Hafıza Merkezi olarak yürütmekte olduğumuz Adalet İyileştirir projesi ile 2000’li yıllarda Kürt meselesi bağlamında işlenen ağır insan hakları ihlallerinin özgün dinamik ve örüntülerini anlamaya çalışıyoruz. Somut odağımız, 2000-2015 yılları arasında Kürt çocuk ve gençlere yönelik işlenmiş yaşam hakkı ihlalleri. Amacımız, bu ihlallerin özellikle çocuk ve gençler üzerinde yarattığı şiddet sarmalına karşı, onarıcı adalet temelinde bütüncül bir yaklaşım geliştirmek. Bu amaç doğrultusunda, onarıcı adalet yaklaşımına dair farklı teorik ve uygulamalı yaklaşımları tartışmaya açmak için bir söyleşi serisi gerçekleştiriyoruz.
İkinci söyleşimizi Arjantin'in Buenos Aires şehrindeki Torcuato Di Tella Üniversitesi Hukuk Fakültesinde doçent olarak çalışan Dr. Maria Paula Saffon ile gerçekleştirdik. Doktora diplomasını Columbia Üniversitesi'nden alan Dr. Saffon’ın çalışmaları geçiş dönem adaleti, insan hakları ve sosyal hareketlere odaklanıyor. Dr. Saffon’un yayınları arasında Distributive Justice in Transitions (2010, derleme) ve La participación en las medidas de justicia transicional: un estudio comparado (2018, co-yazar) kitapları yer alıyor. Bu söyleşide kendisiyle Kolombiya ve Meksika örneklerinden yola çıkarak geçiş dönemi adaleti yaklaşımlarının geçtiğimiz yıllarda geçirdiği dönüşüm üzerine konuştuk. Dr. Saffon onarıcı adaletin geçiş dönemi adaleti süreçlerindeki rolüne değindi ve Kolombiya barış sürecinde benimsenen “Barış için Özel Yargı” özgün örneğini değerlendirdi.
Karşılaştırmalı ve eleştirel bir yaklaşımla, özellikle Latin Amerika deneyimine odaklanarak, geçiş dönemi adaleti süreçleri üzerine çalışmaktasınız. Geçiş dönemi adaletine yönelik yaklaşımlar yıllar içinde nasıl değişti?
Son on yılda, geçiş dönemi adaleti kavramı çok gelişti. İlk ortaya çıktığında bu kavram, diktatörlükten demokrasiye ya da savaştan barışa geçiş döneminde olan bağlamlara atıfta bulunuyordu. O zamanlar geçiş dönemlerinin, kişilerin iktidarı bırakabilmesi ya da savaşı sonlandırabilmesi için, özellikle adalet bakımından atılabilecek adımlara kısıtlamalar getirdiği düşüncesi mevcuttu. 1990’lı yıllarda, geçiş dönemi çalışmalarının temel mantığı buydu. Dolayısıyla adaletten söz etmek zaten sorunluydu.
O zamandan bu yana otuz yıl geçti ve şimdileri geçiş dönemi çalışması yürütenlerin adaletin geçiş dönemlerini istikrarsızlaştırdığı yönündeki görüşlerinde haklı olduklarını söylemek zor. Özellikle Latin Amerika’da, geçiş dönemi süreçlerinde mahkemelerin kurulduğu, insanların cezaevine gönderildiği pek çok bağlam yaşandı.Öte yandan, geçiş dönemi adaleti paradigması insan hakları alanında o kadar popüler ve yaygın hale geldi ki, yaklaşık on yıl önce Kolombiya örneğinde olduğu gibi geçiş döneminin henüz netlik kazanmadığı durumlarda dâhi geçiş dönemi adaletini uygulamanın mümkün olduğunu düşündük. O zamanki Kolombiya’da çatışma devam ediyor ve müzakereler sadece belli gruplarla sürdürülüyor, belli gruplarla sürdürülmüyordu. Bu anlamda Kolombiya, geçiş olmadan ya da sadece kısmi bir geçiş mevcutken geçiş dönemi adaletinin uygulandığı büyük bir deneydi. Bu da geçiş dönemi adaleti pratiklerinin Meksika gibi geçiş döneminde olmayan, ve hatta geçiş dönemi hiç yaşayıp yaşamayacağını dahi bilmediğimiz bağlamlarda da uygulanabileceği fikrini doğurdu.
Çalışmanızda geçiş dönemi adaletinin bu yaygın kullanımının bazı kısıtlarına değiniyorsunuz. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?
2017’de Meksika’ya gittiğimde yeni seçilmiş devlet başkanı barış inşası, adalet ve hakikatten bahsetmeye başlamıştı. Bu söylem, sivil toplum kuruluşlarının geçiş dönemi adaleti konusunda öneride bulunmaları için bir alan açmıştı. O dönemde birçok STK ile birlikte geçiş dönemi adaleti için bir program geliştirmeye çalıştık, fakat aynı zamanda “geçiş dönemi adaleti” kavramının uygun bir kavram olmadığını ısrarla dile getirdik. Zira hepimiz o anda Meksika’da bir geçiş dönemi yaşanmadığının ve belki de hiç yaşanmayacağının farkındaydık.
Meksika bir parlamenter demokrasi. Ülkenin temel sorunu organize suçlar ve bu suçların devlet aygıtına sızması. Uluslararası hukuk açısından ortada bir savaş yok. Böyle bir bağlamda, geçiş dönemi adaleti önlemleri, belki bir tür geçiş için zemin hazırlayabilecekleri umuduyla önerildi, ancak Meksika'nın neyden neye geçiş yapabileceğini gerçekten bilmiyorduk.
Ülkenin yaygın şiddet ve geniş ölçekte organize suçlardan uzaklaşmasını istiyorduk. Bizim inandığımız değerler; hesap verebilirlik, hakikat, tazminat, mağdur-odaklı yaklaşım geliştirmek, bir ölçüde de bir daha tekrar etmemenin yollarını bulmak ve bir barış kültürü inşa etmek. Bunlar geçiş dönemi adaleti için önemli ilkeler ama “geçiş” kavramı Meksika durumuna uymuyordu. Bu sebeple başka kavramlar bulabilmeliyiz, örneğin “dönüştürücü adalet”.
Dahası, bence geçiş dönemi adaleti kavramı insanlarda bir yankı bulmuyor. Meksika’da bu kavram merkezi sivil toplum kuruluşları tarafından dayatılan teknik bir terim olarak duyuluyor, yerel deneyimlerle örtüşmüyor.
Kolombiya örneğinde, bağlam son yirmi yılda daha ziyade barış sürecine evrildi. Bu kapsamda insan hakları ihlallerinin failleri ve işlenen suçlar nasıl ele alındı?
Bugünkü Kolombiya ile yirmi yıl önceki Kolombiya arasında çok büyük bir fark var. Çatışma döneminden çatışma sonrası döneme bir geçiş yaşandı. Şiddet hala varlığını sürdürüyor, ancak savaş zamanındaki olağanüstü düzey ve kapsamda değil. Çoğu silahlı grup silah bırakmış ve yeniden entegrasyon süreçlerine girmiş durumda. Ve adaleti teşvik etmek ve barışı inşa etmek için birçok mekanizma hayata geçirildi. Geçiş dönemi adaleti mekanizmaları sadece hesap verebilirlik mekanizmaları olarak değil, aynı zamanda barışın eş-üreticileri olarak uygulanıyor.
Bu anlamda sembolik kurumlardan birisi “Barış için Özel Yargı”dır (Jurisdicción Especial para la Paz, JEP). Bu mahkeme sadece kişileri cezai olarak yargılamakla kalmayıp aynı zamanda hakikati ortaya çıkarma görevini de üstlendi. Bir makro anlatı üretmek amacıyla suç örüntülerini, şiddetin hedeflerini ve repertuarlarını araştırıyor. Bu makro anlatı, insan kaçırma, cinsel şiddet, savaşta ölüm olarak sunulan sivil suikastlar gibi önemli suçlar, özellikle etkilenen mağdurlar ve bölgeler ile silahlı aktörlerin sorumluluk biçimi ve eylem şekli etrafında düzenlenmiştir.
JEP, vakaları bu kategoriler temelinde önceliklendirerek bu kategorilere ait tüm davaları kapsayan, sorumlu failleri cezalandıran ve mağdurları tanıyan kararlar üretmeyi amaçlar. JEP'in soruşturma, kanıt toplama ve karar verme prosedürü son derece katılımcıdır ve indirimli ve onarıcı cezaların uygulanabilmesi için faillerin suçlarını ve zararlarını kabul etmelerini gerektirir. Bu da oldukça Kolombiya’ya özgü bir durum: Cezalar, kamu hizmeti veya çevre projeleri gibi onarıcı tedbirlerinden oluşabilir. Ancak bunun için faillerin sorumluluklarını kabul etmeleri gerekir. Bu nedenle JEP sadece sonuçları ile değil, süreci ile de dönüştürücü olacak şekilde tasarlanmıştır. Sadece toplumun çatışma anlayışını değil, aynı zamanda faillerin ve mağdurların duruşlarını ve algılarını da dönüştürmesi beklenmektedir.
Rodrigo Uprimny Yepes ile birlikte 2005 yılında kaleme aldığınız Geçiş Dönemi Adaleti, Onarıcı Adalet ve Uzlaşma başlıklı makalenizde, o dönem Kolombiya hükümeti tarafından başlatılan müzakere sürecinde onarıcı adaletin baskın bir paradigma olarak kullanılmasına dair endişelerinizi dile getirmiştiniz. Yirmi yıl sonra değerlendirdiğinizde sizce onarıcı adalet Kolombiya’nın geçiş döneminde nasıl bir rol oynadı?
Bahsettiğiniz makale sürecin ilk aşamalarına, yani devlet ile paramiliterler arasındaki müzakere süreçlerine değiniyordu. O dönemin devlet başkanı Alvaro Uribe valiyken paramiliter grupları desteklemişti ve onlarla suç ortaklığı yaptığına ve siyasi kampanyasını desteklediklerine dair güçlü suçlamalar vardı. Dolayısıyla, bu tür gruplarla müzakere ettiğinde aslında bir düşmanla değil, bir müttefikle müzakere ediyordu. Uribe onarıcı adalet kavramını bir affı ya da adli süreci gerektiren ancak yaptırım içermeyen bir kurumsal düzenlemeyi teşvik etmek amacıyla kullanmaya başladı. Model olarak Güney Afrika örneğine işaret etti ve hatta Desmond Tutu'nun davet edildiği bir konferans düzenledi.
Söz konusu makale, bu bağlama tepki gösteriyordu. Onarıcı adaletin ceza adaletine eklemlenerek geçiş dönemlerinde önemli bir rol oynayabileceğini, ancak tam anlamıyla cezalandırmanın yerini alabileceğini düşünmenin sorunlu olduğunu savunuyorduk. Kolombiya'da paramiliter şiddetle ilgili yasaya ilişkin siyasi tartışma, af fikrinden uzaklaştı ve hakikat, tazminat ve bir daha tekrarlanmama karşılığında cezanın 5 ila 8 yıla indirilebileceği Adalet ve Barış Mahkemeleri adlı farklı bir yargı türü tasarlandı.
JEP bu deneyimin üzerine tasarlandı ve onu ilerletti. JEP esasen bir ceza mahkemesidir, ancak cezalandırma yöntemi onarıcıdır. Hakikat ve tazminat karşılığında af çıkarılan Güney Afrika örneğinden farklı olarak faillere karşı yaptırım uygulanmasını emreder. Ancak bu yaptırımlar kendine özgüdür. Her ne kadar özgürlük kısıtlaması içerseler de failler gerçeği kabul ettikleri sürece cezalarda indirim, açık cezaevi gibi uygulamalar ve tazminat gibi onarıcı boyutları içerir. Bu, geçiş dönemi adaleti kapsamında onarıcı adalet uygulamasının Kolombiya örneğine özgü yeni bir yöntemidir.
Bu yaklaşım önemli, çünkü en vahim suçları tamamen cezasız bırakan Güney Afrika modelinin sorunlu olduğunu biliyoruz. Öte yandan, ceza adaleti sistemi içerisinde cezalandırmanın sınırlarının da farkındayız. Çoğu zaman ceza, misilleme dışında herhangi bir amacı yerine getirmez, failleri topluma geri kazandırmaz. Cezaevlerinin aşırı kalabalık, yetersiz denetim ve kaynak sıkıntısı içinde olduğu pek çok durumda hak ihlallerine yol açmaktadır.
Bu gerilimi birçok STK ve akademisyen arasında gözlemleyebiliriz; hem ağır insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda ağır cezalar talep ediyorlar hem de olağan ceza adaleti sistemindeki hapsetme ve cezalandırma uygulamalarını eleştiriyorlar. Elbette bunun bir gerekçesi var. Cezanın en kötü suçları hedef almasını istiyoruz. Eğer adi suçlar için cezalar ağır uygulanırken en kötü suçlar söz konusu olduğunda cezalar gevşetiliyorsa bunun haksızlık olduğunu düşünüyoruz. Ancak cezalandırmayı savunurken, çoğu zaman gerçekten inanmadığımız bir sistemi, yani insanları dönüştürmeye imkân tanımadan, kişileri topluma geri kazandırmadan, sırf cezalandırmak için cezalandırmayı savunmuş oluyoruz.
Bence Kolombiya vakası ilginç bir karşılıklı taviz örneği, zira ceza adaleti sisteminin dilini kullanıyor, kişileri birey olarak ele alıyor, sorumluluk yüklüyor; ancak dönüştürücü bir cezalandırma uyguluyor, ülkeyi yeniden inşaya ve failleri topluma geri kazandırmaya olanak sağlıyor. JEP, üst düzey komuta kademesi ile diğer kişiler arasında ayrım gözetiyor. Üst düzey failler yargılanıyor ve cezalandırılıyor. Kalanlar ise hakikati dile getirdikleri zaman aftan yararlanabilirler.
Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu modele nasıl tepki vereceğini göreceğiz. Fiilen uygulanan hapis cezası olmadan uluslararası kovuşturma ve cezalandırma görevi yerine getirilebilir mi? Uygulanan ceza indirimi ile orantılılık ilkesi nasıl bağdaştırılabilir?
Sizce JEP tarafından uygulanan bu özgün model, siyasi geçiş dönemi süreci gerekmeksizin başka ülkelerde de uygulanabilir mi?
JEP farklı taraflar arasındaki müzakerelerin bir ürünü olarak ortaya çıktı. JEP’nin oluşturulmasının başlıca nedeni gerilla grubunun gayrimeşru olarak gördükleri mevcut hakimler tarafından yargılanmak istememesiydi. FARC ne yargılanmak ne de cezalandırılmak istiyordu, ancak Kolombiya hükümeti de uluslararası hukuk taahhütlerini yerine getirmek zorundaydı. JEP oldukça yaratıcı bir kurum ve iki tarafın da taleplerini göz önünde bulundurmaya çalışıyor. FARC'ın olağan yargıya olan güvensizliğini azaltmak için JEP özel bir yargı mercii olarak tasarlandı. Bu süreçte uluslararası toplumun gözetimi ve yargı dışındaki aktörlerin katılımı sağlandı. JEP’te birçok akademisyen ve bazı aktivistler de var. Öte yandan, hükümetin uluslararası hukuk standartlarını karşılaması için JEP soruşturma, yargılama ve yaptırım yetkisine sahip bir ceza mahkemesidir.
Bu modeli başka toplumlara, özellikle de bir geçiş sürecinin içinde olmayan ya da barış müzakereleri yürütmeyen toplumlara nakletmeyi düşünmek zor görünüyor. Geçiş dönemi içinde olmayan ülkelerde, dönüştürücü bir açılım yaratmak için mikro düzey daha önemlidir. Kolombiya’da barış sürecine geçilmeden önce onlarca yıl süren çatışma döneminde yaşanan da bir ölçüde buydu. Çatışmadan etkilenen bölgelerde pek çok topluluk şiddetsizliği ve barış inşasını savunuyordu. Kendilerini barış toplulukları olarak adlandıran, riskli durumlarda dahi devlet dâhil silahlı aktörlerin yaşam alanlarına girmesine müsaade etmeyen son derece cesur birçok yerli ve köylü gruplar vardı. Barış süreci başladığında bu yerelde yayılmış olan şiddetsizlik kültürü önemli bir rol oynadı çünkü insanların barış müzakerelerini ve cezalandırıcı olmayan yaklaşımı kabul etmelerine yardımcı oldu. Kolombiya’daki birçok mağdurun temel veya tek talebi ceza adaleti değildi. Barış içinde yaşamak istiyorlardı; hakikat, tazminat ve faillerin tanınmasını talep ediyorlardı.
Çatışma ve diktatörlük dönemlerinde, yerel ölçekte yürütülen belgeleme çalışmaları da büyük önem taşır. Örneğin Arjantin’de, Hakikat Komisyonları’nın yürüttüğü çalışmalar kayıplar ve tutuklama ve infaz merkezleri ile ilgili bilgi toplayan sivil toplum örgütlerinin oluşturdukları veritabanlarına dayanıyordu. Belgeleme çalışmaları, yaşanan zulümlere dair bir anlatı oluşturulmasına ve adaletin sağlanmasına katkı sağladı. Hukuki davalar da hesap verebilirlikle sonuçlanmasa dahi hakikati ortaya koymak açısından önemlidir. Şiddet sistemini anlamamız için bir pencere açarlar. Suç örgütleri, polis, asker ve yerel yetkililer arasındaki gizli ithilafı ifşa eden Meksika’da zorla kaybedilen 43 öğrenci davası buna bir örnektir.
Kolombiya’da barış sürecinin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bahsettiğiniz geçiş dönemi ve onarıcı adalet mekanizmaları uzlaşmaya katkı sağladı mı?
Kolombiya’da hala derin bir kutuplaşma mevcut. Tüm silahlı gruplar silah bırakmadılar ve silah bırakan grupların pek çok üyesi yeniden silahlanmış ve sivillere karşı şiddet uygulamaya devam etmektedir.
Dahası, barış süreci konusunda hala pek çok anlaşmazlık var. 2016 yılında yapılan bir referandumla, Kolombiya hükümeti ve FARC arasında varılan barış anlaşması reddedildi. Reddedilmesinin sebeplerden biri, insanlar çok farklı şekillerde barıştan yana olurken, buna karşın barışa karşı yürütülen kampanyanın çok basit ve birleştirici bir mesajının olmasıydı. Bazıları cezasızlığa, bazıları FARC üyelerinin siyasete katılacak olmasına karşı çıktılar. Fakat hayır oyu veren çoğu kişi barışa karşı olmadıklarını belirttiler. Sloganları “paz si pero no asi” (“Barışa evet, ancak bu şekilde değil”) idi. Ancak oylamadan sonra birçok taban örgütü barış anlaşmasının uygulanmasına öncelik vermeye başladı. Referandumun başarısızlığı birçok insanın barış anlaşmasının önemini anlamasını ve daha fazla sahiplenmesini sağladı.
Dolayısıyla bu doğrusal bir başarı hikayesi değil. Barış yerel düzeyde destek ve ortak üreticiler kazanırken, hem kamusal söylemde hem de fiili şiddet biçiminde güçlü direnişler de var.
Barışa dair genel bir mutabakat eğilimi mevcut ancak barıştan anladığımız çok farklı; barışın tanımına, neyi içerip içermediğine, neyin kabul edilir olup olmadığına dair bir kutuplaşma mevcut. JEP pek çok kişi tarafından hâlâ kabul görmüyor, ancak bunun süreci ve sonuçları dönüştürücü de olabilir. Örneğin, JEP askeri kadroları da yargılamaya başladı. Bu oldukça zor bir durum, çünkü ordu, sözüm ona gerillalara karşı sivillerin koruyucusu olduğundan Kolombiya’da toplum tarafından güçlü bir şekilde desteklenen bir kurumdur. Ayrıca pek çok kişi silahlı kuvvetlerin adli kovuşturmalarda gerilla ile aynı seviyeye konulmasını da sorunlu buluyor. Bu nedenle JEP, vakalarını ve kanıtlarını, sorumlulukların kabul edileceği ve toplumun bunların doğruluğunu kabul edebileceği şekilde oluşturmalıdır. Bu çok zor bir görevdir.
Farklı mekanizmaların etkinliğine ilişkin soru büyük ölçüde bağlama bağlıdır. Örneğin diktatörlükler ve iç savaşlar arasında olduğu kadar farklı savaş türleri arasında da önemli farklılıklar vardır. Bir çatışmanın zulüm yapan iki tarafı olduğunda, müzakereye dayalı bir geçişi teşvik etmek ve savunmak daha kolaydır. Bu tür bağlamlarda, çatışmanın iki tarafı radikal tutumlarını geride bırakmaya ve uzlaşmaya çalışan siyasi aktörler haline gelir. Bu durum Kuzey İrlanda, Güney Afrika, Kolombiya, Salvador, Guatemala gibi örneklerde yaşanmıştır. Bu tür durumlar, örneğin Güney Koni'deki diktatörlüklerde olduğu gibi devlet tarafından uygulanan dikey şiddet bağlamlarından çok farklıdır. Bu tür durumlarda devletle mücadele eden isyancı gruplar olsa bile, otoriter hükümetler baskı ve imhayı bir politika haline getirmiştir. Bu gibi durumlarda savaş, müzakere ya da uzlaşma dili uygunsuz görünmektedir.
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (1): Adaletsizliğin yapısal boyutları ve onarıcı diyalog