Kerem Çiftçioğlu
Hafıza Merkezi İletişim ve Kampanyalar Programı
Kolombiyalı düşünce kuruluşu Dejusticia’nın her sene Bogota’da düzenlediği 1 haftalık atölye programına Hafıza Merkezi’nden ilk olarak 2015’te Enis Köstepen katılmıştı. O döndükten sonra ekip içinde Kolombiya’da yaşanan barış sürecini, özellikle de Dejusticia’nın yayınladığı yazılar sayesinde daha yakından takip eder olmuştuk. Malum, Kolombiya’da 950 bin insanın hayatına mal olan ve 7 milyon insanı yerinden eden 50 yıllık çatışmaya dair heyecan verici barış görüşmeleri bu tarihlerde ivme kazanmıştı. Bu tanışıklık sayesinde, 2016 yılında düzenlediğimiz “Tarihsel Diyalog ve Geçmişle Yüzleşme Bölgesel Yaz Okulu‘na” Dejusticia’da araştırmacı Nelson Camilo Sánchez’i çağırmış ve ondan biri kapalı, biri kamusal olmak üzere Kolombiya’da barış sürecine dair iki sunum dinlemiştik. Tüm bu öğrenme sürecinde, hem dünyanın en uzun süreli çatışmasına dair son derece yaratıcı müzakere araçlarıyla bir barış süreci yürüten Kolombiya’dan, hem de bilgi kaynağımız Dejusticia’dan çok etkilenmiştim. Bu yüzden 2017 senesindeki atölyeye bu sefer merkezden benim katılmam kararlaştırıldığında epey heyecanlandım.
Dejusticia kendini hukuki ve sosyal çalışmalar yapan bir eylem-araştırma merkezi olarak tanımlıyor, think tank yerine think/do tank kavramını tercih ediyor. Cüretkâr, meraklı ve yaratıcı bir kuruluş ve ilgileri de geniş bir alana yayılıyor: i) hukukun üstünlüğü, ii) dezavantajlı grupların güçlendirilmesi, iii) eşitsizlik üreten ekonomik, sosyal ve çevre politikalarının insan hakları ilkeleri ile uyumlu bir şekilde dönüştürülmesi ve iv) küresel insan hakları tartışmalarında küresel güneyin aktörlerinin güçlendirilmesi.
Fakat tüm bu genel geçer ifadelerin ötesinde, beni bu atölye ve Dejusticia ile ilgili etkileyen bir çok şey var ve bu yazıyı yazma motivasyonum da bunlardan bahsetmek.
Dejusticia ile ilgili ilk dikkatimi çeken şey, Kolombiyalı bir sivil toplum kuruluşundan bekleyeceğimden çok daha büyük bir küresel iddialarının olmasıydı. Uluslararası ilişkileri küresel kuzey ve küresel güney kavramlarıyla telaffuz ediyor ve insan hakları mücadelesinin karşı karşıya olduğu küresel meseleler üzerine kafa yoruyorlar. Bu seneki atölyenin teması da bu entelektüel çabanın bir parçası olarak, tüm dünyada yükselen popülizm dalgası ile koşut daralan sivil alanlar meselesi ve bunun insan hakları hareketi için yarattığı tehditler üzerindeydi.
Küresel iddiası bir yana, Dejusticia aynı zamanda kökleri Kolombiya ve Latin Amerika’nın sosyal mücadelelerinden güçlü bir şekilde beslenen bir organizasyon. Ekonomik adalet, çevre adaleti, uyuşturucu politikaları ve geçiş dönemi adaleti gibi konularda yaptıkları araştırma ve savunuculuk faaliyetlerini bu alanlarda mücadele yürüten sosyal hareketlerle son derece organik ilişkiler içinde yürütüyorlar. Atölye programlarını da geleneksel olarak o senenin tartışma teması ile ilgili bir şehirde gerçekleştiriyor, katılımcıların mutlaka bu mücadelenin aktörleri ile bir araya gelmesini sağlıyorlar. Bu seneki program da başkent Bogota’nın yanı sıra, Kolombiya’nın Pasifik bölgesinde Afrika kökenli nüfusun yoğun yaşadığı Cali şehrindeydi. Biz de bu kapsamda Pasifik bölgesinin önemli toplumsal liderleriyle tanışma fırsatı bulduk.
Gelelim atölyenin detaylarına. Bu sene beşincisi düzenlenen, uzun adıyla Global Action-Research Workshop for Young Human Rights Advocates [1], küresel güneyin insan hakları aktivistlerinin yaratıcı yazma ve araştırma becerilerini geliştirmeyi hedefleyen bir haftalık bir program. Bu hedef, insan hakları aktörleri arasında kuzeyin dolayımı olmaksızın güney-güney arası ilişkileri arttırmaya yönelik Dejusticia’nın küresel vizyonunun da bir parçası.[2] Böylece güneyin genç aktivistlerinin uluslararası insan hakları tartışmalarında kendi hikâyelerini daha yetkin bir şekilde anlatmalarına katkıda bulunmak hedefleniyor. Bu seneki atölyeye Yemen, Ekvador, Şili, Hindistan, Brezilya, Beyaz Rusya, Güney Afrika, Türkiye, Mısır, Bosna Hersek, Meksika, Venezuela, Kenya, Rusya ve Arjantin’den toplam 19 hak savunucusu katıldı.
“İnsan hakları mücadelesi anlatacak hikâyesi olan insanlardan oluşuyor. Raporlar teknik metinler olmanın ötesinde, insani olanı da ifade etmeli. Bu yüzden bu atölye ile katılımcıların iletişim, yaratıcı yazma ve araştırma becerilerini geliştirmeyi hedefliyoruz. Atölye aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’nın sesinin çok yüksek çıktığı insan hakları evreninde farklı görüşlerin sesinin yükselmesini hedefliyor.”
Atölye tanıtım metninden
Program 3 temel eksen etrafında kurguluydu: 1) araştırma, 2) yaratıcı yazma/iletişim becerileri ve 3) tematik tartışmalar.
Araştırmaya yönelik oturumlarda Dejusticia’nın kıdemli araştırmacıları eylem odaklı araştırma yaklaşımı (action-research) üzerine seminerler verdi[3]. Dejusticia, eylem odaklı araştırma yaklaşımını “yüzergezer” anlamına gelen amphibious kavramıyla tanımlıyor ve bu kavramın ima ettiği ikilik doğrultusunda araştırmacının bilimsel titizlikten taviz vermeden nasıl hem mücadele hem de akademi alanlarında mevcut olabileceğini savunuyor. Bu oturumlarda da hedef, katılımcıları aktivist ve araştırmacı şapkalarını nasıl uzlaştırabileceklerine dair bazı yöntem tartışmaları ile tanıştırmaktı. Eylem odaklı araştırma yaklaşımında gündeme gelen önemli bir risk, toplumsal mücadeleler ile organik ilişkiler geliştiren araştırmacının tarafsızlığı ve güvenilirliğinin sorgulanması. Ciddiye alınması gereken bu eleştiriye karşı bu atölyede üzerinde çok durduğumuz bir konu, araştırmacının kendi öznel konumunu ortaya koyması.
Tam da bu tespitten hareketle, atölyenin ikinci ekseni olan yaratıcı yazma atölyeleri bize kendimizi hikâye anlatıcısı (narrator) olarak konumlandırmayı öneriyordu. Bu atölyelerdeki yazma egzersizlerinde en önemli kural, üçüncü şahıs değil birinci şahıs dilini kullanmamızdı. Böylece bir yandan araştırdığımız konuyla ilgili kendimizi hukukun veya politikanın teknik diline sığınmadan ortaya koymaya davet ediliyorduk, bir yandan da edebiyatın alanına girerek daha sürükleyici metinler yazmaya çalışıyorduk.
Yaratıcı yazma atölyelerini Kolombiya’nın önde gelen gazetelerinden El Espectator’ın Pazar editörü, Nelson Redy Padilla adında son derece etkileyici bir gazeteci yaptı. Bir dönem Gabriel Garcia Marquez ile beraber çalışmış, Kolombiya ve bölgedeki tüm gazetecilik ödüllerini almış ve iflah olmaz bir edebiyat tutkunu olan Nelson, bize kendi gazetecilik deneyiminde edebiyatın yerini ve edebiyatın duyulara hitap eden imkânlarını anlattı. Nelson’un, yönettiği 4 oturum da bizi içimizdeki hikâye anlatıcısına alan açmaya zorladı.
İyi bir hikaye anlatıcısı şüphesiz duygularıyla temas kurabilendir. Bu ise güven duygusu ve çaba gerektirir. Atölye programında bu çabanın en somut hali ‘konsey’ toplantıları oldu. Amerikan yerlilerinden gelen bir gelenek, bir konuşma ve dinleme pratiği olan konseyde insanlar çember olup belirli bir konu hakkında duygularını ifade ediyor. Bir kişi konuşurken kimse araya girmiyor. İsteyen sırasını atlayabilir veya tüm konsey boyunca sessiz kalabilir. Sürecin sırrı katılımcılardan beklenen dört temel niyette. Buna göre herkes kalpten konuşmaya, kalpten dinlemeye, sırası geldiğinde içinden geleni söylemeye ve konuşurken yalın olmaya çaba göstermeli. Yani normal hayatta alışık olduğumuz, başkası konuşurken kendi söyleyeceklerini tasarlama veya akıllı görünmeye çalışma gibi alışkanlıkları bir kenara bırakmaya, hislerimizi geldiği gibi ortaya koymaya ve başkalarını gerçekten dinlemeye davet ediliyoruz.
“Orada kendin, gerçekten samimi halinle kendin oluyorsun. Kendini başkalarına açtığında, kişisel deneyimlerini ve hayatta yaşadıklarını paylaştığında, onlar da seni dinliyor ve yargılanmadan kendini ifade etme şansı buluyorsun. Sen de onların hikâyelerini dinliyorsun ve bence anlattığımız çoğu hikâyelerde ortak noktalar var. Ve onları dinleyip ‘Evet, o da bazı zorluklar yaşamış, ben de yaşadım ve onunkilerle bir bağ kurabiliyorum,’ dediğinde, bu kendini açma konusunda daha da olgunlaşmanı sağlıyor.”
Edward, Ironwood Devlet Hapishanesi’nde mahkum[4]
İstanbul’a döndükten sonra konseye dair materyallere baktığımda bunun ABD’de birçok sosyal projede kullanılan bir yöntem olduğunu gördüm. Örneğin Mahkûmlar Konsey Programı kapsamında, Ironwood Devlet Hapishanesi mahkûmlarının konsey sürecine dair deneyimlerini anlattıkları alttaki videoyu seyretmenizi tavsiye ederim.
Biz de atölye boyunca 3 konsey yaptık. Bunlarda kendimiz hakkında son derece mahrem konuları; örneğin birinde annemizin en sevdiğimiz özelliğini, diğerinde hayattaki en büyük korkumuzu paylaştık. Birbirimizle en kırılgan taraflarımızı paylaştığımız bu konseylerin hepsinde duygusal kırılma anları yaşadık. Sonuç hepimiz için sarsıcı olduğu kadar dönüştürücü de oldu. Kendi anlattıklarımıza ve başkalarının anlattıklarına ağlayabildiğimiz bu çember, kendimizi olduğumuz gibi ortaya koyduğumuz ‘güven alanımız’ oldu.
Programın beceri geliştirmeye yönelik (araştırma ve yaratıcı yazma) oturumlarının yanı sıra, bu seneki tematik odağında tüm dünyada yükselen sağ popülizme koşut gözlemlediğimiz sivil alanların daralması meselesi vardı [5]. Atölyenin ilgili oturumları, son yıllarda çok tartışılan bu küresel olgunun insan hakları hareketine yönelik oluşturduğu tehditleri ve bu tehditlere karşı yapabileceklerimiz üzerine kurgulanmıştı.
Tartışmaya insan hakları hareketinin cevap vermesi gereken başlıca küresel dinamikler üzerine Dejusticia Direktörü César Rodriguez’in sunumuyla başladık. Cesar, bugün insan hakları mücadelesini etkileyen koşulların 40 yıl öncesine göre farklı niteliklerine değindi. Buna göre dünya bugün küresel güç dengelerinin güney lehine eşitlendiği, çok kutuplu, bilgi-iletişim teknolojileri ve sanal ağların ilişkilerimizi dönüştürdüğü bir yer; ve insan hakları normlarının 90’lı yıllarda gördüğümüz yaygınlaşma eğiliminin tersine, bugün kazanılmış haklarda geriye gittiğimiz küresel bir süreç yaşıyoruz.
Bu genel manzara karşısında, örneğin Arjantinli öncü insan hakları kuruluşu CELS’in (Center for Legal and Social Studies)[6] 70 ve 80’li yıllarda benimsediği, Cesar’ın “bumerang” adını verdiği lobicilik anlayışı artık iş görmüyor. Bu yıllarda CELS uluslararası mesaisinin çoğunu Washington’da harcıyor, Arjantin hükümetine ihlallere son vermesi yönünde baskı yapması için ABD’ye baskı yapıyordu. Bugün buna benzer bir stratejiye dünyanın birçok ülkesinde siyasetin “iç ve dış mihraklar” ekseninde vereceği cevap repertuarı sanırım hepimizin malumu.
Cesar’a göre bu duruma verilecek cevap, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi küresel STK’ların geleneksel olarak benimsedikleri, genel merkezde temsil edilen evrensel standartların her ülkenin özgün koşullarına öncelendiği dikey entegrasyon modelinden başka bir yerde[7]. Bunun yerine, güneyin STK’ları kendi ülke bağlamlarına dair sahip oldukları uzmanlığı kullanarak, belki çok daha uzun zaman alacak ve maddi zorluğa neden olacak ortaklaşma süreçlerini göze almalı, tespit ettikleri ortak sorunlar etrafında bölgesel ilişkilerini çoklu bumeranglar haline getirmeli. Elbette tüm bu yeni süreçlerde yeni teknolojilerin imkân verdiği sanal ilişkilenme modellerinin kullanılması çok önemli. Avaaz.org gibi dijital kampanya mecralarının teşkil ettiği örnekleri takip ederek, geleneksel örgütlerin bir yolunu bulup yeni neslin teknoloji meraklısı aktivistleriyle ortak bir yerde buluşmayı başarması gerekiyor.
Atölyenin tematik tartışmaya ayrılan diğer oturumlarında bu genel manzaradan hareketle, dünyanın birçok ülkesinde yükselen popülist eğilimleri ve kullandıkları araçları tartıştık. Cevap aradığımız bazı sorular şunlardı: İnsan haklarına yönelik her dönem karşılaştığımız baskılarla bu süreç arasındaki fark nedir? Sivil alanlara yönelik baskılar ne tür hükümetlerde daha fazla görülüyor? Hangi araç ve yöntemler öne çıkıyor? Sivil toplumun yerli ve yabancı fon kaynaklarına yönelik kısıtlamalar, dernek açmaya yönelik engeller, hak savunucularına yönelik keyfi gözaltı uygulamaları ve fiziksel şiddete varan baskılar, karalama kampanyaları gibi sivil alanı daraltan ortak meseleler ise tartışıp çözüm perspektifleri üzerinde durduğumuz konular arasında önde gelenlerdi.
Yaptığımız son konseyde Cesar tüm samimiyetiyle, burada yapılanların burada kalmasının ve gelecekte hiçbir fayda sağlamayacak olmasının en büyük korkusu olduğunu söyledi. Bu korku sebebiyle olacak, Dejusticia’nın atölye sürecinden elle tutulur bir sonuç çıkarmak adına ciddi bir ön hazırlığı vardı. Bunlardan ilki, katılımcıların atölye sonrasında burada öğrendiği becerileri uyguladıkları 10,000 ila 12,000 kelime uzunluğunda araştırmalar yazmaları. Böylece atölyede olan atölyede kalmayacak ve edinilen beceriler uygulama sahası bulacak. Bu makaleler de tematik bir yayın altında Dejusticia tarafından yayımlanacak ve güneyden hikâyeler olarak uluslararası insan hakları camiasında dağıtıma sokulacak.
Ancak atölyenin son gününde bundan daha işlevsel bir soruya da cevap aradık. Bir yandan tematik tartışmalarda sivil toplumun tespit ettiğimiz kimi ihtiyaçlarına cevap veren, bir yandan da birbiriyle geçmişte hiçbir çalışma ilişkisi olmayan farklı kurum ve kişilerin her biri için fayda sağlayabilecek ortak bir çalışma ne olabilirdi? Sorunun kısa cevabı bir cep telefonu uygulaması oldu. Dejusticia’nın bir süredir üzerinde düşündüğü bu öneri, üniversitelerin eski mezunları ile ilişkilerini yönetmek için kullandıkları sistemlere benzer bir şekilde, atölye katılımcıları arasında işlevsel bazı konularda iletişim ve bilgi paylaşımı sağlayacak bir uygulama fikriydi. Bu fikir etrafında, güneyin insan hakları savunucularının ihtiyaçlarına dair tespit ettiğimiz 6 işlevde – fon geliştirme, psiko-sosyal destek, medya ile ilişkiler, veri analizi, veritabanları ve grafik tasarım) altı telefon uygulaması tasarladık. Bu tasarım modellerinin her biri Dejusticia tarafından geliştirilecek uygulama için fikirler olarak kaydedildi. Nihayetinde Dejusticia burada önermiş olduğumuz fikirleri de kullanarak atölye katılımcılarının kaydolup kullanacağı bir telefon uygulaması geliştirmeyi taahhüt etmiş oldu.
En başta söylemem gereken en sona kaldı, ancak bu tür etkinlikleri özel kılan en önemli şey elbette katılımcılar. Ve bu atölye bu anlamda da son derece etkileyiciydi. İzlenimlerimi her biri birbirinden önemli işler yapan aktivistlerden iki tanesinden, çalışmaları Hafıza Merkezi ile de ilişkili olan Osamah ve Lydia’dan bahsederek bitireceğim.
Yemenli araştırmacı ve aktivist Osamah Alfakih, kurucularından olduğu Mwatana Organization for Human Rights’da ağır hak ihlallerini belgeleyip raporluyor. İşinin, Yemen’de şehirlerin bombalandığı ve Ocak 2016 itibariyle 2,795 sivilin hayatını kaybettiği iç savaştan beri çok ağır psikolojik bedelleri var. Osamah birçok arkadaşının hayatını kaybettiğini, kalanların ülkeyi terk ettiğini, kendisinin de bu süreçte yalnızlaştığını ve ağır depresyon ile mücadele ettiğini söylüyor. Fakat çalışmaları Yemen’de olan bitenleri uluslararası kamuoyuna aktarmak için hayati. Yaptıkları nitelikli raporlama Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi önde gelen insan hakları kuruluşları tarafından referans alınıyor. Osamah bu yüzden, en azından şimdilik ülkeden ayrılmayı düşünmüyor. Onun bu atölyeye katılmak için de hepimizden büyük bir fedakârlık göstermesi gerektiğini orada öğreniyoruz. Atölyeye geçen sene de kabul edilmiş, ancak Sanaa havaalanındaki Sudi Arabistan önderliğindeki koalisyon sivil uçuşa izin vermediği için katılamamış. Bu sene katılabilmek için önce Sanaa–Salalah (Umman) arasını karayoluyla geçtiği, ardından Salalah–Doha–İstanbul–Bogota aktarmalı uçtuğu, toplamda 4 gün süren bir yolculuk yapması gerekmiş.
“Sanaa’dan Pazartesi sabahı ayrıldım ve Bogota’ya varmam Cuma sabahını buldu. İlk olarak Sanaa’dan Doğu Yemen’deki Seiyun’a 23 saat süren bir otobüs yolculuğu yaptım. Birkaç saat sonra da Seiyun’dan Umman sınırına gitmek için otobüse bindim. Bu da 10-11 saat sürdü. Sınırda sabah 10’dan akşam 7.30’a kadar beklemek zorunda kaldım; normalde sınır kontrolü yarım saat sürüyor ama ben şansızdım ve ismimin sınıra gelmesi gecikti. Sınırdan Salalah şehrine yol 2 saat sürdü. Orada akşam yemeyi yiyip 4 saat uyudum. Yyandım ve havaalanına gittim. Sonra Salalah – Doha – İstanbul – Bogota aktarmalı uçtum.”
Osamah Alfakih
Lydia Muthiani de Kenya’da kadın hakları ve geçiş dönemi adaleti üzerine harika çalışmalar yapan bir avukat. Şu anda Women’s Link Worldwide adlı uluslararası STK’da kıdemli avukat olarak Doğu Afrika’da (Kenya, Uganda, Tanzanya ve Rwanda) yürüttükleri cinsel-üreme sağlığı hakları ve geçiş dönemi adaleti programlarından sorumlu. Lydia bundan önce Kenya’da 2007 seçimleri sonrası yaşanan şiddet olayları ile ilgili Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) çalışmış. UCM’nin o güne kadar yürüttüğü beşinci soruşturma olan Kenya davasında ne yazık ki yapılan tüm suçlamalar delil yetersizliği sebebiyle düşmüş. Trajik bir biçimde, ülkenin bugün devlet başkanı olan Uhuru Kenyatta hakkında da bu soruşturma kapsamında cinayet, zorla yerinden etme, tecavüz gibi insanlığa karşı suçlara dolaylı iştirak suçlamaları olmuş, ancak suçlamalar yeterli delil olmadığı için 2015 yılında düşmüş. Kenyatta 2013 yılından beri Kenya’nın devlet başkanı. Lydia da yaptığı işte, bugün halen en üst düzeyde görev alan siyasilerin dâhil olduğu bir dosyada çalışmış olmanın getirdiği risklerle baş etmek zorunda kalmış, yürüttüğü çalışmalar nedeniyle bir dönem tehdit telefonları aldığı için tam 6 ay zorunlu izne çıkmak zorunda kalmış.
Osamah ve Lydia’nın dışında, Meksika’dan Natalia, Ekvador’dan Juan ve Sylvia, Brezilya’dan Manoel ve João, Venezüela’dan Ezequiel ve Jennifer, Arjantin’den Slavenska, Şili’den Sebastián, Hindistan’dan Rajanya ve Vibi, Bosna Hersek’ten Lejla, Beyaz Rusya’dan Inna, Güney Afrika’dan Ektaa, Rusya’dan Katerina, Mısır’dan Mostafa’nın da adlarını teker teker anmam gerekir. Çok şeyler öğrendiğim bu insanların her biri benim için hem kendi iç dünyalarına, hem de ülkelerine açılan birer pencere oldular. Bir kısmıyla tekrar görüşeceğiz, bir kısmıyla bu hiç mümkün olmayacak, fakat kalbimde çok özel bir yer edinmiş olan bu etkinlik sayesinde aramızda oluşan bağı, yüzümde hep tatlı bir tebessümle hatırlayacağım.
---
[1] Genç İnsan Hakları Savunucuları için Küresel Eylem-Araştırma Atölyesi
[2] Dejusticia’nın bu vizyona yönelik farklı uluslararası atölye çalışmaları da var; https://www.dejusticia.org/en/how-we-work/internationalization/
[3] Dejusticia, “Amphibious Research: Action Research in a Multimedia World” (Bogota, 2015), https://www.dejusticia.org/en/publication/amphibious-research-action-research-in-a-multimedia-world/
[4] Center for Council, https://www.youtube.com/watch?time_continue=2&v=phZJs_ojeWI
[5] Önceki yılların tematik konuları eşitsizlik (2016), geçiş dönemi adaleti (2015), çevre adaleti (2014) ve maden çıkarma sanayii (2013) olmuştu.
[6] Yasal ve Sosyal Çalışmalar Merkezi
[7] Cesar aynı zamanda bu iki kurumun bugün bu örgütlenme modelinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığı ve o ülkelerde yerel bağlamı daha fazla dikkate alacak şekilde örgütlenmeye başladıkları notunu da düştü.