Ana içeriğe atla
Ana Sayfa

Gökçer Tahincioğlu

Cezasızlıkla Mücadelede Güçbirliği’nin 5 Kasım’daki Temizöz ve Diğerleri Davası’nın karar duruşmasına dikkat çekmek amacıyla Cemal Temizöz Suçsuz ise #21İnsanıKimÖldürdü sloganıyla başlattıkları kampanya çerçevesinde Gökçer Tahincioğlu‘nun kaleme aldığı yazıdır. İmza kampanyasına change.org/21insanikimoldurdu adresinden imzanızı verebilirsiniz.

Biliyor musunuz; Mardin Kızıltepe’de, sırtından sıralı mermilerle vurulduğu açığa çıkan, yaşının küçüklüğünü örtmek için “tüyleri çıkmıştı” yalanlarıyla gözlerindeki çocuk parıltısının üzeri örtülmeye çalışılan 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı öldürdüğü iddia edilen polislerden biri, o cinayetten sadece 1 yıl, dava henüz bitmemişken terfi etti.

Biliyor musunuz; 1999’da Ulucanlar Cezaevi’nde 10 mahkûmun bedenlerinde işkence izleri ve yakın ateşle öldürüldüğü operasyonu yöneten komutan, daha cinayetlerle ilgili dava bile açılmadan üst rütbelere terfiyle ödüllendirildi.

Biliyor musunuz; Mardin Derik’te 1993-1994 yılları arasında 13 köylünün öldürülmesini azmettirdiği iddiasıyla yargılanan ve son derece tartışmalı kanıtlarla beraatine karar verilen komutan çok üst rütbelere terfi etti. Terfisine engel olabileceği düşünülen yargılama süreci, terfisine karar verilen toplantıdan sadece 1 ay önce bitirildi. Apar topar kesinleştirilen beraat kararı, artık omzundaki apoletlerdi.

Bilmiyorsanız da şaşırmıyorsunuz.

“Terörle mücadele” başlığı altına sığınmış hiçbir “devlet kahramanının” hesap vermediği, “elinin soğutulmaması” adına yaptıklarının hesabının bir soru olarak olsun sorulmak istenmediği bir düzenden söz ediyoruz, elbette şaşırmıyorsunuz.

Toplumun her hücresine, “bir şey yapmasa başına gelmezdi” mantığının işlendiği, çocukların bile öldürülmesinin bin bir gerekçeyle meşrulaştırılabildiği bir düzen.

Öldürülen kadının sokağa çıktığı, öldürülen çocuğun taş attığı, öldürülen gencin protestoya katıldığı, öldürülen köylünün evini açtığı, öldürülen herhangi birinin devlete kaşının üstünde gözün var dediği gerekçesiyle ölümünün hak görüldüğü büyük, tıkır tıkır, saat şaşmadan işleyen bir sistem.

Sanıyorsunuz ki bütün uçları birbirine bağlı, kozmik odalarda verilen kararların uygulandığı, karanlık, çok karanlık salonlarda büyük kararların alındığı sistem uygulanıyor.

Evet, zaman zaman bunlar da oluyor.

Ama tam öyle değil, içselleştirilmiş, devlet adına hareket ettiğini söyleyen herkesin korunduğu, bir tanecik olsun bir devlet görevlisinin korunmaksızın soruşturulup yargılanamadığı, derin devletin derinliğinin bile kalmayıp bütün uygulamalarda pervasızca açığa vurduğu, otomatiğe bağlanmış bir koruma düzeni bu.

İşte bu cezasızlık düzeninin soluk aldığımız her ana yayılmış bir atmosfer olduğunu unutmadan, o yıllara dönelim, 1993-95 yıllarının Cizre’sine misal.

O yazları sarı sıcak, kışları soğuk ve yağışlı, hep unutulmuş, hep anımsanmayan, hep görülmeyen Cizre’de yaşayanların, yaşamalarının ne kadar da güç olduğuna. Ramazan Elçi’nin kardeşi anlatsın:

Beyaz Toros

“Ben 1994 yılında Şubat ayında ölü olarak bulunan Ramazan Elçi’nin kardeşiyim. O tarihlerde Ramazan ile birlikte Cizre’de bakkal dükkânı işletiyorduk. 1994 yılı Şubat ayı içinde bir gün dükkânın arka tarafında istifle uğraşıyordum. ‘Ramazan’la Nurettin’in dükkânı burası mı’ diye bir ses duydum. ‘Siz bizimle geleceksiniz’ dediler. Müşteriler çıkarken ben de elime bir yağ tenekesi alarak müşteri gibi dışarıya çıktım. İki sivil kişi olduğunu gördüm. Bellerinde tabanca olduğunu da fark ettim. Dükkânın önünde 21 Plakalı binek tipi Reno beyaz bir araba duruyordu. Dükkândan biraz uzaklaşıp ne olduğunu takip ettim. Gelen iki kişi abimi dükkândan çıkartıp arabaya bindirerek götürdüler. Aileme haber verdim. Annem, savcılığa dilekçe vererek Ramazan ile ilgili araştırma yaptı. Abimin gözaltında olmadığı söylenmiş. Bunun üzerine biz daha çok korktuk. Bizim köylülerden 3-5 kişinin daha gözaltına alındığını öğrenmiştik. 4 veya 5 gün sonra bazı kişilerin adliyeye çıkartılacağını duyduk. Adliyeye giderek önünde bekledim. Getirilen kişiler arasında abim yoktu. Bu arada adliye önünde bulunan kişilerin konuşmalarından bir kişinin öldürülmüş olarak bulunduğunu ve Cizre Devlet Hastanesi’ne getirildiğini duydum. Hastaneye gittim. Belediyeden yazı getirmezsem cesedi bana göstermeyeceklerini söylediler. Aaldığım yazı ile tekrar hastaneye gittim. Cesedin bulunduğu morga doğru giderken kalabalıktan bir kişinin ‘bunun abisi’ şeklinde söylediğini duydum. Hastaneye gittiğimde cesedin belediye görevlilerine teslim edildiğini öğrendim. Mezarlıkta ceset mezara konulmuş üzeri kapatılmak üzereydi. Başkandan aldığım yazıyı görevlilere gösterip yeniden baş kısmını açtırıp baktığımda ölen kişinin abim olduğunu gördüm. Cesedi görünce bağırmıştım. O arada mezarlık civarında daha önce fark etmediğim askeri bir araçtaki askerler yanımıza doğru gelmeye başladı. Bunun üzerine bende gözaltına alınma korkusuyla mezarlıktan kaçtım. Olay sonrası ben diğer kardeşlerimi de alarak İstanbul’a gittim. 6-7 sene İstanbul’da kaldıktan sonra Cizre’ye geri döndüm.”

1

Kimsesizler Mezarlığı

Biliyor musunuz; cezasızlık kültürünün önemli parçalarından biri yasal olmayan gözaltı işlemleridir. Bir diğeri şahsın gözaltında olduğunun sistemli reddedilmesi. Bir diğeri o kişi işkence görmüşse, dahası öldürülmüşse gözaltında olduğuna yönelik izlerin kaybedilmesi. İşkence görenlerin dağın başında bırakılması, ölenlerin apar topar atılması ya da defnedilmesi.

Ramazan Elçi’nin kardeşinin anlattığı mezarlık, kimsesizler mezarlığıydı.

Yani sadece ailesi olmayanların ya da şüpheli biçimde ölen ve kimse tarafından 21 gün süreyle sahiplenilmediği için gömülmesine karar verilenlerin defnedildiği mezartaşlarına lüzum duyulmayan mezarlık.

Oysa Elçi’nin ailesinin mezarlığa mesafesi 500 metreydi.

O mezarlıkta yatanın Elçi olduğunu devlet de ailesi de biliyordu.

Ama cenazeye sahip çıkılamadı.

Sahip çıkılması, o dönemde o mezarlıkta aynı aileden birilerine yeni mezar yerleri açılması demekti.

Elçi’nin mezarı ölümünden tam 19 yıl sonra mahkeme kararıyla açılabildi.

DNA testine göre, mezardaki yüzde 99,9 Elçi’ydi.

Resmi kayıtlarda mezarlıktaki kişinin ölüm nedeni kalp krizi olarak gösterilmişti.

Ancak nasıl olmuşsa, kalp krizi geçirmiş kişinin açılan mezarındaki kafatası delikti.

Kafasından ateşli bir silahla vurulduğu uzmanlık gerektirmeyecek kadar kesindi.

Elçi’yi kim öldürmüştü?

Beyaz toroslar, sahibi bilinen ancak kayıtsız arabalardı, böyle sorular hala süren ve hiç bitmeyen Toros düzeninde aranamazdı.

Ancak herkesin yanıtını bildiği ve sorulduğunda susup önüne eğildiği bu sorunun yanıtı ilk kez 2009’da bir dizi siyasal hesaplaşma sonrası aranabildi.

Aranabilmesi bile mucize gibiydi.

Temizöz Davası

Türkiye’de alt rütbeli askerlerin isimleri ve lakapları sadece doğuda bilinir.

Kimi albay, bütün devlet için “efsanedir.”

Diyarbakır Başsavcılığı, 2009’da bölgedeki efsanelerden biri hakkında, Cemal Temizöz için iddianame hazırlayıverdi.

“Efsane albay” hakkındaki suçlama, 1993-1995 yılları arasında 21 faili meçhulün öldürülmesini azmettirmekti.

Ölenlerle ilgili anlatımlar ortak. Elçi’nin hikâyesi, belki hepsininki gibi…

Temizöz’le birlikte, Şırnak ve Cizre’de gayet iyi tanınan Kamil Atağ, Tamer Atağ, Adem Yakın, Hıdır Altuğ, Abdülhakim Güven gibi isimler de sanık sandalyesindeydi.

JİTEM, sorgu timleri ve Beyaz Toros da.

Davanın açılış hikâyesi, o dönem açılanlara benzerdi.

Temizöz’ün cemaat tarafından hedef alındığı iddiası, bunun üzerine eski dosyaların karıştırıldığı.

Ancak davanın bütün o torba davalardan önemli bir farkı vardı.

Bu davadaki hikâyeler ve suçlamalar gerçekti.

Birbirine eklenmiş dosyalar değil, mağdurların tanıklıkları esastı, gizli tanıklar da herkesin bildiği bölge insanlarıydı.

Belki bu yüzden, ilk soruşturmanın açılmasını sağlayan gizli tanıkların isimleri hiç gizlenmedi.

Bir bir deşifre edilen gizli tanıklar sırayla geri aldılar ifadeleri.

Mağdurları, yani ölenlerin yakınlarını korkutmak ise o kadar kolay değildi.

Korkacakları ne kalmıştı ki?

Duruşmalarda yapılan baskılara, ordu gibi gelen sanık yakınlarının korkutucu bakışlarına rağmen anlattılar korkutucu hikâyelerini.

Cizre Kaymakamı da tehdit ediliyordu, avukatlar da.

Ödüllendirilen ve yeni ödüller bekleyen sanıklar, nasıl olur da yargılanabilirdi?

Yargılama ilerledikçe, bir bir ortaya çıkartıldı sorgu timleri, isimleri yazılmamış imzaların sahipleri.

Ancak burası Türkiye’ydi.

Bir anda hava değişti, cumhuriyet tarihinin en büyük faili meçhul cinayetler davasında, değişen atmosferin etkisiyle devletin ezberi baş gösterdi.

Yasadışı dinlemenin olmadığı, sahte kanıt iddiasının bulunmadığı, alakasız kişilerin yargılanmadığı dava, diğer şaibeli davalarla aynı torbaya konuldu.

Cezaevinden ilk olarak 7 kişiyi öldürmekle suçlanan Kamil Atağ tahliye edildi.

Temizöz’ün davanın askeri itibarsızlaştırmak için açıldığına yönelik sistemli savunmaları etkisini gösterdi.

Dava açıldıktan 5 yıl sonra güvenlik gerekçesiyle Eskişehir’e nakledildi, Temizöz dâhil sanıklar bir bir tahliye edildi.

Savcılık, esas hakkındaki görüşünde, gizli tanıkların ifadelerin vazgeçmelerini gerekçe gösterip, Temizöz dâhil 8 sanığın beraatını istedi.

Az sayıda cinayet, cezalandırılması sonuç vermeyecek bazı sanıklarla ilişkilendirildi, birçoğu için zamanaşımı talep edildi, örgüt iddiasının çürüdüğü iddia edildi.

Şimdi karar bekleniyor.

Mahkemenin ne diyeceği, sadece 21 faili meçhul için değil, bütün bir ülke tarihi için önemli.

Göreceğiz bütün bu yaşananların anlamını; kimsesiz ölülerin üzerine atılan kara bir perde mi yoksa hakiki bir yüzleşme mi?

Ve biliyor musunuz; 90’lı yıllara ilişkin açılan hiçbir davada bugüne kadar hiç ceza verilmedi.

 İMZALA: Cemal Temizöz Suçsuz ise #21İnsanıKimÖldürdü?