“Yangın yeriydi kızım. İnsanların hayatının değeri bir soğan başı kadardı.”
Cümlenin sahibi Kader, Şırnak’ta 1990’ların ilk yarısına denk gelen bir gün sabah kahvaltısı ardından tarlaya yolcu ettiği eşini bir daha görmedi. Akşam üzeri eşi yerine karşısına çıkan kaynanası “Kızım valla askerler aldılar” dedi ve Kader, eşi “kaybedilen” yüzlerce kadından biri oldu.
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, bu yüzlerce kadından 33’üyle görüşme yaptı. Diyarbakır, Şırnak ve İstanbul’da çoğunluğu Kürtçe yapılan bu görüşmelerde yanıtı aranan sorulardan biri şu oldu: “Kadınlar, eşleri kaybedildikten sonra neler yaşadı?”
33 kadının anlattıkları eşlerini arama sürecini, kaynana ve kayınlarıyla ilişkilerini, toplum içinde değişen konumlarını, yıllara yayılan geçim sıkıntısını, mevsimlik işçilik dahil çalışma koşullarını, resmi nikahı olmayan eşlerin devlet tarafından nasıl muhatap alınmadıklarını ve bunlarla nasıl mücadele ettiklerini de içerdi.
Bu çalışmaya “geçiş dönemi adaleti mekanizmalarına toplumsal cinsiyet bakışını dahil etme” amacıyla başlayan Hafıza Merkezi, eşi zorla kaybedilen kadınların deneyimlerine ilişkin çalışmalarının sonuçlarını dün Cezayir Lokantası’nda açıkladı. Özlem Kaya ve Hatice Bozkurt’un “Analar, Yoldaşlar, Tanrıçalar” kitabının yazarı Handan Çağlayan’ ın danışmanlığında hazırladığı, Cumartesi İnsanları eylemlerine atıfla “Fotoğrafı Kaldırmak” ismi verilen dosyanın içeriğini Hafıza Merkezi kurucularından Program Yöneticisi Özgür Sevgi Göral ile Kaya aktardı.
74 sayfalık raporun özetlenerek aktarıldığı ve sadece kadın katılımcıların yer aldığı toplantının açılışında Göral, Hafıza Merkezi’nin zorla kaybetmelere ilişkin daha önce yaptığı çalışmalarda “kadınların devlet şiddeti pratiğinde kilit bir pozisyonları olduğunu ancak kadınların kendilerini ve deneyimlerini değersizleştirdiklerini gözlemlediklerini” söyledi.
Konuyla ilgili örgütlerin rakamlarına göre 1353, Hafıza Merkezi’nin veri tabanına geçirebildiği 272 kesinleşmiş zorla kaybetme vakası olduğunu söyleyen Göral, bu listede sadece 7 kadının yer aldığını belirtti. Kayıpların dünya örneklerinde de çoğunlukla erkeklere dönük olduğunu söyleyen Göral, devlet şiddetinin izini sürmek için kaybetme anının yanı sıra öncesinde ve sonrasının yaşananları kadınların cephesinden dinlemenin önemini vurguladı. Göral, kadınların gündelik hayattaki şiddeti anlattığını ve bu anlatımı gündelik dille yaptıklarını söyledi.
Göral ardından konuşan Özlem Kaya, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Zorla ya da İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu’nun Zorla Kaybetmelerden Etkilenen Kadınlar Hakkında Kabul Ettiği Genel Yorum’a değindi. Kaya, yorumdan yola çıkarak kadınların zorla kaybetmelerden “1- Zorla kaybedilen olarak, 2- Zorla kaybedilenlerin yakınları olarak, 3- Zorla kaybetme sonucunda ortaya çıkan durumdan zarar görenler olarak” üç temel şekilde etkilendiğini söyledi. Eşlerin deneyimlerini dinleyerek “aile” kurumu üzerinden de farklı verilere ulaştıklarını söyleyen Kaya konuşmasının devamında çalışmada kullandıkları yöntemi, kadınların kendileriyle paylaştıkları deneyimleri ve çalışma sonucunda çıkan talepleri aktardı.
Bozkurt, Göral, Kaya, Berivan Alagöz, Gamze Hızlı ve Zeynep Ekmekci’den oluşan saha ekibinin yaptığı görüşmelerden rapora yansıyan bazı anlatılar ve raporu hazırlayan yazarların paylaştığı bilgiler şöyle:
“Bir gün baktım, evimize baskın yaptılar. Akşam üzeriydi. Avluda keçilerimiz vardı, onların sütünü sağıyordum. Baktım bizim eve baskın yaptılar, evin etrafını sardılar. Ne oluyor, neler oluyor diye sorduk. Askerler geldi. Eşyalarımıızn yataklarımızın çullarımızın üzerine geldiler. Fakirdik, çullarımız yataklarımız eskiydi, onların üzerine baskın yaptılar. Hepsini çiğnediler. Kirlettiler hepsini. Nedir babam dedik, bizimle meseleniz nedir? O karakola kadar gelsin, dediler.” Gülbahar, Şırnak-İdil
“İçimde bir korkuyla, ama yüzümde bir gülümsemeyle gidiyordum. Ben oraya gidersem acaba bir daha çıkabilir miyim diyordum. Yani sonuçta emniyettir, onu alan da emniyet. Sonuçta o da devlet yani. Emniyete gittiğim zaman kimse benimle gitmiyordu. Sadece bir defa kaynanam da benimle geldi. Yani korkuyorlardı ha, korkuyorlardı kimse gelmiyordu, ben tek gidiyordum.(…)”Haseme, Diyarbakır
“Bir insanı devlet elinden alıp götürdüğü zaman insan ne yapabilir ki.” Sema, Diyarbakır
Çoğu kadın genç yaşta evlendiği ve eşlerini evlendikten kısa bir süre kaybediyor. Çocuk bakımının zorluğunun yanı sıra çocuklara duyulan sorumluluk da genç kadınların eşlerini yeterince arayamadıklarını düşünmelerine sebep oluyor.
Ailede yaşı diğerlerinden büyük olan kadınlar, özellikle kaybedileni öldürülmeden kurtarma umudu hakimken çok daha aktif biçimde kaybı arıyorlar. Bunun sonucunda evdeki daha genç kadınları koruma rolü de oynayabiliyor.
“Valla hamile olmasaydım, çocuklarım öyle perişan kalmasaydı, Ankara’ya kadar giderdim. Beni de oralarda öldürselerdi. Ama vallahi çaresizdim. Gitseydim de evimden çocuklarımı alır bir çukura atarlardı. Allah’ıma gelir belki de evimi barkımı da ateşe verirlerdi.” Kader, Şırnak-İdil
Görüşmedeki kadınların sadece Kürtçe konuşabiliyor olmaları karakol ve savcılık gibi kamusal alanlardaki hareketlerini sınırlıyor. Arayış döneminde kadınlar ilk olarak koruculara gidiyor; sebep Kürtçe nedeniyle de duyulan yakınlık.
“Kızım benim Türkçem yoktu, Kürtçeydi. Ne zaman konuşsam, sus diyorlardı. Sen sadece Kürtçe biliyorsun, diyorlardı.” Kader, Şırnak-İdil
Kadınlar “kayıp ekonomisi”nin gereklerini yerine getirmek için de uğraşıyorlar. Eşlerini bulabileceğini söyleyenlere, bazen de fail olduğunu düşündükleri kişilere eşlerini bırakması için para ödüyorlar. Bu hikaye erkekler arasında daha sık anlatıyor.
Dayanışma daha çok kaybedilen eşin annesiyle kurulurken bu ve benzeri ailevi destekler, kadının koşullarına göre de değişebiliyor. Kadınlar bazen kayınlarıyla evlenmeyi kabul ederek, bazen kendilerini çocuklarına adayarak, çoğunlukla da ‘kadınlıklarından vazgeçerek’ bu desteği alabiliyorlar.
Kadınlar cinsel şiddeti her zaman çok zor anlatıyor. Kadınların kendi yaşadıkları üzerinden değil, başkalarının deneyimi üzerinden anlattıkları hikayeler var. Kadınlar şiddet görürken gözaltındaki eşi de onun üzerinden tehdit edilebiliyor.
“Allah’ınıza, peygamberinize dediklerinde, Allah ve peygamber izne çıktı, diyorlarmış. Ona sürekli, bak bu senin eşin, biz eşini kendimize getirdik, diyorlarmış.” Şengül, Şırnak
Görüşmecilerden Zeynep, İstanbul’daki Cumartesi İnsanları eylemleri sırasında gözaltına altına alınırken polisin yaptığı cinsel tacizi de anlatıyor:
“Tabii ki olmaz olur mu gözaltına alınırken bir dayak yiyorsun, kolların bükülüyor, araç içerisinde dayak yiyorsun. Saçın başın yolunuyor, yüzüne gözüne tekme atıyorlar, boğuşma esnasında tacize de uğruyorsun. Göğsünü elleme, bacağını sıkma, gözaltına alınırken diyelim şubenin içine girdiğinde yine bir tartaklama oluyor.”
Kürt ve kadın olmaları, Kürtçeyi kamusal alanda kullanamamaları, eğitimli olmamaları ve eğitim alamamaları başta olmak üzere kadınlar pek çok nedenle işgücü piyasasının dezavantajlı konumda.
“Ben bir erkek değilim ki gideyim bir kahvede bir iş yapayım. Yani ne yapacağım, ne edeceğim diyordum. Bilenler yanıma geliyordu, sabırlı ol diyorlardı. Ben de çocuklarımla kaldım ama onları nasıl besleyeceğimi bilmiyordum. Bu şehirde ne kadar iş vardıysa yaptım. İnsanların hamurunu yoğurdum, tahıllarını ezdim, insanların aşçısı oldum, her işi yaptım. Şu güne kadar da çalışıyorum.” Meliha, Şırnak
“Memelerim süt doluyken çocukla tarla işine gidiyordum. Yedi gün bu köyde kaldım, orada tarla işçiliği yaptım. Memelerimdeki sütü yere sağıyordum. Akşam eve geldiğimde canım çok acıyordu.” Zehra, Şırnak
Kadınların geçimlerini sağlamak için yaptığı işler arasıanda mevsimlik işçilik de var.
“Allahıma, peygamberme, Irak’tan tut Van’a, Muş’a, Düzce’ye kadar ne kadar yer varsa hepsini elden geçirdim. Sırtımda bir şeyler taşıyordum işte, kadın eşyaları falan. İnan ki bu omuzlarım var ya nasıl oluyordu, kıpkırmızı oluyordu, soyuluyordu artık. Sabaha kadar ölüyordum, ayaklarımın altı şişiyordu. ayaklarımı iğneyle deliyordum, kan ve suyu boşaltıyordum.” Zeliha, Şırnak
“Tarlalara gidiyorduk. Bir marullarına çapamız değse ve (marul) kopsa, eliniz kırılsın diyorlardı. Benim içim doluyordu. Bak diyordum, bizler o kadar iş yapardık, çalışırdık, o kadar da merhametliydik. Şimdi ise gelmişiz bunlara… Yani bunlar hem geldi bizleri öldürdü, hem de biz gelmişiz ve bunlara kölelik yapıyoruz.” Besime, Diyarbakır
Eşleri kaybedilen kadınların ortalama evlenme yaşı 15. Kayıp ardından 3 görüşmeci kaynıyla evlenmiş. Kadınların esasen tercih ettiği bir evlilik olmasa da 15 yıl sonra kaynıyla evlenen Gülperi‘dul kadın’ olmanın toplumsal baskısını anlatıyor:
“Bana sen kendin bilirsin dediler. Ama insanlar bana kahpesin demesin diye, felankezi sizin evinizde gördük demesinler diye…”
“Önce eşim sağken gidiyordum, yerimi biliyorlardı, herkes selam veriyordu, herkes önüme geliyordu, herkes ayağa kalkıyordu. Eşim öldükten sonra, ineğim öldükten sonra sütüm bitti, o kadar. İnsan eşi öldükten sonra bir kirli bulaşık oluyor, bir kap, teneke bir kap oluyor. Başka bir şey değil, insanın kıymeti hiç kimsenin yanında kalmıyor, Allah’tan başka.” Nazan, Diyarbakır
Kadınlar kayıp ardından bir şekilde evlenmedilerse genellikle bunu bir başarı hikayesi olarak anlatıyor.
“Çalışmak ayıp değil ki. Gidip namusumuzla çalışıp çocuklarımıza bakabiliriz. Bu da güzel bir şeydir. Ben hiçbir adamdan yardım istemedim.” Kader, Şırnak
Belli sosyal güvence ve yardım programlarından yararlanmak için eşin ölmüş olma şartı aranırken, daha genel anlamda devlet yardımı talep edilecek durumda, kadınların eşlerinin ‘bilinmez’ konumunu ‘tanımlı’ bir konuma çevirmeleri gerekiyor. Türkiye’de zorla kaybedilenlerin ardından belli haklardan yararlanmak için uygulanan iki yöntem var, gaip kararı aldırmak ya da ölü kaydı almak. Meltem Ahıska’nın da belirttiği gibi kaybetme stratejisinin psikolojik açıdan en trajik yanı ‘öldürme’ görevini kayıp yakınlarına vermesidir.
Ancak ölüm ya da gaiplik kararı aldırmak da sosyal güvence almak için yetmeyebiliyor. Güvencesizliği tetikleyen durumlardan bir tanesi resmi nihakın olmaması. Görüşülen 33 kadının 7’sinin kaybedilen eşleriyle resmi nikahı yok. Bu durum kadınların hukuk alanda muhatap kabul edilmemesine de neden oluyor.
Kadınların çoğu savcılık ve karakola gitme zorunluluklarıyla başlayan bir süreçte özel alanlarından siyasal ve kamusal alana çıktılar. “Evden çıkma” ardından zamanla “acımız bir” dedikleri başka insanlarla bir araya geldiler. Sadece kayıp eşi olmak üzerinden değil, köyden göç etmeye zorlanma, tutuklanma, gerilla güçlerine katılma, yasaklanan dil üzerinden de politikleştiler. Başta İnsan Hakları Vakfı (İHD) olmak üzere, BDP, MEYA-DER gibi örgütlenmelerde bulundular.
En önemli mücadele alanları da Cumartesi İnsanları eylemleri oldu. Kadınlar, “Fotoğraflarımızı kaldırmaya gidiyoruz” diyerek de tarif ettiği eylemlere katılamasalar da fotoğrafları eyleme göndermeye çalışıyor çünkü kaybedilen adeta orada var ediliyor. Ancak resmi nikahın olmaması bu noktada da engelleyici rol oynayabiliyor, kaybedilen kişinin iki eşi varsa resmi nikah sahibi olan fotoğraf kaldırıyor. Ekonomik durum da bu eylemlere katılımı belirleyen etkenlerden.
Kadınlar, mahkeme salonlarında ilk eylemlerini Eski Cizre Jandarma İlçe Komutanı Cemal Temizöz davasının Diyarbakır’da görülmesiyle yaptı ve bu eylemlere devam ettiler.
Görüşülen kadınlar taleplerini şöyle sıralıyor:
Hakikat adalet Hafıza Merkezi’nin çalışmanın sonucunda listelediği öneriler de şöyle: