. Bize jandarma komutanlığında kardeşimin ifadesinin alınıp bırakılacağını söylediler. Devamında da savcılığa gittik. Dönemin savcısı ile görüştük. Bize ilk olarak kendisinin bu konuyu araştıracağını söyledi. Gün içerisinde birkaç kez gittik. Bu sırada bize herhangi bir alınma olmadığını söyledi. Birkaç seferden sonra savcı ile tekrar görüştüğümüzde kardeşim ve kardeşim gibi öğrenci olan Abdurrahman Olcay’ın gözaltına alınıp Mardin’e götürüldüğünü bize söyledi. Ertesi günü tekrar savcının yanına gittik. Bu sırada telefonda biri ile görüştü ve telefondaki şahsa öğrencilerin durumunun ne olduğunu sordu. Sonrasında da bize dönüp kardeşim ve Abdurrahman Olcay’ın bırakıldığını söyledi. Devam eden günlerde de savcılığa gittiğimizde telefonla sanki bizimle dalga geçiyormuş gibi konuşarak öğrencileri bırakmışlar diyerek bizi oyaladılar. Ama gözaltına alındıktan 19 sene sonra Kızıltepe’de bir köyde kardeşimin kemikleri çıkarıldı. Kardeşimin alındığı gün Dargeçit’ten başka şahıslar da alınmış. Onların aileleriyle de gerek jandarma komutanlığında, gerekse savcılıkta karşılaştık. Ben o sırada sürekli kardeşimi sorduğum için bu ailelere ne dendiğini bilmiyorum. Kardeşimin ölümüne sebep olan şahıslardan şikayetçiyim. Davaya katılma talebim vardır.”
Katılanlar vekilince, “Fehime Çelik’in kendini Türkçe yerine Kürtçe’de daha iyi ifade edeceği” belirtilerek, tercüman bilirkişi atanması talep edildi. Talep oybirliği ile kabul edilerek, tercüman İmam Delice’nin aracılığı ile katılan Fehim Çelik’in beyanına geçildi.
Çelik, soru- cevap kısmına geçilmeden önce şunları belirtti:
“Olay günü jandarma ve köy korucuları benim evime gelerek ifade vermem gerektiğini söylediler. O sırada benim iki çocuğum vardı, ikisini de yanıma alarak askerlerle birlikte gittim. Beni almaya gelen şahıslar arasında sadece Haydar isimli soyismini hatırlamadığım astsubayı tanıyorum. Diğer şahısları tanımıyorum. Askerlerle birlikte ilçe jandarma komutanlığına giderken annemlerin evinin önünden geçtik. Bu sırada ben çocuğumu bırakmak isteyince, çocuklarımdan birini araçtan annemlerin evinin o tarafa doğru fırlattılar. Diğer çocuğum benimle geldi. İlçe jandarma komutanlığına geldiğimde beni bir odaya aldılar. Burada kendisini tanıdığım Mehmet Tire isimli yüzbaşı beni herhangi bir şey sormadan darp etmeye başladı. Bu sırada yanında Mahmut ve Haydar isimli rütbeli askerler de vardı. Aynı zamanda içlerinden sadece birisini tanıdığım ve adının Osman olduğunu bildiğim bir grup korucu da vardı. Bu şahıslar bana herhangi bir şekilde şiddet uygulamadılar. Sadece Mehmet Tire beni darp ederken ben onların üzerine doğru düşüyordum, onlar da beni tekrardan Mehmet Tire’nin önüne koyuyorlardı. Ben darp edildiğim için ‘Ne istiyorsunuz?’ diye sordum. Mehmet Tire de bana ‘Sen benden daha iyi bilirsin,’ dedi. Ben de eşimin de asker olduğunu söyledim. Bunun üzerine Mehmet Tire, ‘Seni de, Mehmetçiği de sinkaf ederim,’ şeklinde sözler söyledi. Benim bu sıra gözlerim bağlıydı. Beni alarak bir yerden başaşağı sarkıttılar. (Her ne kadar tutanağa başka şekilde geçirilmiş olsa da, Fehime Çelik’in duruşmadaki anlatımına göre Mehmet Tire’nin vurması sonucu dili dişlerinin arasına sıkışarak kesildi. Çelik dilinde bu kesik izinin hala bulunduğunu söylüyor.) Sonrasında da kapalı bir odaya attılar. Burada da pek çok insanın olduğunu isimlerini saymalarından dolayı hatırlıyorum. Ancak gözlerim kapalı olduğu için kim olduklarını göremedim. O sırada isimlerini duyduğum şahıslar arasında Sabri Keleş, Sabri Seyhan ve Süleyman Aslan vardı. Bunun dışında hatırladığım kadarıyla 20’ye yakın insan vardı. Devamında beni tek başıma kapalı bir odaya attılar. Birisi daha içeri girdi. Bu şahsın sesinden Yüzbaşı Mehmet Tire olduğunu anladım. Bana ‘Soyun,’ dedi. Ben de bunun kendisine yakışmayacağını, kendisinin yüksek bir insan olduğunu söyledim. Bana ‘Sen nereden biliyorsun,’ dedi. Ben de kız kardeşimin öğrenci olduğunu, kendisini ise okulda ders vermesi nedeniyle kız kardeşimden dolayı tanıdığımı söyledim. Tekrar ısrarla soyunmamı istedi. Gömleğimin düğmelerini açmaya başladığımda bana ‘Soyunmayı bilmiyorsun önce pantolonundan başla,’ dedi. Bu sırada yanımızda kısık sesle konuşmasından dolayı bir şahsın daha olduğunu fark ettim. Bir ara gözlerimi açabildim, bu şahsın da korucu olduğunu fark ettim. İsmini savcılık aşamasında ifademde vermiştim. Burada tekrar etmek istemiyorum. Ben gözlerimi açtığım için yüzbaşı tekrar başımı duvara çarparak gözlerimi bağladı. Ben kapalı bir odanın içerisindeydim. Bu sırada koridordan gelen sesler arasında babamın da sesini duydum. Beni aldıkları odada yaklaşık dört gün boyunca bana işkence ettiler. Beni çıkaracakları sırada da başkalarını odaya getirmeye başladılar. Koridorda babamın sesini duyduğumda bana, ‘Kızım korkma ben buradayım,’ dedi. Babam bana bir kadın olarak yapılan muamelenin doğru olmadığını söyleyince, biri ‘Komutanım Süleyman Seyhan çok konuşuyor,’ dedi. Komutan da ‘Zaten bir haftalık ömrü kaldı bırak konuşsun,’ dedi. Hatırladığım kadarıyla toplam beş gün gözaltında kaldım. Bu süre zarfında işkence gördüm. Yanımda getirdiğim çocuğumu ancak iki kez emzirebildim. İlk iki gün zaten çocuğumu hiç yanıma getirmediler. İşkence gördükten sonra beni banyo gibi bir yere aldılar. Orada gözlerimi açtım. Çocuğu da emzirmem için yanıma getirdiler. Ancak vücudum yara bere ve kan içinde olduğu için çocuğum emmedi. Sonrasında da daha önce tanımadığım birisi gelip göğsümü çocuğun ağzına dayadı ben de bu sırada çığlık attım ve çocuğu fırlattım. Toplamda beşinci günün akşamı beni bıraktılar. Bırakacakları sırada beni yukarıda bir odaya götürdüler. Gözlerimi açtığımda daha önceden ismini bildiğim Mahmut astsubay oradaydı. Bana ‘Gördüklerin burada kalacak,’ dediler. Ben de gözaltına alınırken üzerimde bulunan yeleğimi istedim. ‘Babanı da bırakacağız yeleğini baban getirir,’ dediler. Biz bu konuşmayı yaparken Mehmet Tire de geldi. Beni bir an önce bırakmaları için ‘Bana hiçbir şey yapmadınız,’ dedim. Mehmet Tire de bu sırada ‘Sorun var mı?’ diye sordu. Mahmut Astsubay da bir sorun olmadığını söyledi. Devamında Mehmet Tire ‘Kendinle veya babanla ilgili bir şey anlatırsan seni soyup panzerin arkasına bağlayıp bütün ilçeyi gezdiririm,’ dedi. Beni iki asker taburun dışına çıkardı ve gidebileceğimi söylediler. Ancak ben gece vakti korktuğum için askerlerin nöbet kulübesinin yanında kaldım. Sabaha karşı da bir asker gelip ‘Başımızın belası sen hala burada mısın,’ diyerek beni panzere bindirip eve götürdü. Eve gittikten sonra yaklaşık iki gün, görmüş olduğum işkencenin etkisi ile evden çıkamadım. Bu esnada ilçede Mehmet Tire’nin gözaltındaki insanları kaybederken panzer içinde yaralandığına dair bir söylenti çıktı. Ben Mehmet Tire’nin yaralanmasından dolayı ilçede olmadığından emin olduktan sonra çıkıp babamı sorabildim. Gözaltına alınan insanlar ortadan kaybolduktan sonra Mehmet Tire’nin ilçeden ayrıldığını söylediler. Ancak ben ilçeden ne zaman ayrıldığını tam olarak bilmiyorum. Sonrasında kardeşimle birlikte babamı sormak için savcının yanına gittik. Bu arada Dargeçit’te iki savcı değiştiğini duydum. Ben bu savcılardan yalnızca biri ile görüştüm. Ancak dediğim gibi, ismini bilmiyorum. Son gittiğimizde savcı bize, ‘Taburu aradım, Süleyman Seyhan bırakılmış. Burada yok. Benim silahım yok ki senin babanın akıbetini öğreneyim’ dedi. Biz de senin kalemin var dedik, o ise bize ‘kalem buna yeterli değil’ dedi. Babamın cenazesini gözaltına alınmasından yaklaşık üç ay sonra bulduk. Babamın cesedini Dargeçit’in Korucu Köyü’ne yakın bir yerde, bir kuyunun içinde bulduk. Bulduğumuzda ceset henüz bozulmamıştı. Ellerinin arkadan bağlı olduğu, başına poşet geçirildiği anlaşılıyordu ve üzerinde plastik yanıklarının olduğu görülüyordu. Bizim cenazeyi bulduğumuzda Mehmet Tire ilçede değildi. Bunu da şu şekilde biliyorum, o sırada eşim askerden izne gelmişti ve babamın cesedini aramak için izin kağıdı almamız gerekiyordu. Eşim ilçe jandarma komutanlığına gitti. İzin kağıdını aldı, yanıma geldiğinde Mehmet Tire’nin orada olmadığını, başka bir şahsın izin kağıdı verdiğini ve bu şahsın da gayet iyi davrandığını söyledi. Olay nedeniyle babamın ölmesine neden olan sanıklardan şikayetçiyim, katılma talebim vardır. Ben ölsem de çocuklarıma vasiyette bulunacağım ve şikayetçiyim.”
Sanık Mehmet Tire’nin müdafi Av. Erhan Tokatlı, tanığın söylediklerini kabul etmediklerini belirterek katılana ne zaman gözaltına alındığını, gözaltına alınmadan önce Mehmet Tire’yi görüp görmediğini, gördüyse ne sebeple görüştüğünü, gözaltından çıktıktan sonra Mehmet Tire’yi gördüğünü söylediği hatırlatılarak, Tire’nin o sırada yaralı olup olmadığını ve son olarak da gözaltından çıkarıldıktan sonra Mehmet Tire’yi ne zaman ve ne vesilesiyle gördüğünü sordu.
Soruların ardından Erhan Tokatlı bu davanın ele alınmasındaki nedenleri “Terörle mücadelede başarılı olan kişilerin yine devlet tarafından cezalandırılması” ve “Bölücü terör örgütü tarafından işlenen cinayetlerin faili meçhul cinayetler olarak gösterilerek devletin üzerine atılması” olarak gördüğünü belirtti. Buna örnek olarak da, “Osman isimli bir şahsın faili meçhul olarak sorulması ancak, Dargeçit’te bölücü terör örgütü üyesi olarak ele geçirilmesi” ile “Şırnak’ta kaybedildiği söylenen Hurşit Külter’in ilerleyen süreçte Kerkük’te olduğunun ortaya çıkması”nı gösterdi.
Katılanlar vekili Erdal Kuzu, Çelik’in katılan ve tanık olduğu, bu nedenle her soruya cevap verme zorunluluğu bulunmadığı konusunda mahkeme heyetini uyardı. Mahkeme heyeti ile Erdal Kuzu arasında seslerin yükseldiği kısa süreli bir tartışma çıktı.
Fehime Çelik, “Beni gözaltından çıkaracakları sırada ilk olarak Mahmut isimli astsubay ile konuştum. Sonradan yanımıza Mehmet Tire geldi. Mehmet Tire yanıma geldiğinde yaralı değildi. Ben yarası olduğunu görmedim. Ben gözaltından çıktıktan sonra eşim ameliyat olması sebebiyle izne Dargeçit’e geldi. … Eşim yaklaşık bir hafta kaldıktan sonra tekrar askere gitti. Eşim gittikten sonra kardeşim Hüseyin Seyhan ve beni de ikinci kez alarak jandarma komutanlığına götürdüler. Ben burada yaklaşık bir, bir buçuk saat kaldım. Bu süre içerisinde de Mehmet Tire’yi gördüm, ancak korktuğum için bir şey diyemedim. Bir saat sonra beni bıraktılar. Kardeşim Hüseyin Seyhan da yaklaşık bir hafta boyunca gözaltında kaldı. Ben Hüseyin gözaltında olduğu sırada kardeşimi sormak için o günkü Dargeçit Kaymakamının odasına gittim. Binanın merdivenlerinden çıkarken, çocuğumun ayakkabısı düştü. Ben onu almak için yere eğildiğimde başka bir şahsın ayağı ile ayakkabıyı ittiğini gördüm. Kafamı kaldırıp baktığımda bu şahsın Mehmet Tire olduğunu fark ettim. O da bana hitaben, ‘Burası çocuk yeri değildir,’ dedi. Sonrasında kaymakamın odasına gittim. Mehmet Tire de kaymakamın yanındaydı. Tire’yi görünce kendisine korkudan bir şey söyleyemedim. Herhangi bir şikayette bulunamadım. Eşimin asker olduğunu söyleyerek yardım istedim. Mehmet Tire ise bu talebime, ‘Burada teröristlere yardım edilmiyor,’ şeklinde cevap verdi. Kardeşim gözaltından çıktıktan sonra da İstanbul’a yerleştik. Yaklaşık iki-üç sene İstanbul’da kaldıktan sonra tekrar Dargeçit’e döndük,” dedi.
Sanık Haydar Topçam’ın vekili Av. Nazım Gökçe, “Açıkça soru sorma hakkımız var. Bir olay olmuş, 20 yıl önce, 22 yıl sonra dava açılıyor. Olayla ilgili o dönem yapılmış bir yazılı şikayet var mı, varsa dosya numarası nedir?” diye sordu. Çelik, “Ben hem babamla ilgili hem de kardeşimle ilgili savcılığa defalarca başvurdum. O zamanki savcı daha önce de beyan ettiğim gibi, taburu aradı ve bize babamın serbest bırakılmış olduğunu söyledi. Ancak yazılı olarak şikayetimizi almadı. Bu nedenle konu hakkında bir soruşturma başlatılıp başlatılmamış olduğunu ben bilmiyorum,” dedi.
Ardından sanıklar Mahmut Yılmaz ve Faruk Çatak’ın avukatı Av. Ramazan Güler’in sorusu üzerine Çelik, “Dargeçit o dönem küçük bir ilçeydi. Jandarma komutanlığında görevli rütbeli askerleri hemen hemen ilçenin tamamı zaten tanırdı. Kendileri her gün sokaklarda görev nedeniyle dolaşıyorlardı. Ben de Mahmut Astsubay isimli şahsı buradan tanıyorum. Bu şahsı aynı zamanda karakol komutanı olarak tanıyordum. Bu şahıs orta boylu, mavi gözlü, sarışın ve kilosu normal bir şahıstı. Şu anda da görsem bu şahsı tanırım,” dedi.
Çelik, son olarak, SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılan sanık Mehmet Tire’ye, “Ben üç bin kilometre yol kat ederek geldim bu duruşmaya, sen neden mahkemeye gelmedin?” dedi.
Ardından, Nedim Akyön’ün ağabeyi Ahmet Akyön söz aldı. Ahmet Akyön, beyanında şunları belirtti:
“İddianamede maktül olarak adı geçen Nedim Akyön benim kardeşim olur. 30 Ekim 1995 gecesi saat 03:00 gibi bizim evde bulunduğumuz sırada birden 26-27 kişi evin içerisine girdiler. Üstlerinde asker kıyafetleri vardı. Ancak yüzleri maskeli olduğu için kim olduklarını göremedim. Ancak içlerinden ikisinin yüzü açıktı. Bu şahıslar da köy korucusu olarak bildiğim ancak soyadlarını bilmediğim Nayif ve Mahmut isimli şahıslardır. Ayrıca içlerinden bir tanesi ‘Mehmet Tire komutanımız Nedim Akyön’ü alıp getirin dedi,’ diye konuştu. Bu nedenle Mehmet Tire’nin de olaydan haberdar olduğunu anladım. Ancak olay sırasında dışarıda olup olmadığını ben bilmiyorum. İçimizden sadece kardeşim Nedim’i alıp götürdüler. Evimiz tabura yakın olduğu için yürüyerek götürdüler. Biz kardeşimin alındığının ertesi günü önce savcılığa, sonra da jandarma komutanlığına gittik. İfadesinin alınıp bırakılacağını söylediler. Ancak kardeşimi bir daha görmedik. Devam eden günlerde de jandarma komutanlığına gittiğimizde yedinci günün sonunda bıraktıklarını söylediler. Ancak belirttiğim gibi ben kardeşimi bir daha görmedim. Hatırladığım kadarıyla bundan yaklaşık iki yıl önce çobanlar bir kuyuda insan kemiği bulduklarını söylediler. Sonradan yapılan araştırmalarda kemiklerin kardeşime ait olduğu anlaşıldı. Aynı gün kardeşimle birlikte alınan şahıslar da olduğunu biliyorum. Onların aileleri de bizimle birlikte savcılık ve jandarmaya başvurdular. Ancak hepimize ifadelerinin alınıp bırakılacağı söylendi. Sonrasında da ifadelerinin alınıp bırakıldığını bize beyan ettiler. Ancak ben kardeşimi tekrar görmedim.”
Ardından Hikmet Kaya’nın kardeşi Abdülkerim Kaya’nın beyanına geçildi. Kaya, beyanında şu sözlere yer verdi:
“Ben daha önceki beyanlarımı aynen tekrar ederim. Ancak şu hususu belirtmek istiyorum. Olay tarihinde ağabeyim evliydi ancak resmi nikahla değil imam nikahıyla evliydi. Ayrıca bildiğim kadarıyla üç-dört yaşlarında bir kızı vardı. Askerliğini bitirip eve gelmişti ve yaklaşık 14 gün evde kaldıktan sonra bir gün evin önünde otururken jandarma ve korucuların bulunduğu araç evin önüne geldi. Korucular araçtan hiç inmediler. Askerler araçtan inerek Hikmet Kaya’yı sordular. Ardından ‘Taburda beş dakika işiniz var,’ deyip araca bindirdiler. Ağabeyimi bu şekilde götürdüler. Ben bir daha ağabeyimden haber alamadım. Hatta ben de bu sırada askerdeydim. Askerden izne geldiğimde ağabeyimin gözaltına alındığını ve bir daha kendisinden haber alınamadığını öğrendim. Sanıklardan şikayetçiyim.”
Katılan Abdülaziz Altınkaynak’tan soruldu. Altınkaynak önceki beyanlarını tekrar ettiğini belirtti ve şunları söyledi: “Vasiyetimdir, bu davanın takibini benim ömrüm yetmezse çocuklarım, onların da ömrü yetmezse torunlarım yapsın. Sanıkların cezalandırılmasını talep ediyorum.”
Katılan Osman Seyhan’a tercüman aracılığıyla soruldu, o da önceki beyanlarını tekrar ettiğini söyleyerek şikayetçi olduğunu, sanıkların cezalandırılmasını istediğini söyledi.
Katılanlar vekilleri adına söz alan Av. Erdal Kuzu daha önceki taleplerini yinelediklerini belirttikten sonra, dönemin cumhuriyet savcısı ve kaymakamının beyanlarının alınmasını, sanıklardan Hurşit İmren’in alınan tanık beyanları doğrultusunda yeniden sorgusunun yapılmasını ve hakkında mahkemeye katılma zorunluluğu kararı çıkarılmasını, Dargeçit İlçe Jandarma Komutanlığı’nda mahkeme heyetince keşif yapılmasını, tüm sanıkların cezalandırılmalarını ve ayrıca sanık Mehmet Tire’nin tutuklu olarak yargılanmasını, ayrıca maktul Bilal Batırır’ın eşi Hatice Batırır’ın mahkeme huzurunda beyanının alınması için hazır edilmesini talep etti.
Sanık Mehmet Tire’nin müdafii Av. Erhan Tokatlı, Tire hakkındaki yargılamada dosyanın tefrik edilerek hakkında beraat kararı verilmesini talep etmiş ve karakol içerisinde keşif yapmanın yargılamaya bir etkisi bulunmadığını iddia etti.
Sanıklar Mahmut Yılmaz ve Faruk Çatak’ın müdafii Av. Ramazan Güler, olayın olduğu tarihler ile sanıklar hakkında dava açıldığı tarihe kadarki dönemde müşteki ve yakınları tarafından resmi makamlara bir başvuru olup olmadığının İlçe Jandarma Komutanlığı, İl Jandarma Komutanlığı, Kaymakamlık, Cumhuriyet Savcılığı, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’ndan sorulmasını, gözaltı işlemleri için sağlık raporu alınıp alınmadığının sağlık ocağı ve diğer resmi kurumlardan sorulmasını, müvekkilleri hakkında 6722 sayılı yasa uyarınca soruşturma izni alınmasını talep etti.
Sanık Haydar Topçam müdafii Av. Nazım Gökçe ise müştekilerin olay tarihi ile ilgili olarak resmi makamlara bir başvurusunun olup olmadığının sorulmasını, başvuru yapılmış ise bir soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin belgelerin ilgili yerlerden celbini, müvekkili hakkında verilen adli kontrol kararının kaldırılmasını ve ayrıca 6722 sayılı yasa uyarınca soruşturma izni alınmasını talep etmiştir.
İddia makamı verdiği mütalaada mazeretlerin kabulü ile birlikte keşif yapılması, adli kontrol tedbirlerinin kaldırılması, tutuklama ve sanıklar hakkında soruşturma izni istenmesi yönündeki taleplerin yasal koşulları oluşmadığı gerekçesiyle reddini talep etti. Ayrıca mütalaada dosyanın Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde (ACM) sürmekte olan Kızıltepe JİTEM Davası dosyasıyla birleştirilmesi yönündeki talep şu ifadelerle yer aldı:
“… yargılamaya konu olaylara ilişkin iddianame anlatımı ile Ankara 5. ACM’nin 2014/367 esas sayılı dosyası üzerinde yürütülmekte olan ve kamuoyunda Jitem davası olarak bilinen yargılamaya konu olaylara ilişkin iddianame anlatımları, mağdur beyanları ve tanık anlatımları ile her iki dosyada da kaybolan kişilerin jandarma ya da korucular ya da kendisini bu sıfatla tanıtan kişiler tarafından evlerinden benzer şekilde alınmaları ve bu mağdurların cesetlerinin uzun yıllar sonra yakın mahaldeki su kuyularında bulunması, zira dosyamızda maktul sıfatıyla bulunan Abdurrahman Olcay ve Abdurrahman Coşkun’un kemiklerinin bulunduğu kuyuya yaklaşık 250 metre mesafede Ankara 5. ACM’deki yargılamada maktul sıfatı bulunan Mehmet Emin Abak ile Mahmut Abak’a ait cesetlerin de bulunması, her iki yargılamaya konu bu kaybolma ve ölüm olaylarının JİTEM tarafından sistematik bir şekilde gerçekleştirildiğinin iddia olunması, suçların işleniş şekli, suçların aynı zaman aralığında işlenmesi, maktullerin bulundukları yerlerin yakınlığı ve tüm hususlarında tespitin yapılabilmesi için hukuki ve fiili irtibat sebebi ile her iki davanın birlikte görülmesi gerektiği değerlendirmekle, iş bu yargılama dosyasının Ankara 5. ACM’nin 2014/367 esas sayılı dava dosyası işe birleştirilmesine karar verilmesi kamu adına talep olunur.”
Katılanlar vekili Av. Erdal Kuzu, mütalaanın içeriğine aynen katıldıklarını ancak daha önce Ankara 5. ACM’den birleştirmeye yönelik muvafakat taleplerinin reddedildiğini, şu an görülmekte olan dosyada pek çok delilin toplandığını ve karar aşamasına gelindiğini, bu nedenle birleştirilme kararı verilmesinde hukuki bir yarar bulunmadığını ve mütalaanın reddini talep ettiklerini belirtti. Kuzu ayrıca birleştirme kararı verilmesi halinde davanın uzaması nedeniyle cezasızlıkla karşılaşılabileceği vurgusunu yaptı.
Sanık müdafileri Av. Erhan Tokatlı, Ramazan Güler, Nazım Gökçe, Osman Yılmaz Çerçiler, Ayhan Tutdere, Deniz Çilcan ve Sanık Mehmet Tire mütalaa konusunda takdiri mahkemeye bıraktıklarını belirtti.
Dargeçit JİTEM Davası’nın görüldüğü Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi, aralarında hukuki ve fiili bağlantı bulunduğu gerekçesiyle Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2015/125 esas ve Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2014/367 esas sayılı dosyalarının CMK 8 ve 11 maddeleri uyarınca BİRLEŞTİRİLMESİNE, yargılamaya Ankara 5. ACM’nin 2014/367 esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine, ancak Ankara 5. ACM ile olumsuz birleştirme uyuşmazlığı çıktığından öncelikle uyuşmazlığın çözümü için dosyanın Yargıtay 5. Ceza Dairesi’ne gönderilmesine, sanık müdafilerinin ve katılan vekillerinin taleplerinin birleşen dosyada karara bağlanmasına, mahkemece dosya üzerinde bir başka dava dosyası ile birleştirme kararı verilerek dosya kapatıldığından, sanıklar müdafilerinin mazeret talepleri hakkında karar verilmesine yer olmadığına, sanık Bahattin Ergel’in savunmasının tespiti için Almanya Adli makamlarına yazılan talimat cevabının birleşen dosya üzerinde beklenmesine, gizli tanıklar “Beyaz”, “Yavuz”, “3115” ve “Vicdan”ın beyanlarının tespiti için 5726 sayılı tanık koruma kanunu dikkate alınarak UYAP dışı yazılan talimatın sonucunun birleşen dosya üzerinde beklenilmesine, sanıklar hakkında mahkememizin 01/10/2015 tarihli duruşmasında verilen yurtdışına çıkış yasağına ilişkin adli kontrol kararının bu aşamada devamına, ayrıca birleşen dosya üzerinde mahkemesince bir karar verilmesine, yargılama giderleri ve diğer hususların birleştirilen dava dosyasında değerlendirilmesine, birleştirilme kararı verilerek dosyanın Yargıtay 5. Ceza Dairesi’ne gönderildiği hususunun Ankara 5. ACM’ye bildirilmesine, dosyanın birleştirilen dava dosyası içerisine konulmasına karar verdi.
Söz konusu birleştirme katılan vekilleri tarafından daha önce talep edilmişti. Ancak o dönemde birleştirme kararı verilmemişti. Davanın geldiği aşama, bir başka deyişle katılanların, tanıkların ve sanıkların dinlenmiş olduğu dikkate alındığında, birleştirme kararı verilmesi mahkemenin tarafsızlığına ilişkin izleme heyetinde şüphe oluşturdu. Birleştirme kararı ile birlikte dosya olumsuz uyuşmazlık çözümü için Yargıtay’a gönderildi. Böylece neredeyse karar aşamasına gelmiş olan davanın ciddi şekilde uzaması ve haliyle cezasızlık riski gündeme gelmiş oldu.
* Bu rapor, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu ve Açık Toplum Vakfı tarafından desteklenen “Genç İnsan Hakları Savunucularının Cezasızlıkla Mücadele için Güçlendirilmesi” projesi kapsamında yargısal uygulamanın izlenmesi amacıyla Hakikat Adalet ve Hafıza Çalışmaları Derneği ve Şırnak Barosu’nun ortak yürüttüğü Dava İzleme çalışması kapsamında hazırlanmıştır.