Ana içeriğe atla
Ana Sayfa
18.09.2018

Türkiye'nin zorla kaybetme gerçeği

<< TÜM HABERLER

27 Mayıs 1995 tarihinden beri Galatasaray Meydanı’nda zorla kaybedilen yakınlarının akıbetini soran, hakikat ve adalet arayışını sürdüren Cumartesi İnsanları Ağustos ayı itibariyle 25 Ağustos 2018 tarihli 700. buluşmalarına destek çağrısı yaptı. Bu çağrı sonrasında bir araya gelen gruba meydanda toplanmalarının Beyoğlu Kaymakamlığı imzalı bir kararla yasaklandığı bildirildi. 23 yıldır toplandıkları meydanda toplanma kararlılığı içindeki Cumartesi İnsanları, İHD üye ve yöneticileri ile destek vermeye gelenlere tazyikli su, plastik mermi ve biber gazıyla müdahale eden güvenlik güçleri 47 kişiyi de gözaltına aldı. Bu 47 kişi yaklaşık 8 saat sonra serbest bırakıldı.

27 Ağustos 2018 Pazartesi günü, Cumartesi İnsanları’nın İHD İstanbul Şubesi’nde yapacağını duyurduğu basın açıklamasından birkaç saat önce, “Kaymakamlık Kursu Açılış Programı”nda konuşan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, polis müdahalesini haklı çıkarma amaçlı birtakım ifadeler kullandı. Söz konusu konuşmasında Soylu, Cumartesi İnsanları’nı “terör örgütlerine meşruiyet alanı açmaya çalışmak” ve “terör örgütlerinin sözcülüğünü yapmak”la itham etti.

Cumartesi İnsanları aynı gün öğlen yaptıkları basın açıklamasında keyfi yasaklamayı ve polis şiddetini protesto ederek, Soylu’nun açıklamalarının “gerçekleri çarpıtmak, Cumartesi İnsanları’nın meşruiyetini karalamak ve devletin suçlarını örtmek amaçlı,” olduğunu belirterek, bu karalamayı aynı zamanda süren kayıp davalarına da müdahale olarak niteledi.

Cumartesi İnsanlarına yönelik bu yasaklama tutumu 700. Hafta’dan bu yana devam ediyor. Bu engellemeler İstanbul’la sınırlı olmadı. 1 Eylül günü 499. oturma eylemini gerçekleştirecek Diyarbakır’daki kayıp yakınları ve 405. haftasındaki Batmanlı kayıp yakınlarının oturma eylemi de engellendi.

Bu insanların nasıl kaybedildiği konusunda on yıllar boyunca sessiz kalan, kaybedilen insanların akıbetini açıklamayan, “gözaltında kaybedilenlerin” faillerinin ceza almamasını sağlamak için örgütlü bir çaba harcayan devlet tek amacı yakınlarının kaybedilmesi konusunda hakikat ve adalet isteyen Cumartesi İnsanları’nın barışçıl gösteri ve protestosunu niye yasaklıyor? Zorla kaybetme uygulaması nedir? Bu konudaki veriler neyi gösteriyor?

Hafıza Merkezi’nin 2011 yılından beri çalışma konusu olan zorla kaybetmeler konusunda bugüne kadar paylaştığımız bilgileri derleyerek yeniden paylaşıyoruz.

Zorla kaybetme nedir? 

Uluslararası literatürde enforced disappearance veya enforced or involuntary disappearance terimleriyle zorla kaybetme/kaybedilme olarak ifade edilen suç, Türkiye’de genellikle ‘kayıp’ veya “gözaltında kayıp” olarak kullanılıyor. Bunun nedeni, Türkiye örneğinde kaybedilenlerin genellikle evlerinden, işyerlerinden veya kamuya açık alanlardan tanıkların huzurunda resmi görevliler tarafından gözaltına alınarak ve gözaltına alındıkları açıkça ifade edilerek kaybedilmesidir.

Birleşmiş Milletler Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşmesi, “(…) devlet görevlilerinin ya da devletin yetkilendirmesi, desteği veya göz yummasıyla hareket eden kişilerin ya da kişi gruplarının gözaltına alma, tutuklama, kaçırma ya da diğer herhangi bir biçimde özgürlükten yoksun bırakması ve bu durumdaki bir kimseyi, özgürlükten yoksun bırakmayı kabul etmenin reddedilmesi veya kaybedilen kişinin akıbetinin ya da nerede olduğunun gizlenmesiyle, hukukun koruması desteği veya bilgisi veya rızasıyla hareket edenlerin eylemlerini” de “zorla kaybetme” olarak tanımlar. Bu eylemlerin sıklıkla paramiliter güçler ya da kontrgerilla aygıtının çalışanları tarafından yerine getirildiğini düşünürsek bu geniş tanımlamanın ne kadar işlevsel olduğu anlaşılır. Tanımın organik bir parçası da yine zorla kaybetmelerin tipik unsuru diyebileceğimiz, sonrasında faillerin fiillerini reddetmeleri veya kaybolan kişinin nerede olduğunu gizlemeleridir. Bu, bilgi vermenin reddedilmesi şeklinde olabileceği gibi yanlış bilgi vermeyi de içerir.

Dünyada zorla kaybetme uygulamaları nedir, nasıl başladı?

Zorla kaybetme stratejisinin yaygın kullanımına ilişkin bilinen ilk uygulamalardan biri Nazi rejiminin 1941’de yürürlüğe koyduğu Nacht und Nebel Erlass’dır (Gece ve Sis Kararnamesi); bu politika doğrultusunda işgal edilmiş ülkelerde, özellikle de Fransa, Belçika ve Hollanda’da yaşayan direnişçiler gece geç vakitlerde tutuklanıp Almanya’ya gönderilmişler, burada özel mahkemelerce yargılanarak ölüme ya da hapse mahkum edilmişlerdir. Sayısı hiçbir zaman bilinmemekle birlikte aşağı yukarı 5.200 kişinin bu kararnameyle yok edildiği tahmin ediliyor.

Kaybetme stratejisi, 1960’lardan sonra tarihinde darbeler, etnik çatışmalar ve iç savaşlar olan Güney Amerika ülkelerinde siyasi muhalifleri etkisizleştirmek amacıyla sistematik olarak uygulandı. ‘İç düşman’ olarak kodlanan ve toplumsal adalet arayışıyla örgütlenerek 1960 sonrası Güney Amerika’nın farklı ülkelerinde kendilerini siyasi özne olarak ortaya koymuş, işçiler, köylüler, öğrenciler, sendikacılar gibi farklı kesimler, kaybetme stratejisiyle karşı karşıya kaldı. Brezilya’da, Uruguay’da, Şili’de, Peru’da, Guatemala’da ve Arjantin’de darbe sonrasının militarist iktidarları ya da çatışma ortamında devletin farklı kurumları, farklı toplumsal gruplara ve farklı ‘iç düşman’ kategorilerine karşı bu stratejiyi uyguladı. Zorla Kaybetmelerle İlgili Arjantin Hakikat Komisyonu’na (CONADEP) göre bir kısmı işkence ile öldürülen, bir kısmı sakinleştirici ilaçlar verildikten sonra uçaklarla okyanusa atılarak yok edilen tahminen 30 bin kadar kaybedilen kişiden sadece 8.960 kişinin ismi bulunarak tanımlanabildi.

Zorla Kaybetmelere karşı BM Sözleşmesi nedir?

Özellikle ülke içi çatışmalar sırasında devletin muhalefeti sindirmek amacıyla işlediği bir suç olan zorla kaybetme uluslararası hukukta insanlığa karşı bir suç olarak tanımlanıyor ve failleri açısından zaman aşımı söz konusu değil. Birleşmiş Milletler 1980 yılında bir Çalışma Grubu kurdu. Çalışma Grubu kurulduğundan bu yana 107 ülkeye 55 bin 273 vaka için başvuru yaptı, 40 bini aşkın vaka üzerinde de çalışmalarını sürdürüyor. 2006 yılında Birleşmiş Milletler Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşme’yi imzaya açtı. 2010 yılında yürürlüğe giren sözleşmeyi 97 ülke imzaladı, Türkiye imzacı ülkeler arasında yer almadı, bu uluslararsı sözleşmeyi halen imzalamış değil.

1

Türkiye’de zorla kaybetmeler nasıl uygulandı?

Türkiye, zorla kaybetmeler tarihini 24 Nisan 1915 tarihinde 234 Ermeni kanaat önderinin kaybedilmesiyle başlatabiliriz. Erken Cumhuriyet döneminde de devlet en bilineni Sabahattin Ali olmak üzere, muhaliflerine yönelik zorla kaybetme politikasını kimi tekil örnekler üzerinden uyguladı. Bu devlet suçunun tezahürü 12 Eylül askeri darbesinden hemen önce başlayarak, 1990 yılına kadar ağırlıkla sol ve sosyalİst muhaliflere karşı uygulandı. Hafıza Merkezi yaptığı saha araştırmasında 1980 ile 1990 tarihleri arasında 22 kişinin kaybedildiğini doğruladı. Merkezin veri tabanında yer alan ilk kaybedilme 01 Temmuz 1980 tarihinde Ali Uygur. Onu, 13 Eylül 1980’de Cemil Kırbayır, 18 Eylül 1980’de Hüseyin Morsümbül, 21 Kasım 1980’de Hayrettin Eren ve 23 Aralık 1980’de Mahmut Kaya takip ediyor.  Bu isimlerden sadece Ali Uygur’un bedeni bulunarak ailesine teslim edidldi. Diğerlerinin bedenlerinin nerede olduğu yakınları tarafından bilinmiyor, yani yakınlarının gidebilecekleri bir mezarları yok. Veri tabanında yer alan son kaybedilme tarihi ise 2004, bu tarihte Tolga Baykal Ceylan zorla kaybedildi.

Türkiye’de toplam kaç kişinin zorla kaybedildiğine ilişkin kesin ve net bir veri henüz ortaya koyulmadı. Ancak bu alanda çalışmış tüm kurumların listelerini incelediğimizde, 12 Eylül 1980 darbesinden bugüne toplam kaybedilen kişi sayısını, bunun kesin olmayan ve doğrulanması gereken bir rakam olduğunu hatırda tutarak, 1.352 olarak görmekteyiz. Elbette bu rakam faili meçhul cinayete/infaza kurban edilenleri içermiyor. Hafıza Merkezi bugüne kadar Türkiye’de 1980’den bu yana 500 zorla kaybedilen kişiyi doğruladı.
Bu kişilere ait kapsamlı bilgiler içeren veri tabanı 2012 yılından bu yana kamuya açık (www.zorlakaybedilenler.org), ancak şu anda yenilendiği için kapatıldı, en kısa zamanda tekrar açılacak.

Veritabanındaki bilgileri doğrulamak için:

  • Kaybedilenlerin yakınlarının anlatımını;
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu raporlarını;
  • Yerel mahkemelere intikal etmiş durumlarda dava dosyasını;
  • Savcılıklarda soruşturması süren durumlar için soruşturma dosyasını;
  • Hukuki bir başvuru yolu olarak şikayet dilekçesini;
  • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvurularını ve kararlarını ve
  • Avukatlar huzurunda imzalanan ve tespit niteliğinde olan tutanakları birincil veri kabul ettik. Gazetelerde yer almış haberleri ve diğer insan hakları örgütlerinin raporlarını ise ikincil veri olarak kabul ettik.

Hafıza Merkezi’nin kaybedildiğini doğruladığı 500 kişi arasından 28’i 18 yaşının altında, yani çocuk!

Çocukların en küçüğü 3 yaşındaki Dilek Serin, ailesinden Düzali Serin, Elif Işık, Gülizar Serin, Hatun Işık, Hıdır Işık ve Yeter Işık ile birlikte 23.09.1994 tarihinde zorla kaybedildi, cenazeleri hiçbir zaman bulunamadı. 12 yaşındaki Abdülaziz Gasyak ve İlyas Dirli de 1994 yılında kaybedildi. Abdülaziz’in bedeni bulundu, İlyas hala kayıp. 13 yaşındaki Davut Altınkaynak ve Münür Sarıtaş da 1995 yılında kaybedildi. Davut’un 2016 yılında kemikleri bulundu ve ailesine teslim edildi. Münür’ün bedeni hala kayıp.

Kaybedilenlerin 482’si erkek 18’i kadın.

282 kişinin bedeni hala bulunmuş değil.

Kaybedilme tarihleri de bu politikanın hangi yıllar sistematik uygulandığına yönelik açık veri veriyor.

1980-1990 arası22
199112
199218
199381
1994202
199597
199631
199713
199811
19999
20001
20012
20041

Bu rakamlardan da görüldüğü üzere zorla kaybedilmenin en çok gerçekleştiği yıllar 93-95 yılları arası. Bu elbette tesadüfi değil. Tansu Çiller’in başbakanlık yaptığı bu dönemde Genelkurmay Başkanı da Doğan Güreş, ordunun PKK ile mücadelesinde “gayrinizami harp” stratejisi uygulanmaya başlanmış, TSK “düşük yoğunluklu savaş” konseptine uygun olarak yeniden yapılandırılmış, Özel Harp Dairesi de Özel Kuvvetler Komutanlığı adını almıştı. Korucu sayısı ise yıldan yıla artıyordu. 1993 itibarıyla dönemin başbakanı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ekibi tarafından “Alan Hâkimiyeti ve PKK’yı Bölgede Barındırmama” konseptiyle özel bir güvenlik stratejisi yürürlüğe konmuştu. Bu stratejinin sivil halk açısından sonuçlarıysa köylerin ve diğer yerleşim birimlerinin zorla boşaltılması, “faili meçhul cinayetler” ve zorla kaybetmelerin giderek artması oldu.

Bu artış aşağıda da görüleceği üzere Olağanüstü Hal Bölgesi illerinde çok daha şiddetli bir şekilde kendini gösterdi.

Şırnak135
Diyarbakır123
Mardin65
Hakkari45
Batman26
İstanbul26
Şanlıurfa13
Tunceli11
Bitlis10
Ankara7
Diğer39

Türkiye’nin AİHM’de durumu nedir?

Türkiye’de zorla kaybetmelere ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 148 kişinin zorla kaybedilmesine ilişkin 73 başvuru yapıldı.

73 başvurudan 15 kişinin kaybedilmesine ilişkin 7’si dostane çözümle sonuçlanırken, 19 kişinin kaybedilmesine ilişkin 12’si kabul edilmez bulundu.

Geri kalan 54 başvuruda Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğine karar verildi.

Bu verilerden, usul nedeniyle kabul edilmeyenleri de dışarda tutarak, 61 başvuruda 129 kişi için Türkiye’nin uluslararası hukuku ihlal ettiği sonucu çıkıyor. AİHM bilindiği gibi kişileri değil ülkeleri vatandaşlarının haklarını ihlal ettiği ya da koruyamadığı gerekçesiyle yargılıyor. Olması gereken bu mahkümiyet kararlarından sonra Türkiye’nin bu davaları yeniden açarak bu olayların zanlılarını yargılaması ve failleri mahkum etmesi idi.

İç hukukta ne oldu? 

1

Hafıza Merkezi’nin zorla kaybedilen 344 kişinin hukuki dosyalarına ilİşkin yaptığı çalışmanın sonuçları şöyle: (2017 Nisan)

  • 218 kişinin kaybed­ilmes­ine dai­r soruşturma sürüncemede bırakıldı (%63);
  • 24 k­işi­yle ­ilgi­li­ soruşturma zamanaşımı kararıyla sonlandırıldı (%7);
  • 18 k­işi­yle i­lgi­l­i soruşturmada ise kovuşturmaya yer olmadığı kararı sonucu dava açılmadı (%5).
  • 84 k­işi­ni­n zorla kaybedi­lmesi­yle ­ilgi­li­ i­se dava açıldı (%24). Yani toplam 344 başvurudan ancak 84’ü yargı aşamasına erişebildi.
  • Şimdi bu kaybedilen 84 kişinin yargıdaki akıbetine bakalım:
  • 84 kişinin zorla kaybedilmesi ile ilgili toplam 15 dava açıldı. Bu davalardan 36 kişinin zorla kaybedilmesini içeren 8 davada beraat kararı verildi.
  • 46 kişiyle ilgili açılan 5 dava hala devam ediyor.

Yalnızca 2 kişiyle ilgili açılan 2 davada mahkûmiyet kararı verildi. Bir başka deyişle, 1990’lardan bugüne 20 senelik süre zarfında yapılan 344 şikâyet ancak 2 mahkûmiyet getirdi. Mahkûmiyet kararı verilen 2 dosyadan Mehmet Şerif Avşar davasında 2 kişi 30’ar yıl, Şeyhmuz Yavuz davasında ise 1 kişi 24 yıl ceza aldı.

Kaybedilme başvurularında yargıda neden sonuç yok?

  • Cumhuriyet savcıları tarafından soruşturma işlemleri gereği gibi yerine getirilmiyor, hakikat ortaya çıkaracak nitelikte etkin bir soruşturma yürütülmüyor,
  • Uzun yıllar boyu kayda değer bir işlem yapılmaksızın soruşturmalar sürüncemede bırakılıyor veya takipsizlik kararıyla kapatılıyor,
  • Zorla kaybetme suçu niteliği bakımından insanlığa karşı suç olarak tezahür etse ve zaman aşımı uygulanmaması gerekse de, bu vakalar resmi yorumda cinayet suçlamasıyla yargılanıyor ve bu yüzden 20 yıllık zaman aşımı riskiyle karşılaşıyor,
  • Çok az olaya ilişkin dava süreci başlatılıyor, etkili ve eksiksiz seyretmeyen yargı süreçleri beraat kararlarıyla sonuçlanıyor.

Kaybedilmeler konusunda siyaseten ve hukuki olarak gerçekleşen bu durum Türkiye’de suç işleyen kamu görevlileri açısından bir cezasızlık zırhı yaratıyor. Cezasızlık uygulaması belli suçları işleyenlerin yargılanmayacağı gibi bir kültür oluşmasına neden oluyor. Bu da demokrasiler için vazgeçilmez olan hukukun üstünlüğü ilkesinin uygulanmasını engelliyor. Böylece vatandaşların yargı karşısında eşit olduğu ve yasalar gereği suç işleyenin cezalandıralacağı ilkelerinin olmazsa olmaz olduğu demokrasi Türkiye’ye hep uzak kalıyor. Cezasızlık bu suçun yeniden yeniden işlenmesine neden oluyor. 2004 yılında devletin kaybetme uygulamasının bittiğine inananlar için 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında özellikle Ankara’da gözaltına alınan 11 kişinin kaybedilme iddiasının hala cevaplanamadığını hatırlatmakla yetinelim.

 Kaybedilmelerle mücadele için neler yapılmalı?

Devlet odaklı mekanizmalar:

  • Tanıma ve özür süreçlerinin ardından askeri ve sivil güvenlik aygıtı içinde 90’lı yıllarda zorla kaybetmelere birinci dereceden karışmış tüm devlet görevlilerinin görevlerine son verilerek kurumsal reform yapılması;
  • Koruculuk sistemine son verilerek geçici köy koruculuğunun lağvedilmesi; zorla kaybetmelerin yoğunlaştığı dönemde yargı aygıtı içinde çalışmış ve bu tür dosyalarda sistematik bir kayıtsızlık göstermiş hakim ve savcıların görevlerine son verilerek kurumsal reform yapılması;
  • Yargılamaların hızla, adalete uygun bir biçimde ve insanlığa karşı suç kapsamında zamanaşımı işlemeden yürütülmesi, bu süreçte diğer uluslararası örnekler dikkate alınarak bu alandaki uluslararası birikimin Türkiye’ye taşınması;
  • Kürtçe’nin, çok dilli kamu hizmeti sağlanmasından eğitim ve öğretim hakkının tanınmasına kadar, resmi olarak devlet kurumları nezdinde tanınması.

Kayıp yakınları odaklı mekanizmalar:

  • Parlamento bünyesinde ve sivil toplum örgütlerinin de katılımıyla Hakikat Komisyonları kurarak sürecin sadece ceza yargılamaları aracılığıyla değil mağdur odaklı olarak da tasarlanması. Bu yolla, geçmişte neler yaşandığıyla ilgili kolektif hafızaya, alternatif anlatıların da girmesinin sağlanması;
  • Kayıp yakınlarının görüşleri alınarak, kapsamlı, çok boyutlu, ailelerin farklı ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik toplumsal cinsiyet odaklı tazminat programları oluşturulması;
  • Tazmin ve telafi sürecinin kayıp yakınlarının kurduğu taban örgütlenmeleriyle birlikte örgütlenmesi ve sürdürülmesi;

Toplum odaklı mekanizmalar:

  • Anıtlar, müzeler ve anmalar yoluyla yaşananların hafızalaştırılarak unutulmaması ve tekrar etmemesi için “Bir Daha Asla!” yaklaşımının yaygınlaştırılması;
  • Film, oyun, müzik, enstalasyon, klip gibi farklı sanatsal formlarda eserlerle zorla kaybetme gerçeğinin farklı toplumsal kesimlere aktarılması;
  • Tarih ders kitaplarına Türkiye’nin yaşadığı son otuz yılı da dahil ederek zorla kaybetmeleri de içerecek şekilde yaşanan sistematik hak ihlalleriyle ilgili bilginin öğrenci gençlik nezdinde toplumsallaşmasının sağlanması;
  • Özellikle üniversitelerde verilecek dersler, yapılacak araştırmalar, geliştirilecek projeler aracılığıyla zorla kaybetmeler başta olmak üzere 90’lı yıllarda yaşanan istisna halinin bilgisinin yeni yöntemlerle yayılması.