Türkçede ‘yağmurun gelin’, yani ‘gökkuşağı’ anlamına gelen belgeselin yönetmeni, Dilek Gökçin. Metin ise gazeteci İrfan Aktan’ın kaleminden çıkmış. Belgesel, 25 yıl önce Yüksekova, Befircan köyünde yaşayan, şimdi 30’larında olan 10 çocuğun bugünlerinin izini sürüyor.
90’larda Türkiye’nin batısında çocukluğunu yaşayanlar için çoğu şey çok bilindik. Ya Fırat’ın doğusu? Gözaltına alınan bir babanız, öldürülüp aracın arkasına bağlanarak ibret olsun diye dolaştırılan bir akrabanız oldu mu? Aynı memlekette iki ayrı deneyim… Çocukluğunda Yüksekova – Befircan köyünde yaşayan on çocuk: Alaattin, Aysun, Azad, Kenan, Mensur, Necip, Özay, Özgen, Rıfat ve Rojhat şimdilerde 30’lu yaşlarının başlarında. O dönem Yüksekova’da yaşayan bu çocukların bugünleri nasıl?
Dilek Gökçin’in belgeseli “Bûka Baranê” yaklaşık 25 yıl sonra bu çocukların peşine düşüyor. “Gökkuşağının peşindeki çocukların…” İlk gösterimi İstanbul Film Festivali kapsamında yapılan film dağıtıma girmeyecek. “Bu nedenle üniversiteler, STK’ler, festivallerden talep gelirse, kim isterse göndereceğiz” diyor Gökçin.
Express’teki yazı ve röportajlarından tanıdığımız gazeteci İrfan Aktan’ın 5-6 yıl önce eline geçen ilkokul dönemi fotoğrafı üzerinden kurgulanan bir film “Bûka Baranê”. Kürtler gökkuşağını, “yağmurun gelini” anlamına gelen “bûka baranê” sözüyle tanımlıyor. Fotoğrafta bir sınıf öğrenci, öğretmenleriyle birlikte okul bahçesinde, tepelerinde bir gökkuşağı. “Oradaki çocukların neyse ki hepsi hayatta” diyor Aktan: “İki kişi dağda, biri hapiste, diğerleri farklı yerlerde.”
Yapımcılığını Hafıza Merkezi adına Murat Çelikkan’ın üstlendiği filmin yönetmeni Gökçin, Metin Erksan ve Lütfi Ö. Akad’ın asistanlığını da üstlenmiş bir isim. “Hafıza Merkezi geçmişteki kayıplar üzerine çalışan, bunları belgeleyen ve sonra da hukuki süreç başlatan bir merkez. İrfan bu fotoğrafı bana göstermeden önce aklımızda başka bir hikâye vardı aslında. Fotoğrafı büyüleyici yapan o gökkuşağıydı.”
“Bûka Baranê”nin “İki Dil Bir Bavul” filminin kardeş filmi olduğunu söylüyor Aktan. Filmin metnini İrfan Aktan kaleme alıyor. “O fotoğrafı gördüğüm ilk andan itibaren nasıl bir maziyi hatırladıysam, nasıl bir his yarattıysa bende hep o hissi takip ettim. Asla insanların acımasına neden olacak ya da ajitatif bir dil kullanmadım.”
Aysun’un düğünüyle açılıyor film. “Haber yazarken ilk haberi yazarsın sonra başlığı atarsın ya, ben metni yazarken ilk ismi yazdım: ‘Bûka Baranê’. Gökkuşağı burada barışa giden yolu ve Kürt meselesini anlatmak için önemli bir metafordu. Düğün sahnesindeki şenlik havası da bütün o savaş haline rağmen insanların yaşamaya devam ettiğini anlatıyor.”
Aktan’ı başta ikna etmek zor olmuş; nedenini kendisi anlatıyor: “Benim çocukluğumun hikâyesi diye herkesle paylaşılması fikrine sıcak bakmadım. Ayrıca hikâye İstanbul’dan, batıdan gelen Dilek tarafından çekilecekti. Dilek’e dair bir şüphem yoktu ama, olduğu gibi aktarabilecek mi diye şüphem vardı açıkçası. Ama tam da olması gerektiği gibi bir film çıktı ortaya.”
Gökçin, ağustos ayında çekimler için Yüksekova’ya gittiğini söylüyor. “Şemdinli olaylarının en yoğun yaşandığı dönemdi. Befircan sırtını dağa dayamış bir köy. Dağın öbür tarafı Dağlıca.Tepemizden sürekli Heronlar geçiyordu.”
Çekimler sırasında bazen arkadaşlarının telefonla aradıklarını, “neredesin” diye sorduklarını söylüyor Gökşin. “Neredesin? Yüksekova. Ne işin var senin ‘Kekova’da. Yüksekova diye bir yer yok onlar için. Daha Türkiye’de Yüksekova’nın nerede olduğunu coğrafi olarak bilmeyen pek çok insan var.”