Hakikat Adalet Hafıza Merkezİ (Hafıza Merkezi) olarak Tarihsel Diyalog ve Geçmişle Yüzleşme Bölgesel Ağı bünyesinde düzenlediğimiz yaz okulu programı, bu sene 13-18 Haziran 2016 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşti. Program, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Kafkasya bölgelerinde tarihsel diyalog ve geçmişle yüzleşme alanlarında çalışan sivil toplum profesyonellerine yönelik düzenlendi.
Faaliyetlerine 2013 yılından itibaren başlayan Tarihsel Diyalog ve Geçmişle Yüzleşme Bölgesel Ağı, Türkiye’nin yakın komşusu olan bölgelerde yüzleşme ile ilgili alanlarda çalışan sivil toplum profesyonellerinin birbirlerini tanıdıkları, kapasitelerini arttırdıkları ve beraber öğrendikleri ortamlar yaratan bölgesel bir ağ olmayı hedefliyor. Hafıza Merkezi bu amaçla her sene düzenli olarak bölgesel katılımlı bir yaz okulu ve bir atölye programı düzenliyor.
Columbia Üniversitesi Tarihsel Diyalog ve Hesap Verilebilirlik için İşbirliği Programı ve Columbia Global Centers | İstanbul ortaklığında düzenlenen 2016 yaz okulu programı kapsamında, geçiş dönemi adaleti ve tarihsel diyaloğun farklı boyutları üzerine bir dizi seminer ve atölye oturum gerçekleştirdi.
Program içeriğinin tamamına dair kapsayıcı ders notlarını aşağıda bulabilirsiniz.
Tarihsel Diyalog geçmişle yüzleşmek için başvurulan birçok yöntemin ( hakikat komisyonları, ders kitapları, hafızalaştırma…) birleşimi ve bu yöntemlerin güncel hafızaya etkisinin çalışmasıdır. Tarihsel Diyalog, hakikati farklı bağlamlarda farklı değerler ve anlamlar taşıyan bir kavram olarak ele alır. Buna göre, hakikat mikro ve makro olmak üzere iki boyutta incelenebilir. Mikro boyutta, bireysel bakış açısı, makro boyutta kolektif bakış açısı temel alınır. Mikro ve makro boyutta ulaşılan hakikat birbirleriyle çatışabilir ve çelişebilir. Burada önemli olan, ikisini bir arada var edebilecek bir çıkarım yapmak ve ikisi arasındaki dengeyi kurmaktır.
Tarihsel şiddet kavramını incelerken, şiddete güncel yapılarda kendini dışa vuran bir kalıt olarak yaklaşmak önemlidir. Dolaysıyla, şiddet söz konusu olduğunda geçmişle hesaplaşmak sadece sembolik olarak mümkündür, şiddetin gerileyeceği düşünülemez. Bu, geçmişle yüzleşmenin önemsiz olduğu anlamına gelmemelidir, sadece çalışmaya gerçekçi yaklaşmak, tarihsel diyaloğun artı yönlerini ve eksiklerini farkında olmak gerekir.
Tarihi nasıl hatırladığımız değişse de, ne olduğu değişemez. Hakikat komisyonları ve tarih komisyonları bu nedenle önemlidir, ikisi de barış içinde bir geleceğe geçişin kolaylaştırıcılarıdır. Hakikat komisyonları, mikro boyutta, bireylerin hakikat hakkı kapsamında faaliyet gösterir. Tarih komisyonları ise makro boyutta çalışır ve tarihsel belgelerin analizini yapar.
Geçiş Dönemi Adaleti otoriter rejimlerden demokrasiye, çatışma halinden barışa geçme sürecindeki toplumlarda geçerlilik kazanan bir kavramdır. Geçiş Dönemi Adaleti, geçmişte devlet eliyle gerçekleşen büyük çaplı ve sistematik insan hakları ihlalleriyle başa çıkmak için bir yöntem olarak ortaya atılmıştır.
Geçiş Dönemi Adaleti, Onarıcı Adalet[1] ve Cezalandırıcı Adalet[2] mekanizmalarını faaliyete geçirir. Onarıcı Adalet mağdurları kapsar, amaç hakları ihlal edilmiş insanlar ve onların yakınları için adil bir yaşamı ve adil bir geleceği garanti altına almaktır. Cezalandırıcı Adalet ise şiddetin sorumlularını ve hak ihlallerini yapanları kapsar, amaç faillerin yaptıklarından sorumlu tutulmalarını ve hesap vermelerini sağlamaktır.
Geçiş Dönemi Adaleti’nin ilkekeri, Hakikat hakkı, Adalet hakkı, Tazminat ve Tekrarlanmamadır.
Hakikat Hakkı
Hakikatin ortaya çıkması adalet için bir önkoşuldur. Adaletin sağlanması için savaş, çatışma sırasında yaşanan vahşetin soruşturulması gerekir. Hakikat hakkı hem bireysel hem de kolektif bir haktır. Mağdurlar ve onların yakınları başta olmak üzere toplumun tamamı o dönemde neler olduğu ve mağdurların başına neler geldiği konusunda aydınlatılmalı, suçluların kimler olduğuna dair bilgilendirilmelidir.
Adalet Hakkı
Adalet Hakkı sorumluların yerel ve/veya ulusal boyutta yargılanmasını gerektirir.
Tazminat
Tazminat, mağdurların çektiği acıların bir ölçüde telafi edilmesidir. Tazminat maddi veya sembolik olabilir. En büyük sembolik tazminat o dönemde işlenen suçlara dair farkındalık yaratılması ve mağduriyetin tanınmasıdır.
Tekrarlanmama
Adalet yaşanan vahşetin tekrarlanmamasını gerektirir. Devlet başta mağdurlar olmak üzere tüm topluma vahşetin bir daha gerçekleşmeyeceğini garanti etmelidir. Büyük ölçekli ve sistematik insan hakları ihlalleri devletin kurumları aracılığıyla gerçekleştiği için devlet, geçiş döneminde kurumlarda reform yapmakla yükümlüdür.
Sözlü kaynaklara dayalı tarih yazımı, Holokost sonrasında kabul görmüş ve yaygınlaşmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde tanık ifadeleri değerli bilgi kaynağı olarak görülmeye başlandı, “tanıklık” önemli bir yer kazandı. Adolf Eichmann davasını bunun bir örneği olarak görebiliriz. Sözlü tarih, 1948 yılında, Columbia Üniversitesi’nden Allan Newins üst sınıf Beyaz Amerikalı erkeklerle röportaj yapmaya başladığında, tarih çalışmalarında ayrı bir akım olarak yerleşti. Newins’in yaptığı röportajlar insanların neler yaşadığına ve etrafında olup bitenlere nasıl karşılık verdiklerine dair bilgi sağladı. Sözlü Tarih, İngiliz Marxist tarihçilerin işçi sınıfıyla yaptıkları röportajlarla yön değiştirdi. Bu tarihçilerin kulak verilmeyen, bastırılmış ve susturulmuşların sesi olmak gibi politik bir amaçları vardı.
Sözlü Tarih uygulaması ana akım tarihçiler tarafından sübjektif ve taraflı bilgiyle hareket edildiği gerekçesiyle sıkça eleştirmekte, oysa Sözlü Tarihçiler için sübjektivite zayıf nokta olmaktan ziyade bu akımın güçlü yönü. Sözlü Tarihçilere göre bu yöntem:
Sözlü Tarih insan hakları ihlallerini belgelemek için önemli bir yöntem. Sözlü Tarih, hak ihlallerinin nasıl ve ne ölçüde gerçekleştiğini, gündelik hayatı nasıl etkilediğini, siyasi, ekonomik ve sosyal yaşama nasıl yansıdığını, farklı etnik ve dini gruplarda ne kadar farklılaştığını daha iyi anlamamıza olanak sağlıyor.
Sözlü Tarih toplumsal cinsiyet çalışmalarında önemli bir yere sahip. Çünkü ana akım tarihçiler kadınların yaşadıklarını, deneyimlerini anlatılarına katmayı ihmal etmekte. Kadının tarihteki yokluğu o kadar kanıksanmış ki kadınlar bile kendi yaşadıklarını anlatmaya, kaydetmeye değer bulmuyor.
Türkiye’de Sözlü Tarih ve Zorla Kaybedilen İnsanların Eşleri
Özgür Göral’ın n alan çalışması yaparken deneyimlediklerine göre kadınlar söze: “Bizim hikayemiz anlatmaya değer değil. Bizden değil de kocalarımızdan konuşalım.” diye başlıyor. Halbuki kadınların hikâyelerini dinlemenin önemi büyük. Çünkü:
Sırbistan’da, Yugoslavya’nın dağılmasının ertesinde, Geçiş Dönemi Adaleti’nin üç ana unsuru temel alınarak hareket edildi. Sırbistan, geçmişle yüzleşmek ve hesaplaşmak ve adaleti ve barışı sağlamak adına adım atmış gibi gözükse de, Sırbistan’daki durum ancak geçiş dönemi adaleti mekanizmalarının nasıl işlememesi gerektiğinin bir örneği olabilir. Sırbistan örneği şeytanın ayrıntıda gizlendiğinin göstergesidir.
Sırbistan Örneğinin Problemleri
1. Savaş Suçlularının Yargılanması
Şu ana kadar Sırbistan’da 188 kişi yargılandı. Sırbistan’da yargılanan insanların sayısı çarpıcı bir şekilde Lahey’de yargılananlardan fazla olsa da Sırbistan’da adaletin sağlandığına dair bir inanç yok. Neden?
Öncelikle, yargılanan ve ceza alan insan profiline bakılmalı. Sırbistan’da yargılanan ve ceza alanların büyük çoğunluğu düşük rütbeli, görev zincirinde alt sıralarda yer alan insanlar. Oysa Lahey’de savaş suçundan hüküm giyenler devlet adamları ve ordunun yüksek rütbeli insanları. Sırbistan sadece alt kademe insanları cezalandırarak aslında savaş suçlarının işlenmesinde devletin başındakilerinin ve devlet kurumlarının rolünün üstünü örtmüş oluyor.
Ayrıca, Sırbistan’da yürütülen davalarda, tanıkların can güvenliği büyük bir sorundu. Mağdurların çoğu katledilmiş olduğu için tanıklar genelde devlet kurumlarının içindeki insanlardı.
2. Hakikat
Sırbistan’da savaşın ertesinde, savaş sırasında gerçekleşen vahşetin ölçüsünü anlamak ve failleri tespit etmek için bir hakikat komisyonu kuruldu. Amaç hem Sırpların, hem Hırvatların hem de Boşnakların işlediği suçlar, mağdurların başına gelenler hakkında hakikati ortaya çıkarmaktı. Fakat hakikat komisyonu sadece Sırplardan oluşuyordu. Bu da ortaya çıkacak olan “gerçeğin” tarafsızlığı ve objektifliği konusunda şüphelere yol açtı.
Ayrıca, şu an hala Sırp ders kitapları elden geçmiş değil. Ders kitapları milliyetçi söylemi devam ettirmekte. Tarih kitaplarında Sırplar savaşın tek mağdurları olarak tasvir ediliyor. Srebrenica Soykırımı anlatılsa da, katliamla Sırp devleti ve ordusu arasında hiçbir bağlantı kurulmuyor.
Son olarak arşivlerin ve savaşa dair kayıtların çoğu yok edilmiş, dolayısıyla büyük bir bilgi açığı var. Hakikat Komisyonu’nun araştırmanın kaynağı olarak kullanacağı bilgi çok kısıtlı. Bilgiye erişim bu kadar kısıtlıyken, hakikatten bahsetmek ne kadar mümkün?
3.Tazminat
Sırbistan’daki mahkemeler mağdurlara tazminat verilmesinde karar kıldı. Bu umut verici bir gelişme gibi duyulsa da “mağdur” un tanımının kısıtlılığı tam aksini göstermekte.
Sırbistan mahkemeleri tarafından “mağdur” olarak görülmeniz için:
Bu tanım bir sürü mağduru dışarıda bırakmakta. Örneğin:
Büyük çaplı insan hakları ihlallerinin yaşandığı dönemlerin sonrasında kurulan hakikat komisyonları, mağdurların ve faillerinin isimleri gibi gerçekleri bulmak ve sunmak dışında iki büyük amaca hizmet etmektedir. Birincisi, geçmişte gerçekleştirilen vahşetin kabul edilmesini sağlamak ve mağdurların seslerinin duyulacağı bir alan yaratmak. İkincisi de, geçmişi bulgulara dayalı, mantıklı bir örgüyle anlatarak failler için inkar alanını daraltmak.
Hakikat komisyonları, ilk olarak, otoriter rejimlerin ve diktatörlük dönemlerinin sonrasında sistematik ve yaygın insan hakları ihlalleriyle yüzleşmek için kuruldu ve giderek her türlü çatışma sonrası dönemde kullanılmaya başlandı. Hakikat komisyonlarının temeli olan Hakikat Hakkı, Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesi tarafından, zorla kaybettirmelere karşılık vermek adına tanımlandı. Mahkeme, devletleri zorla kaybedilen insanların akıbetinin ne olduğuna dair mağdur ailelerine gerçeği aktarmakla yükümlü tuttu.
Hakikat Komisyonlarında işleyen süreç beş adımda özetlenebilir:
Hakikat Komisyonlarında Karşılaşılan Başlıca Zorluklar
Hakikat komisyonları her derde deva gibi görünse de çoğu başarısız oluyor. Başarısızlığın başlıca sebeplerinden biri fazlasıyla hırslı yetkililerin sivil toplumla tartışma ve onlara danışma süresini komisyonu işlevsiz hale getirecek kadar uzun tutması. Geçiş dönemi adaleti, süreçlerde sivil toplumun danışmanlığını gerektirse de, bunun süresi ve kapsamı en baştan belirlenmeli ve o çerçevede hareket edilmelidir.
Problem yaratan bir diğer unsursa zamanlamadır. Hakikat komisyonunu çatışmanın hemen ardından hayata geçirilirse, komisyonun siyasi ortamı yönlendirmesi zor olabilir.
Son olarak, beklentilerin altından kalkmak hakikat komisyonları için oldukça zorlayıcıdır. Komisyonların, vahşetin tanınması ve kabul edilmesi, inkarı önlemesi gibi faydalarının anlaşılması kadar, hakikat komisyonlarının sınırlarının fark edilmesi de önemlidir. Hakikat komisyonları toptan bir değişim yaratmak için hayata geçirilmez. Toplumsal değişim, hakikatin ortaya çıkmasının yanı sıra, siyasi liderlerin desteği, eğitimde yenilenme gibi bir sürü kıstasa bağlıdır.
90’lı yılların ortasında BM Güvenlik Konseyi tarafından kurulan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (EYUCM) [1], Almanya’daki Nüremberg Duruşmaları’ndan bu yana gerçekleşen en büyük çaplı ve başarılı ceza mahkemesidir. Soruşturmalar ve davalar Uluslararası Ceza Kanunu temel alınarak yürütülmektedir. Soruşturmalarda, suçları üçe ayıran Suç Unsurları kılavuz olmuştur. [2]
Soykırım
Minimum insan sayısı yoktur.
Öldürme niyeti olmalıdır, belli bir grup özellikle hedef alınmış olmalıdır.
EYUCM’da Yürütülen Uluslararası Ceza Soruşturmaları
Savaşın, silahlı çatışmaların veya baskıcı rejimlerin ertesinde yürütülen soruşturmalarda, soruşturmacıların ve savcıların kimin sorumlu ve suçlu olduğuna dair sabit bir fikirle yola çıkmamaları çok önemlidir. Onun yerine, sürece bazı parçalarının eksik olduğu, bazı parçalarının gereksiz olduğu ve en sonunda nasıl bir görüntünün çıkacağının bilinmediği bir yap-boz olarak yaklaşılmalıdır. EYUCM’da cezai soruşturmalar savcılıkla işbirliği içinde yürütülür. 90’ların sonunda Soruşturma Bölümü, bünyesinde ayrı takım liderleri, soruşturmacılar, analistler ve uzmanlar bulunan ayrı gruplar kurdu. Bu gruplar, demografi, liderler ve ordu olmak üzere üç alanda araştırma yapmaya başladılar. Bu gruplar soruşturmalarda farklı stratejiler izlemekte.
Hedef Odaklı Soruşturma, bir şüphelinin peşine düşülerek yapılır. Bu yönteme başvurulmaması tercih edilir. Çünkü bu yöntemde genelde sorumluluğu ve suçu olduğuna kesin gözüyle bakılan bir siyasi liderin izi sürülür. Bu, diğer faillere dair kanıtların kolayca gözden kaçırılmasına neden olabilir ve ceza alması gereken başka failler soruşturulmadan bırakılır. Bu nedenle Kanıt Temelli Soruşturma yürütmek daha doğrudur. Bu yöntemde kanıtlar takip edilerek faillere ulaşılır. Önce katliamların, suçların nerede, ne zaman yaşandığına bakılır. Olay yerinde kimlerin bulunduğu, yetkinin kimlerde olduğu araştırılır. Bu iki strateji her grubun farklı görevler üstlendiği Takım Bazlı soruşturma halinde ilerleyebilir. Ancak soruşturmanın verimli olması, herhangi bir verinin atlanmaması için takımlar arası iletişimin kusursuz olması gerekir. Ters-Yüz Soruşturma, tarafsızlığı garantilemek için takip edilen bir stratejidir. Tarafsızlığı sağlamak adına bir takımda çalışan insanlar belli bir sürenin sonunda başka takıma geçer. Temize Çıkaran Soruşturmada, aynı zamanda Kural 68 diye adlandırılan süreçte, şüphelinin masumiyetine işaret eden deliller toplanır ve analiz edilir. Son olarak, Safi İlerleme Amaçlı Soruşturmada ( Kural 70), soruşturmayı ilerletecek ancak mahkemeye delil olarak sunulamayacak bilgiler toplanır.
EYUCM’deki soruşturma süreci, devamlı tekrarlanan dört adımlık bir döngü olarak da düşünebilir. Yönetim soruşturmanın gidişatına, toplanması gereken bilgilere karar verir. Daha sonra tanık ifadeleri, belgeler ve kayıtlar gibi gerekli bilgiler toplanır. Toplanan veriler, araştırmaları yürüten takımlara ulaştırılır. Son olarak eldekiler analiz edilir, tarihi arka plan, siyasi sistem değerlendirilmeye katılarak, liderler, ordu, suçlar ve mağdurlar arasındaki bağlantı örülür ve mahkemeye sunulur.
Soruşturmalarda iki ana bilgi kaynağı vardır. Birincisi, gazeteler, telefon defterleri, nüfus kayıtları, sigorta kayıtları, atama listeleri gibi belgeler, ikincisi de tanıklardır. Tanıklar, mağdurlar olabilir, ya da eski ordu mensupları gibi faillerin arasındaki insanlar, BM ordusu, gazeteciler veya STK’lar gibi uluslararası aktörler olabilir. Tanıklarla konuşmak çoğunlukla zorlayıcı olabilir. Tanıkların hayatlarındaki travmatik olaylar hakkında hatırladıkları çoğu zaman kötü, seçici ve taraflıdır. Her seferinde aynı olayın farklı versiyonlarını anlatabilirler, çevirmenler aracılığıyla iletişime geçmek zorlayıcı ve yanıltıcı olabilir.
EYUCM deneyimleri, her durum kendine özgü de olsa, durumların benzerliklerinden faydalanılarak Ruanda, Lübnan ve gelecekti mahkemeler için aydınlatıcı olabilir.
[1] ICTY (International Criminal Tribunal for the former Yugoslavia)
[2] https://www.icc-cpi.int/NR/rdonlyres/336923D8-A6AD-40EC-AD7B-45BF9DE73D56/0/ElementsOfCrimesEng.pdf
Arjantin’de 24 mart 1976’da, 20. yüzyılda altıncı kez olmak üzere, bir askeri darbe yapıldı. Bu, Aralık 1983’e kadar sürecek devlet terörünün başlangıcı oldu. Bu süreçte, bütün ülke askeri bölgelere ayrıldı, gözaltı ve işkence için ayrı merkezler kuruldu. Zorla kaybetmeler, cinayet, işkence, çocukların ailelerinden alınması, cinsel şiddet ve sürgün gibi dikta rejimi uygulamaları gündelik hale geldi.
Cunta rejimi sona erdiğinde, geçmiş hak ihlalleriyle yüzleşmek için adalet, cezasızlık ve hakikat hakkı kavramları üzerinden yürüyen mekanizmalar uygulamaya konuldu. Yüksek rütbeli askerlerin katliam, işkence ve yasadışı tutuklama suçlarından yargılandığı 1985 Cunta Duruşmaları buna örnek gösterilebilir. Ayrıca, hafızalaştırma çalışmaları başlatıldı, örneğin eski donanma okulu ESMA gibi işkence ve katliam yerleri hafıza mekanlarına dönüştürüldü.
Hafızalaştırma
Hafızalaştırma çalışmaları işlenen suçların tartışılması, yaşanan vahşetin tanınması ve hakikatin yaygınlaşması için alan açarak geçmişin kabullenilmesinde önemli rol oynar. Ayrıca, sembolik olarak failleri cezalandırarak, cezasızlık uygulamalarının önünü kesecek politikalara da zemin hazırlar. Hafızalaştırma çalışmaları sadece hafızanın koruyucusu olmak için yürütülmez. Hafızalaştırma, geçmişi bugüne bağlayarak, bugünkü insan hakları ihlalleri ile de uğraşır. Örneğin, hafıza mekanları ve okulların, üniversitelerin eğitim alanındaki işbirliği bunun göstergesidir. Hafızalaştırma çalışmaları Arjantin’in yanı sıra, Paraguay, Uruguay, Bolivya ve Şili gibi diğer Güney Amerika ülkelerinde de MERCOSUR’ün ( Mercado Común del Sur, Türkçe: Güney Amerika Ortak Pazarı ) insan hakları çalışmaları kapsamında yürütülmektedir.
Uygulama için Öneriler
Hafıza mekanları, sivil toplumun ihtiyaçları ve beklentileriyle devletinkiler arasındaki hassas dengeyi korumak zorundadır. Bunun için Arjantin’de hafıza mekanlarının idaresinde çoklu otorite modeli uygulanmaktadır.
Memoria Abierta ( Açık Hafıza)
Açık Hafıza, 1999 yılında, hafızalaştırma yoluyla demokratik bir toplum için mücadele eden sekiz insan hakları kuruluşunun işbirliğiyle kuruldu. Açık Hafıza’nın görevi, tanık ifadeleri toplamak, sınıflandırmak, yaymak, mahkemelerin talep ettiği belgeleri tedarik etmek ve hafıza mekanlarını korumak ve güncellemektir. (Örneğin; El Olimpio’da zorla kaybettirilenlerin isimleri sergileniyor ve yenisi açıklandıkça ekleniyor.)
Çatışmanın Mahiyeti ve Bağlamı Kolombiya’da 60 yıldır süren çatışmadaki başlıca taraflar FARC ( Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri ), ELN ( Ulusal Kurtuluş Ordusu), devlet ve gerillaya karşı kendi başlarına örgütlenen, sonra devletin desteğini kazanan paramiliter gruplar. İnsan kaçırmanın yanı sıra hem gerilla hem de paramiliter gruplar için öncelikli gelir kaynağı olan uyuşturucu ticareti, çatışmada başta ABD olmak üzere uluslararası aktörlerin de var olduğunu gösteriyor.
Adalet ve Barış Yasası Defalarca başarısız olan çözüm süreçlerinden sonra, 2002 yılında seçilen Kolombiya’nın yeni başkanı Alvaro Uribe, gerillaya karşı sekiz yıllık bir savaş başlattı. Bu süreçte, 2005 yılında, Kolombiya meclisi paramiliter örgütlerle başa çıkmak için Adalet ve Barış Yasası’nı çıkardı. En başta amaç, bir hakikat komisyonu kurmak ve paramiliter grup üyeleri için af çıkarmaktı. Fakat yasa, Uluslararası Ceza Hukuku’yla uyuşmadığı için, bunun yerine paramiliter grup üyeleri için 5 yıldan 8 yıla hapis cezasını öngören alternatif cezalar üzerinde karar kılındı.
Adalet ve Barış Yasası, ayrıca paramiliter grupların toplu tasfiyesini ve gerillaların silahsızlanması karşılığında para veya af imkanı sunarak onların bireysel teslimiyetini içeriyordu. Adalet ve Barış Yasası teoride umut vaat edici görünse de, uygulamada oldukça başarısız oldu çünkü teker teker yargılanması gereken paramiliter teşkilat üyesi sayısı yüzyıllar alacak kadar fazlaydı. Ayrıca, paramilter teşkilatlarla hükümet arasındaki müzakereler, sivil toplumda tepkiye yol açtı. Mağdurlar ve mağdur yakınları bu yasa kapsamında hakikat hakkı, adalet, tazminat ve faillerin cezalandırılmasını istiyorlardı. Fakat çatışmada zarar gören herkes mağdur olduğu için, dolayısıyla mağdurların sayısı çok fazla ve içlerinde devlet tarafından öldürülenler veya yasadışı olarak tutuklananlar olduğu için bu hükümetin işine gelmedi ve yasa yürürlüğe konmadı.
Bugünkü Barış Süreci Kolombiya’nın bugünkü başkanı Juan Manuel Santos, 2010 yılında başa geçer geçmez hükümet ile gerilla arasındaki ilişkide yön değiştireceklerini duyurdu. Hükümet, Adalet ve Barış Yasası üzerinde yasal düzeltmeler yaparak öncelikli yargılama sistemi oturtunca, gerilla müzakere masasına oturmayı kabul etti. Müzakerelerin gündeminde dört ana başlık mevcut: Toprak reformu, Direnişçilerin siyasete katılımı, yasadışı uyuşturucu ticareti ve geçiş dönemi adaleti.
15 Eylül 2015’te müzakere tarafları Mağdurlar ve Geçiş Dönemi Adaleti Anlaşması’nı imzaladı. Bu anlaşmanın maddeleri geçiş dönemi adaleti mekanizmalarında yer bulacak bir hakikat komisyonunun ve kayıp insanlar bürosunun kurulmasını, mağdurlara tazminat verilmesini ve barış için yasal bir zemin oluşturulmasını içeriyordu. Sonuncu madde, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne benzer şekilde işleyecek yerel mahkemenin kurulması, siyasi suçlulara af sağlanması ve gerillayla paramilter grupları birbirinden ayıracak ceza sisteminin oluşturulması anlamına geliyordu.
Fakat müzakerelerin ilk kuralı “Her konuda anlaşılmadan, hiçbir konuda anlaşılmamıştır.” olduğu için, kısmi anlaşmaların yürürlüğe girmesi ve barışın yolunun açılması için önce bütün anlaşmanın imzalanması gerekiyor. Bu sırada, ateşkes sadece gerilla tarafından ilan edilmiş olsa da en azından hükümet de gerillayı bombalamayı durdurdu, bombalama en çok hasar veren savaş yöntemi olduğu için bunun kesilmesi önemli bir adım oldu.
Türkiye’nin Kürt sorunu bir yıl içinde radikal bir dönüşüm geçirdi. Kısa sürede, çözüm sürecinin yarattığı umut vadeden ve ılımlı havadan uzaklaşıldı ve 1984 yılının başlarından beri süren çatışmanın en sert yaşandığı dönemlerinden biri başladı.
2013 yılında, etnik çatışmayı kontrol altına almak ve çatışmanın etkilerini azaltmak amacıyla çözüm süreci başlatıldı. 2015 yılına kadar devam eden bu süreci, literatürde kullanıldığı gibi çatışma yönetimi diye adlandırabiliriz. Türkiye’deki çatışa yönetimi girişiminde göze çarpan, çözüm sürecinin çok hızlı bir şekilde başarısız olduğudur.
Türkiye’nin Kürt Sorunu ve AKP Hükümeti
AKP hükümetinin Kürt sorununa ve HDP de dahil olmak üzere, Kürt siyasi aktörlerine karşı tutumu yerel, bölgesel ve uluslararası düzeydeki değişkenlere göre şekillenmekte.
Çözüm Süreci Neden Başarısız Oldu?
Çözüm sürecinin başarısızlıkla sonuçlanmasının çok fazla nedeni var:
Çözüm Sürecinin sağlam ve güvenilir bir kurumsal temeli yoktu. Taraflar arası diyaloğun kurulması oldukça zordu. Sürecin şeffaf işlememesi her iki tarafta da güvensizliğe ve niyetsizliğe neden oldu. Sosyal aktörlerin sürece dahil edilmemesi ve bütün görüşmelerin kapalı kapılar ardında yapılması süreçle ilgili hurafelerin yayılmasına neden oldu.
Müzakerelere olan bağlılık ve güven 7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde HDP mitinginin bombalanması, parti binalarının yağmalanmasıyla sarsıldı. Seçim kampanyasını başkanlık sistemine geçiş üzerinden yürüten AKP’nin anti-demokratik eğilimi arttı. HDP buna “Seni başkan yaptırmayacağız!” sloganıyla tepki gösterdi.
7 Haziran seçimlerinde AKP 13 yılda ilk defa tek parti hükümeti kuramadı. Bu, AKP’nin beklediği gibi çözüm sürecinin AKP’ye muhafazakar Kürtlerin oyunu kazandırmadığının, aksine bu süreçte oluşan özgürlükçü ortamın HDP başta olmak üzere Kürt siyasi partilerin desteğini arttırdığının göstergesiydi. AKP’nin tekrar güçlenmesi için çözüm sürecinin sonlandırılması gerekti.
Çözüm Süreci devam ederken Suriye’deki savaş, İŞİD’in güçlenmesiyle ciddi boyutlara ulaştı. Kobane İŞİD’in eline geçti ve Türkiye’deki hükümet Kürtlerin Kobane’ye yardım göndermesini engelledi. Bunun üzerine Türkiye’de ellinin üzerinde insanın hayatını kaybettiği büyük çaplı Kobane protestoları başladı. Ayrıca Türkiye, ABD’nin İncirlik Üssünü kullanarak İŞİD’e karşı açtığı savaşı fırsat bilerek, uluslararası “teröre karşı mücadele” söylemini kullanarak PKK’yi bombalamaya başladı.
Suriye’deki savaş çözüm süreci için bir dönüm noktası oldu çünkü “kardeşlik” üzerinden ulusaşırı bir Kürt kimliği yarattı. Ulusaşırı Kürt kimliği, AKP’nin Nusaybin gibi Suriye sınırındaki şehirlerde uyguladığı politikayı da anlamamıza yardımcı olacaktır. Sokağa çıkma yasakları içgöçü tetikledi. Bu sınırı “temizlemek” için bir strateji olarak görülebilir. Böylelikle Rojova gibi otonom Kürt bölgeleri ile Türkiye’nin ilişkisi kesilmiş oldu.
Çatışma ve şiddet ortamında barışı inşa etmek için ne yapılabilir?
Sami Adwan’a göre, eğitim barışı inşa etmekte önemli bir role sahip. Adwan Barış Eğitimi diye adlandırdığı, Filistin ve İsrailli öğretmenlerin ortak bir tarih anlatımı yarattığı bir eğitim modelini öneriyor. Barış Eğitimi en önce öğretmenlerin eğitimini ve okul kitaplarının değiştirilmesini gerektiriyor.
Filistin ve İsrail ders kitapları yakından incelendiğinde, mevcut kitapların bir sürü sorunları olduğu ortaya çıkıyor. Bu kitaplar:
Bu yüzden , yeni bir tarihsel anlatım yaratılmalı. Bu süreç, yanıtlanması gereken bir sürü soru doğuruyor:
PRIME bu sorunların üstesinden nasıl geldi?
Her gruptan tarihte önemi olan olayları seçmeleri istendi. Buna göre her grubun mutabık olduğu üç tarih seçildi
Balfour Deklarasyonu’nun Önemi:
1947 Savaşı’nın Önemi
1987 İlk Ayaklanmanın Önemi:
Kitapta her iki tarafın da anlatımları bir sayfaya ortada boşluk bırakılarak basıldı, bu boşluk okuyucuya her iki tarafın da anlattıklarından derleyerek kendi tarihi anlatımını yaratmasına olanak sağladı.
Buradaki önemli nokta şu: İki tarihsel anlatıyı yan yana koymak “diğer”ini kabul etmek veya meşrulaştırmaya çalışmak değil. Amaç sadece kendi anlatımını bozup yeniden yapmak.
AMA Okul kitaplarının değiştirilmesi yeterli değil., önemli olan değiştirilmiş kitapları Filistinli ve İsrailli çocuklara erişilebilir kılmak.
PRIME Bu Kitapları Hazırladıktan Sonra Ne Oldu?
İki tarafın da eğitim bakanlığı kitabı reddetti, mevcut okul kitapları yenisiyle değiştirilmedi.
Bunu bir başarısızlık olarak mı görmeliyiz?
Eğer “değişim”e aşağıdan-yukarı yaklaşımla bakarsak hayır. Çünkü o zaman başlama noktası olarak devlet kurumlarını, politikacıları veya kanunları değil insanların kendisini seçmiş oluyoruz Aşağıdan-Yukarı yaklaşımı sonuç değil, süreç odaklı. Kitaplar resmi olarak tanınmasa da kitapların kullanıldığı atölye çalışmaları öğretmenleri ve öğrencileri daha fazla öğrenmeye ve sorgulamaya teşvik etti.
18.06.2016 Saturday
Asena Günal’ın hazırlayıp anlattığı tur, kentin dokusunda izleri olmakla beraber kamusal hafızasından silinmiş olan siyasi geçmişinin izini sürüyor. Taksim’de başlayıp önce Tünel’e, oradan Sultanahmet’e devam eden yürüyüşte, bu istimaket üzerindeki özel sosyal ve tarihsel öneme sahip bina ve meydanlarda duruldu. Bu mekanlar gayrimüslimlerin, azınlıkların ve diğer insan hakları ihlal edilenlerin, demokrasi ve barış mücadelesini yürüten sosyal hareketlerin toplumsal ve kültürel yaşam hikayelerini anlatıyor. Yürüyüş, kitlesel demokratik mücadelelerdeki sembolik önemlerinden ötürü Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’nda başladı. Daha sonra Cumartesi Anneleri’nin her Cumartesi zorla kaybedilenler için yaptığı oturma eylemi Galatasaray Lisesi’nin önünde ziyaret edildi. Taksim’den Galatasaray Lisesi’ne kadar olan yolda ve sonrasında, İstiklal Caddesi boyunca, gayrimüslimlerin bir zamanlar kozmolit olan bu şehirdeki hayatları ve yerlerini anlatan mekanlar önünde durduk. Programın İstiklal Caddesi’nden sonra Sultanahmet’teki Türk ve İslam Sanatları Müzesi’nde sona ermesi planlanıyordu, ancak sıcak havadan dolayı turu erken bitirmek zorunda kaldık. Türk ve İslam Sanatlar Müzesi, Ermeni Soykırımı’nın başlangıcı kabul edilen 24 Nisan 1915 tarihinde gözaltına alınan Ermeni entellektüellerin sınır dışı edilmeden önce tutuldukları ve gözaltı merkezi olarak kullanılmış olan bir binada bulunmaktadır. Tur bu içeriğiyle, program katılımcılarının Türkiye siyasi tarihinde sessiz bırakılan geçmiş anıları, acıları ve mücadeleleri tanımalarına ve anmalarına yardımcı oldu.