Ana içeriğe atla
Ana Sayfa
03.05.2018

Murat Çelikkan ile söyleşi: "Devlerin omuzlarında duruyorum"

<< TÜM HABERLER

Eş Direktörümüz Murat Çelikkan Civil Rights Defenders’ın (CRD) 2018 Sivil Hakları Savunucusu Ödülü’nü 13 Nisan tarihinde Stockholm’de aldı. Çelikkan ödül seromonisinde CRD’nin Batı Balkanlar Program Direktörü Goran Miletic ile altta dölümünü bulacağınız bir söyleşi gerçekleştirdi.

1. Siz Türkiye’de insan haklarının en önde gelen seslerinden birisiniz. Hem bir gazeteci hem de bir insan hakları aktivisti olarak siyasi koşullara direniş gösterip mücadelenizi yıllar içinde devam ettirdiniz. Öte yandan, özellikle son yıllar hem siz hem de çalışmalarınız için özellikle zorlu oldu gibi görünüyor. Son 40 yıla baktığımızda özellikle bu yılların en zor geçen yıllar olduğunda hemfikir misiniz?

Evet, teşekkür ederim. Ben 60 yaşındayım. 60 yıl boyunca 3 darbe, 1 postmodern darbe ve birçok başarısız, ama çok zararlı darbe girişimine tanık oldum. 1960 ve 1970 darbelerinde gazetecilik yapan annem cezaevine girdi. 1980 darbesinde de ben cezaevindeydim. Ve bu mahpusluktan neredeyse 40 yıl sonra, 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimi sonrası, çok yakın bir zamanda tekrar cezaevine girdim. Buna bir de 90’lı yıllarda Kürt bölgesinde ve şu anda tüm Türkiye’de devam eden, bitmeyen olağanüstü hâl yıllarını eklemek gerekir. Bu sebeple baskıcı zamanlar ve Türk devletinin doğası üzerine uzmanlaşmış sayılabilirim. Bununla beraber, bir dönemi diğeriyle karşılaştırmanın akıllıca olmadığını düşünüyorum. Öte yandan, diğerlerinden farklı olarak bu döneme özgü olan şey, askeri yönetim veya hükümetin olmaması, ayrıca muhalefetin yargılanması için askeri mahkemelerin olmaması. Yine de seçilmiş hükümet ve sivil mahkemelere bağımsız demek çok zor. Bu sebeple, kısa vadede yönetimde askeriden sivile veya otoriterden demokratiğe doğru bir değişim umudundan bahsetmek mümkün değil. Bu sefer, tünelin sonundaki ışığı görmek daha zor ya da daha ziyade tünelin sonunda görünen ışık aslında size doğru gelen bir hızlı trene ait.

2. Yakın geçmişteki darbe girişimi ışığında ne zaman (kendi işiniz dahilinde) insan hakları ihlallerinin ve demokrasiye yönelik tehlikenin farkına varıp kaygılanmaya başladınız?

Her şeyin başlangıcı 2015’teki seçimler sonrası barış sürecinin sona ermesiydi.  Ateşkesin sona ermesi Kürt illerinde şiddetin artmasına ve bu da birçok ölüme, sivillerin katıldığı barışçıl gösteriler sırasında belirsiz kişilerce gerçekleştirilen bombalamalar ile güvenlik güçlerini hedefleyen bombalama olaylarına neden oldu. Bunlar bardağı taşıran son damlaydı.

Her zaman şiddete karşı olan, barış yanlısı, önde gelen Kürt avukatlardan, insan hakları savunucusu Tahir Elçi bu dönemde suikasta uğradı. Ona suikast düzenleyenler Türkiye’nin cezasızlık labirentinde kayboldular. Bu dönemde Kürt milletvekillerinin yanı sıra belediye başkanları, gazeteciler ve hak savunucuları hedef alındı. Başarısız darbe girişimi sonrası olağanüstü hâl ilan edildi. Bugün de hâlâ geçerli ve Türkiye kanun hükmünde kararnamelerle yönetiliyor. Bini aşkın sivil toplum kuruluşu yasaklandı. Binlerce kamu çalışanı (öğretmenler, hâkim ve savcılar, askeri personel ve polis) görevden alındı.

O dönemden bu yana hükümet ve cumhurbaşkanın tavrından farklı olarak barış sürecini destekleyen herkes hedef gösteriliyor. En can alıcı nokta da buydu. En sonunda gazeteciler, barış akademisyenleri, oyuncular, avukatlar ve insan hakları savunucuları hedefe oturtuldu. Bir cadı avı başladı ve hâlâ devam ediyor.

3. (Filmde) Pek umut kalmadığını fakat demokrasi mücadelesinin devam edip en sonunda başarılı olacağını, çünkü halkın demokrasi istediğini söylüyorsunuz. Türkiye’nin yakın geleceği ve Türkiyeli insan hakları savunucuları açısından ne derece iyimsersiniz?

İnsan hakları çalışmaları kolektif çalışmalardır. Çoğunlukla sembolik olarak bir insan ödüllendirilir ya da ismi geçer. Burada olmamın sebebi yalnızca kişisel çalışmalarım değil, iş arkadaşlarımın ve ülkemdeki insan hakları savunucularının çabalarıdır. Buradayım çünkü birileri kendi inancı için sokağa çıkıp yürüdü, cezaevine girdi. Buradayım çünkü Hrant Dink ve Tahir Elçi gibi bazı insan hakları savunucuları bu mücadele sırasında hayatını kaybetti. Buradayım çünkü Türkiye’deki kadınlar hakları için yürümeye devam ediyor. Buradayım çünkü Türkiye’deki LGBTİ topluluğu tüm engelleme ve tehditlere rağmen kararlı bir şekilde onur günü için yürümeye çalışacak.  Buradayım çünkü mahkûmiyet kararlarına rağmen insanlar barış için seslerini yükseltmeye, insan hakları savunucuları abluka altındaki Kürt köylerini savunmaya ve hak ihlallerini belgelemeye devam ediyorlar; ve bütün bunları çok zor koşullar altında sürdürüyorlar. Benden önce gelen devlerin omuzlarında duruyorum. Devler bir süre uykuya yatabilir, ama çok nadir ölürler. Ve hafızaları çok güçlüdür.

4- AB ya da diğer ülke hükümetlerinin Türkiye’deki sivil topluma demokrasi ve adaleti sağlama çabalarında yardım etmek için neler yapmalarını beklersiniz ya da ne yapabilirler?

Bu benim için zor bir soru. Duygularımla cevap verirsem, ilk önce bakalım kendi sorunlarını nasıl çözüyorlar; her ticaret ya da silah anlaşmasıyla daha da azalan insan haklarına onların ne kadar saygı gösterdiğine; onları en kırılgan insan grubu olan mültecilere yönelik anlaşmaları imzalamaya iten başka hayatlara ne derece saygı gösterdiklerine ve insanları güvenli olmayan bir ülkede güvenli ülkedeymiş gibi tutmaya çalışmalarına bakalım derdim. Batılı hükümetlerin Orta Doğu’daki savaşlarda insan güvenliğini neredeyse hiçbir zaman önceliklerinin arasına almamasına bakalım. Erken uyarı, çatışma önleme ve çatışma sonrası rehabilitasyona dair yapılan onca görüşme ve mekanizmalara rağmen, Avrupa hükümetlerinin bir kriz olduğundaki çaresizliğine bakalım. Bütün bu ikiyüzlülüğü eleştirebilirim.

Ya da akılcı bir şekilde cevap verebilir ve AB’ye katılım sürecinin Türkiye’deki demokratikleşme için hâlâ önemli olduğunu söyleyebilirim. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nin harika bir iş çıkardığını, fakat çabasının konseyin genel sekreterini ikna etmek için yeterli olmadığını ekleyebilirim. Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hâlâ çok önemli diyebilirim. Fakat ben duyguları olan akılcı bir insanım.

5. Sizi devam etmek için motive eden, insan hakları için verdiğiniz mücadeleyi sürdürmeye teşvik eden nedir?

Benden önce o dev adımları atan insanlar diyebilirim. Fakat kişisel olarak temel motivasyonum saygınlığımı yitirmemektir. Başka türlü davranmak adına kim olduğumu, inandıklarımı ve en önemlisi vicdanımı reddedemem. Elbette kendi geleceğim, çocuklarım, ailem ve arkadaşlarımın geleceğine dair korkularımdan dolayı eminim ki kendimi bir dereceye kadar sansürlüyorum. Öte yandan, bir insan için en zor şeyin kim olduğunu reddetmek olduğunu düşünüyorum. Bunu asla yapmak zorunda kalmamayı umuyorum!

6. Bu ödül çalışmalarınız için ne ifade ediyor?

Bu ödüle layık görüldüğüm için çok mutlu ve gururluyum. Bu, Türkiye’de insan hakları savunuculuğunun kolektif çalışmasının tasdik edilmesidir. Yani, bu birçok insanın uzun süredir yürüttüğü çalışmaların ve adanmışlığının tanınması ve takdiridir. Bu ödülle artık daha fazla sorumluluk taşıdığıma inanıyorum ve bu mücadeledeki çabalarımızın tanınıyor olmasını görmek çok güzel. Daha önce de belirttiğim gibi bu yolculukta yalnız değildim, bu nedenle bu ödülü Hafıza Merkezi’ndeki arkadaşlarıma ve sembolik olarak şu an cezaevinde olan demokrasi savunucusu Osman Kavala’ya; her gün hapisle tehdit edilen ve ne yazık ki hapse girme ihtimali yüksek olan Eren Keskin’e adıyor ve onlarla paylaşıyorum. Ve hapisteki tüm gazetecilere; işlerini, haklarını kaybeden, sivil ölüme mahkûm edilen, işlerini yaptıkları, ifade özgürlüğü ile özgür basını savundukları için hapiste olan barış akademisyenlerine adıyorum.