Tahir Elçi’nin öldürülmesinin üzerinden tam iki yıl sonra; neredeyse tamı tamına Elçi’nin vurulduğu saat ve dakikada, Ankara’da bir davanın duruşması başlıyordu. “Kızıltepe JİTEM Davası”nın 12. duruşması, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, 28 Kasım 2017’de tam 10.50’de. Aynı dakikalarda, Diyarbakır’da Sur’da da, Tahir Elçi’nin anması vardı.
Tahir Elçi de, Kızıltepe JİTEM davasının avukatlarındandı. 22 kişinin ölümünden sorumlu tutulan, dördü asker beşi korucu toplam dokuz kişinin yargılandığı bu davanın duruşması başlarken, mahkeme salonunda da anıldı Elçi.
O da, davanın mağdurları gibi “faili meçhul” olmuştu…
Davanın avukatlarından Erdal Kuzu, Elçi ile ilgili olarak, “Kendisi faili meçhul cinayetlerle mücadele eden bir hukuk insanıydı, ne yazık ki ‘faili meçhul’ bir cinayete kurban gitti. Bizlerin Tahir Elçi gibi tek bir derdi var, işlenen bu cinayetlerin failleri bulunarak cezalandırılmalarıdır” dedi.
Kuzu’nun Elçi’ye ilişkin bulunduğu beyanları tutanağa geçmeyi kabul etmeyen mahkeme başkanı, aynen şöyle diyerek bağırdı: “Geçmiyorum tutanaklara. Çok istiyorsan git dışarda basına konuş.”
Bu sırada konuşmak isteyen avukat Senem Doğanoğlu’nun da sözünü kesen başkan, “Geçmiyorum tutanaklara gidin şikâyet edin ne yapıyorsanız yapın” diyerek bağırmayı sürdürdü.
Evet, Kızıltepe JİTEM davasında, bir mahkeme başkanı, bir hukukçu, bir başka hukukçu meslektaşının anısına böyle saygısızlık etmeyi kendine yedirdi.
Hikâyenin başına dönelim. Kızıltepe JİTEM Davası’nın 22 mağdurunun nasıl “kaybolduklarını” anımsayalım. Eğer bu “kayıp” kişileri ve akıbetlerini hatırlarsak, bugün 21. yüzyılın ilk çeyreğini sonlandırmaya doğru ilerlerken neden bir Olağanüstü Hâl Cenderesi’nde olduğumuzu da daha iyi anlayabiliriz.
Ve tüm bu bilgilerin, Tahir Elçi gibi avukatlar, İnsan Hakları Derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı gibi dernekler, Hafıza Merkezi gibi kayıt ve belge kaydı yapan sivil toplum kuruluşları olmasa, bugüne kadar “hayatta kalması” imkânsız. Yaşamları bir “meçhul” olup yitip giden mağdurların son hayat bağları, adaletin sağlanmasına yönelik son ümitler bu verilerde, bu bilgilerde, bu belgelerde, bu hukukiî çabada.
İşte, sararmış dava dosyalarının içerikleri, yıllar yılar yıllarca iğneyle kuyu kazar gibi toplanmış “kayıpların” hayat öyküleri:
Yıl 1993.
Kürt Meselesi’nde karanlık günler başlamış.
Bitlis Mutki’de, Kemal Birlik ile kuzeni Zeki Alabalık gözaltına alınıyorlar. 17 gün işkence görüyorlar, ardından tutuklanıyorlar. Suçlama, “terör örgütüne yardım ve yataklık.” Şimdilerde bu terör etiketi, bir insana yapılabilecek her şeyin “özrü” hâline dönüştü. Gerçi, çatışmanın, terörizmle mücadelenin de, gerek evrensel olarak gerekse de Türkiye’de açık ve net biçimde çerçevelenmiş bir hukuku var. Kemal Birlik, Mutki Nüfus Müdürü Abdülbaki Birlik’in oğluydu. Ortaokuldan beri aynı yerde, bir lokantada çalışıyordu. Askerliğini yaptıktan, gene aynı lokantaya çalışmaya dönmüştü. Tutuklandıktan sonra, Diyarbakır 1. No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından Ekim 1993’te yaklaşık 4 yıl hapse mahkûm edildi. Birlik ve Alabalık, mahkûmiyetlerini Kızıltepe Kapalı Cezaevinde geçirdiler ve 1995’te şartlı tahliye olmalarına karar verildi. Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı Hasan Atillla Uğur, Birlik hakkında, “Çıkışını bayram günü gibi bekliyorum”, “Seni buradan sağ göndermem” gibi ifadeler kullanıyordu. İnfaz kâtibi olarak görev yapan Behçet Kurt’un ifadelerine göre de, Birlik ve Zeki Alabalık, tahliye olmadan iki gün önce de, Jandarma Komutanı Uğur, cezaevini arayarak tahliye tarihleri konusunda bilgi almak istedi. Behçet Kurt da, bilgi verme yetkisi bulunmadığı cevabını verince Uğur, “Gelirsem oraya kulağını çekerim” diye onu azarladı.
Tahliye günü, Kemal Birlik’in babası Abdulbaki Birlik ile kardeşi Zübeyir Birlik, Kızıltepe’deki yakınları İsmet İpek ve abisi İbrahim İpek, beraberce cezaevine gittiler. Kızılıtepe Kapalı Cezaevi’nin önünde iki sıra askerler dizili idi.
Tahliyeden bir süre sonra Kemal Birlik, Zeki Alabalık, Zübeyir Birlik ve Abdulbaki Birlik, Kızıltepe’de birlikte çarşıda yürürlerken, önleri askerî bir araç tarafından kesildi ve zorla araca bindirilerek götürüldüler. Bir daha da kendilerinden haber alınamadı. Yakınları, başlarına ne geldiği, nerede olabilecekleri ile ilgili hiçbir bilgi edinemedi.
Yaklaşık sekiz yıl sonra, 11 Haziran 2013’ye kadar, bu dört kişiye ilişkin resmî hiçbir bilgi kayda geçemedi. Bu tarihte, Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’na yakınları tarafından sunulan bir dilekçe ile, Kemal Birlik, Zeki Alabalık, Zübeyir Birlik ve Abdulbaki Birlik’in “Kızıltepe ilçesi Yurtderi köyünde bulunan kilise içindeki kuyuya atıldıklarına dair harici bilgi elde edildiği” yetkililere bildirildi. Dilekçenin sunumundan iki gün sonra, 13 Haziran 2013’te, bahsi geçen bölgede kazı yapıldı ve söz konusu kuyu içinde parçalanmış vaziyette toplam 612 adet insan kemiği ile iki adet bez parçası bulundu. İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Biyoloji İhtisas Dairesi, yaklaşık bir yıl sonra, 2014’teki raporları ile kuyuda bulunan kemiklerden bazılarının, Zübeyir Birlik’e ve Zeki Alabalık’a ait olduğunu teyit etti.
Yıl 1994; aylardan Şubat.
Mardin’in Kızıltepe ilçesinin Kengerli köyünde yaşayan, Yusuf Tunç’un evinin önünde 9 Şubat 1994 günü sarı ve beyaz renkli iki araç duruyor. Araçtan yüzleri maskeli, ellerinde uzun namlulu silahlar taşıyan kişiler iniyorlar. Yusuf Tunç bağırmaya ve yardım istemeye çalışıyor ve bir an olsun, maskeli kişilerin ellerinden kurtulmayı da başarıyor. Ancak, eve gelen maskeli grup evin dış cephesini tarayarak, Yusuf Tunç’a, “Ya bizimle gelirsin veya evine bomba atıp çocuklarını öldürürüz” diye tehditte bulunuyorlar. Ve Yusuf Tunç’u derdest ederek, araca bindirip oradan uzaklaşıyorlar. O gün itibariyle, Yusuf Tunç kayboluyor. Köy muhtarı olan abisi Mehmet Tunç, Şenyurt Karakolu’na, Kızıltepe Kaymakamlığı’na, Kızıltepe Cumhuriyet Savcılığı’na, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı’na, Olağanüstü Hal Bölge Valiliği’ne, Adalet Bakanlığı’na ve son olarak da, Türkiye Büyük Millet Meclis’ine başvuruyor, ancak herhangi bir sonuç alamıyor.
Tunç ailesi, kayıp yakınları olarak defalarca tehditler alıyor ve köylerini terk etmeye zorlanıyorlar. Fatma Tunç, 2004 yılında İnsan Hakları Derneği Mardin şubesine başvurdu ve 10 yıldır eşinden haber alamadığını söyleyerek hukukî yardım talebinde bulundu. Daha sonra vekilleri aracılığıyla Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurarak Yusuf Tunç’un bedeninin Kızıltepe ilçesi Katarlı köyündeki su kuyusunda olduğuna dair duyumlar aldığını söyledi ve bu kuyunun açılmasını talep etti. Kuyu, 2008 yılında açıldı ve içinde iki kişiye ait olduğu düşünülen çok sayıda insan kemiği, bir adet araç lastiği, sivil kıyafetler ve muhtelif materyaller bulundu. Ancak, İstanbul Adlî Tıp Kurumu Başkanlığı’nın yaptığı inceleme sonucu kuyudan çıkan kemiklerin Yusuf Tunç’a ait olmadığı belirlendi. Daha sonra kemiklerin akrabalarına ait olabileceğini düşünen 40 aile savcılığa başvurarak DNA eşleşmesi yapılmasını talep etti. Aynı şekilde 2013 yılında da Kızıltepe Tilzerin/Aysun ve Efare/Yurtderi köylerinde de kazılar yapıldı, ancak bu iki kuyudan çıkan kemiklerin de Yusuf Tunç‘a ait olmadığı belirlendi.
Yıl 1994; aylardan Haziran.
Mardin’in Derik ilçesine bağlı Bozok/Meşkina köyünde yaşayan Abdulvahap Ateş, “korucu” olması yönündeki baskıdan bunalıyor. 1993’te, Kızıltepe’ye bağlı Kırkkuyu/Çelbira köyüne göç ediyor. Ancak, üzerindeki korucu olma baskısı, burada da devam ediyor. 14 Haziran 1994’te, asker ve korucular, Kırkkuyu köyüne baskın düzenliyorlar. Abdulvahap Ateş’in evine giriyor ve kadınları içeri kapatıyorlar. Abdulvahap ve kardeşi Abdurahim Ateş’i ise bahçede, çapa sopalarıyla dövüyorlar. Aldıkları darbeler sonunda yere düşen iki kardeşten Abdurahim’i, yerde bırakıp Abdulvahap Ateş’i beraberlerinde götürüyorlar. Abdulvahap Ateş’ten bir daha haber alınamıyor.
Ateş ailesinin ifadesine göre, üç gün sonra Kızıltepe’de iki PKK üyesinin öldürüldüğü haberleri yayılıyor. Görgü tanıklarının anlattıklarına göre, bahsi geçen öldürülen kişilerin üzerindeki kıyafetler, Abdulvahap Ateş’in götürüldüğü günkü giysileriyle aynıydı. Başvurularına yanıt alamayan ve kendi akıbetlerinden endişeli Abdulvahap’ın ailesi bir süre sonra, önce Viranşehir’e, daha sonra da İstanbul’a ve oradan da Avrupa’daki bir ülkeye göç etti.
Olaydan yaklaşık dokuz yıl sonra, Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığın, 1990’lı yıllarda bölgede yaşanan faili meçhullere ilişkin soruşturma başlattığını duyan Ateş ailesi, 2013 yılında İHD Mardin Şubesi aracılığıyla savcılığa yeniden başvurdu. Aile, faili meçhul kurbanlarının atıldığı söylenen kuyularda kazı yapılması talebinde bulundu. Ateş’ın akıbeti belirsiz kaldı.
Yıl 1994; aylardan Aralık.
29 Aralık 1994 tarihinde, Mardin Kızıltepe’ye bağlı Bağış mezrasında, Musa Öztürk’ün evine zorla giren silahlı ve yüzleri maskeli dört kişi, “Arama var, kimlikleri çıkartın ve dışarı çıkın” diyerek evdekileri zorla dışarı çıkarttı. Köy meydanında, duvar kenarında yüzleri duvara dönük bir şekilde beklemeleri söylendi. Maskeli kişiler arasında, kendisine “komutan” olarak hitap edilen bir kişi de bulunuyordu. Musa Öztürk’ün evinde bulunan kişiler arasında olan Celal Öztürk’ü “Siz, Irak’tan silah getirip teröristlere veriyorsunuz” diyerek itham ettikten sonra, onu da Celal Öztürk’ü de yanlarına alarak Bekir Öztürk’ün evine de kapıyı kırarak girdiler. Evde bulunan Hıdır Öztürk ve Bekir Öztürk’ü zorla dışarıya çıkarttılar. Celal Öztürk, Bekir Öztürk ve Hıdır Öztürk’ü de duvar kenarına çömelttiler. Hıdır Öztürk’e hitaben ”Sen de silah getiriyorsun” diyen maskeli kişiler daha sonra, Bekir Öztürk ve Hıdır Öztürk’ü yanlarına alarak köyden ayrıldı.
Katarlı köyü istikametine doğru yürüdükleri sırada, bu maskeli kişiler kendi aralarında ”Biz, komutana ne diyeceğiz; bunu niye götürüyoruz, komutan bizden kamyonun şoförünü istedi” diye konuştular. Ve Bekir Öztürk’ü “15 bin Mark getirirsen abini salacağız” diyerek yolda bıraktılar. Yürüyerek evine dönen Bekir Öztürk, hemen Kızıltepe Jandarma Komutanlığı’na haber verdi. Jandarma görevlileri, köye gelerek olayın nasıl gerçekleştirildiğini sordu. Ancak, Hıdır Öztürk’ün akıbetine dair veren olmadı.
Ertesi gün Hıdır Öztürk’ün cenazesi, köylüler F.A. ve C.A. tarafından Derik’e bağlı Alibeyköyü yolunda bulundu. Kafasına sıkılan tek kurşunla vurulmuştu. Olaydan haberdar edilen Derik Soğukkuyu Karakol Komutanlığı’nın düzenlediği tutanakta, Hıdır Öztürk’ün “Başka bir yerde öldürüldükten sonra getirilip buraya atıldığı” belirtildi.
Hıdır Öztürk, öldürüldüğünde 34 yaşında, evli ve altı çocuk babasıydı. İlk okul mezunuydu ve abisi Bekir Öztürk ile birlikte kamyonla Türkiye’den Irak’a un götürüyor, Irak’tan ise mazot getiriyordu. Evleri sık sık jandarma tarafından basılıyor ve kendilerine “Siz terörist misiniz, teröristleri nerede saklıyorsunuz” şeklinde sorular yöneltilerek, baskı yapılıyordu. Hıdır Öztürk, 1990 yılında PKK örgütüne yardım ettiği gerekçesiyle yargılanarak, hapis cezasına çarptırıldı ve bir süre cezaevinde kaldı. Cezaevinden çıktıktan sonra da, kamyonuyla Irak’a gidip gelmeye devam etti.
Hıdır Öztürk öldürüldükten sonra açılan soruşturmada, “Terörist olduğu ve bir çatışmada öldürüldüğü” belirtildi. Olayla ilgili başlatılan soruşturma yıllarca Diyarbakır DGM Başsavcılığı tarafından yürütüldü, ancak herhangi bir sonuç alınamadı.
Şimdiye kadar bahsettiğimiz kişiler, Kızıltepe JİTEM Davası’nın mağdurlarından sadece bazıları. Onların neden ve nasıl “kaybolduklarını” hatırlamak, 1990’larda Türkiye’de neler yaşandığını anımsamamız ve bugünü de anlamamız için son derece önemli.
Bir sonraki yazıda, davanın diğer maktullerinin hikâyeleri üzerinden, yaşanan hukukî sürecin, bu sürecin nasıl meşakatli olduğunu, ne kadar çok çaba gerektirdiğinin tanıkları olacaksınız.
Ve gelecek yazıda, bu kayıpların faili, “Bıçak Timi” ile tanışacaksınız.
Bu yazıdaki bilgilerin kaynağı, Hafıza Merkezi’nin şu internet siteleridir:
http://failibelli.org/dava/kiziltepe-jitem-davasi/#dava-notlari
http://www.zorlakaybetmeler.org/victims.php?city[]=47030000000063