Ana içeriğe atla
Ana Sayfa
15.11.2012

Velat Demir: Ailemden Dört Kişi Kaybettim, Yine de Umutluyum

<< TÜM HABERLER

Emrah Gürsel

Devlet görevlileri eliyle yürütülen faili meçhul, yargısız infaz ve kaybetme politikalarının mağdurları binlerle ifade ediliyor. Devletin hala üzerine düşen sorumluluğu kabul etmediği ve gerekli adımları atmadığını da düşününce, bu ülkede mağdur yakınlarının haklarını arayan yüzlerce sivil toplum örgütünün olması beklenir. Hâlbuki bu meselelerle uğraşan kuruluş sayısı çok az ve bu yüzden mevcut kuruluşların omuzlarına çok fazla yük düşüyor. Velat Demir bu kuruluşların en önemlilerinden biri olan YAKAY-DER’in başkanı.

30-31 Ekim’de Avrupa – Akdeniz kuşağındaki kayıp yakınlarının kurduğu kuruluşların oluşturduğu FEMED Cenevre’ye bir çalışma ziyareti gerçekleştirdi. YAKAY-DER’i temsilen Cenevre’ye giden Velat 150 kayıp dosyasını da yanında götürerek uluslararası kuruluşlarla görüştü. [1] BM Gözaltında Zorla veya Gönülsüz Kayıplar Çalışma Grubu (WGEID) başta olmak üzere Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC), İnsan Hakları Oluşumu Komitesi, Fransa Daimi Temsilciliği, İşkenceye Karşı Komite, İnsan Hakları Savunucuları Özel Raportörlüğü ve Zorla Kaybetmeye Karşı Uluslararası Koalisyon (ICAED) temsilcileriyle görüşmeler gerçekleştirdi. Velat Demir’le bu ziyaretin ardından YAKAY-DER’in Fatih’teki ofisinde görüştük.

En son Cenevre’de gittiğin ziyarette yaptıklarını merak ediyoruz, kısaca anlatır mısın?

2009’dan beri FEMED’le birlikte çalışıyoruz. FEMED ve bağlı bulunan kuruluşlar, BM Kayıplar Çalışma Grubu’nu ve Cenevre’de bulunan diğer kurum ve kuruluşları ziyaret etmek amacıyla iki günlük bir ziyaret gerçekleştirdi. Kızılhaç da bu örgütler arasındaydı. Geçmişte yaşanan hak ihlalleriyle ilgili bilgileri paylaştık. Kuşkusuz bu bilgiler sadece YAKAY-DER’in yaptığı belgeleme çalışmalarının değil, İHD’nin, Mazlum-Der’in ve birçok diğer kuruluşun birlikte yaptığı çalışmalar neticesinde oluştu.

Çeşitli kuruluş ve yetkili ağızlarca 17.500 faili meçhulün olduğu dillendiriliyor. 24 yıllık zaman diliminde Türkiye’de 600’e yakın çocuğun katledildiğini biliyoruz. Bunları çoğu mayın tarlalarında top oynarken, kimisi dağlarda hayvanları otlatırken hayatını kaybetti. AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana basından ve çeşitli STK’lardan elde ettiğimiz bulgular 186 çocuğun hayatını kaybettiğini gösteriyor.

Peki, siz oraya hangi hak ihlalleriyle ilgili bilgi götürdünüz?

Öncelikle Türkçe’den İngilizce’ye çevirdiğimiz 150 kayıp dosyasını ilettik.

Hangi dönemin kayıpları?

1990’dan başlayıp 94 yılına kadar gerçekleşen kayıplara ilişkindi. Tabi kayıpların sayısının 850 ile 1.300 kişi arasında olduğu tahmin ediliyor. Türkiye’de henüz buna yönelik STK’ların birlikte çalışıp bir veri tabanı oluşturmamasından kaynaklı farklı rakamlar söyleniyor. Kimisi 500 kimisi 5.000 kişiden bahsediyor. Bu bizim açımızdan bir eksiklik.

Bir de en fazla toplu mezarların üzerinde durduk. Bugün tam net olmamakla birlikte 300’e yakın toplu mezarın olduğunu söyleyebiliriz. Toplu mezarlarının buldozerlerle, dozerlerle değil Minnesota protokolüne göre açılmasını, koruma altına alınmasını ve delillerin kaybolmaması için Arjantin’deki, Fas’taki ve Bosna’daki gibi bilimsel çalışma yapılmasını istiyoruz.

Görüştüğünüz kurumlardan talebiniz tam olarak ne yöndeydi?

12 Eylül Anayasası’nın değiştirilmesi yönünde bazı adımlar atıldı; bazı değişiklikler oldu. Ama bizim açımızdan bunun yetersiz olduğunu belirttik. Halen cezasızlık ve 20 yıllık bir zaman aşımı süresi sorunu var. 90’larda katledilen insanların davaları düşmek üzere. 12 Eylül Anayasası’yla yönetildiğimiz sürece bu tip hukuksuzluklar ve katiller ortaya çıkamaz. Onlara pek mahkeme yolu da görünmez. En somut örneği Kenan Evren’in nasıl yargılandığı ve haklı taleplerimizin ne kadar yansıdığıdır. Şunu da belirteyim. 93 yılından 96 yılına kadar Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar döneminde sadece bizim tespit ettiğimiz 850’ye yakın faili meçhul ve kayıp olayı yaşandı. Ağar cezalandırıldı; ama budan dolayı değil. Şimdi yüksek güvenlikli bir cezaevinde korunuyor. İki yıllık bizim için gülünç olan bir cezası var. Tüm bunların altında askeri diktatörlük anayasası yatmaktadır. Birçok iyileşme oldu ama bizim açımızdan yetersiz.

Diğer ülkelerdeki çatışmalı durumların kimisi Türkiye’ye göre daha çözülmüş durumda kimisi de hâlâ devam ediyor.  Aklıma gelenler Fas, Kıbrıs, Bosna-Hersek, Kosova. Türkiye ve Kürt sorununu kıyasladığın zaman ne gibi farklar var arada? Sorunu çözme açısından biz daha mı gerideyiz?

Bahsettiğiniz soru beni çok derinden etkiledi. ICAED’in bir konferansına katıldım. Orada da gözlemlerim oldu. Türkiye’deki STK’ların çok büyük bir eksikliği var. Kuşkusuz diğer ülkelerde de yaşanmış ama birçok adım atılmış. Fas’ta başa geçen Kral IV. Muhammed, babası II. Hasan’ın döneminde yaşanan hak ihlallerini onarmak için cadde isimlerini değiştirmiş. Bizde ise 2011 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda ailelerle görüşüldü. Başbakan bunlardan sadece bir dosyayı seçti; ondan da pek bir şey çıkmadı. Hâlbuki devletin devamlılığı var. Biz devleti muhatap alıyoruz. Yurtdışındaki örneklerde hakikat komisyonları kurulurken mağdur ailelerin fikir ve önerileri alınıyor. Maalesef bulunduğumuz ülkede,  siyasi partilerin güdümünde mecliste bir alt komisyon kuruldu. 2001’den bu yana bu alanda çalışan bir kuruluş olmamıza rağmen kimse bizim fikrimizi sormadı.

Mevcut Hükümet kendi döneminde yaşanmayan hak ihlallerle yüzleşse, bunlarla ilgili adımlar atsa, çok da etkilenmeyecek, tam tersine olumlu bir hava yaratabilecek. Hem yurtdışından hem yurtiçinden; Kürtler, Aleviler ve diğer mağdur olan gruplardan da takdir görecek. Bunu yapmamalarının nedeni ne olabilir?

Bakın, 2007 yılında BM’nin Kayıplar Sözleşmesi ortaya çıktı. Maalesef o bile imzalanmadı. Bunun imzalanması durumunda Kıbrıs’taki kayıp insanların hesabı verilecek; Dersim’de kaybedilen kızların durumu ortaya çıkacak, Ermeni tehciriyle ilgili gerçekler ortaya çıkacak. Sözleşmeyi imzalamama direncinin altında bunlar yatıyor.

Eklemek istediklerin…

Bir de Adli Tıp’la ilgili sıkıntılarımız var. Çağdaş, modern ülkelerde Adli Tıp’lar sadece üç kişinin atamasıyla değil üniversitelerden, bağımsız heyetlerden oluşuyor. Türkiye’de Adli Tıp’ın Adalet Bakanlığı’na bağlı olması nedeniyle kaygılarımız var.

Siz nasıl bir yapı talep ediyorsunuz?

Öncelikle Sağlık Bakanlığı’na bağlanmasına istiyoruz. Üniversitelerden, uzmanlardan, TİHV gibi STK’lardan oluşan bir yapıyla yürütülmesi gerekiyor. Bir parti iktidara gelince, kendi ideoloji ve felsefesine yakın insanları, koyunca orada çalışma bilimsel olamaz.  Orada yürütülen çalışma bizim açımızdan bilimsel olamaz.

2009’da başlayan KCK operasyonuyla  sivil toplum örgütlerinden, gazetecilerden, öğrencilerden birçok Kürt tutuklu durumda. Operasyonlar sizi de etkiledi. Bizim de tanıdığımız YAKAY-DER üyeleri şu an cezaevinde. Şu an sizden kaç kişi cezaevinde? Bu durum çalışmalarınızı nasıl etkiliyor?

AKP yeni bir hükümetti. Tecrübesizdi. Kuşkusuz Çiller döneminde, Demirel döneminde birçok acı yaşandı. Bu hükümet ise geçmişte yapılanları bugün farklı bir biçimde yaptı. Türkiye’nin genelinde kayıplar, faili meçhuller ve toplu mezarlarla ilgili çalışma yapan yirmiye yakın aktivist tutuklandı. Bizim 4 Ekim 2011’de iki yöneticimiz, Cemal Bektaş ve Selahattin Tekin ve iki üyemiz, Kemal Aydın ve Zekiye Anık Durmuş, tutuklandı. En son Zekiye Anık tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Şu an üç arkadaşımız cezaevinde. Başta da belirttiğim gibi Hükümet geçmişe yönelik adım atmayı kabul etmiyor; birçok sözleşmeyi imzalamıyor. Ve buna yönelik çalışma yürüten arkadaşlarımızı engellemek gerek dünyayla gerek Avrupa’yla belge paylaşanların ve kamuoyunu bilgilendirenlerin önünü tıkamayı amaçlıyor.

“Yani bu sorunu da ben çözeceğim,” yaklaşımı. “Beğenseniz de beğenmeseniz de bunları mecliste kurduğum alt komisyonlarla kendi örgütlediğim kişilerle bunları araştıracağım. Bir başkasının bunları belgelemesini kamuoyuyla paylaşmasını hazmedemiyorum.” Temel amaç buydu. Arkadaşlarımız  sudan delillerle, kopyala yapıştır mantığıyla tutuklandı. Bizim hiçbir arkadaşımız illegal bir faaliyete katılmamıştır. İddianamede suç olarak Galatasaray’da Cumartesi Anneleri’nin anmasına katılmak, bir siyasi partiyi ziyaret etmek ya da 2008 yılında Ergenekon müdahili olmak için yaptığı başvuruda “şehit” kelimesi kullanmak gibi fiiller var. Arkadaşlarımız suni gerekçelerle zindanda.

Açlık grevlerine gitme gibi bir durum oldu mu?

Biz acının katmerleşmesini istemiyoruz. Biz cezaevinden hiçbir arkadaşımızın ölüm haberini almak istemiyoruz. Şu an aileler henüz görüşmediği için elimizde bir bilgi yok.

Umarız hem geçmişte yaşanan hem de devam eden acılar sonlanır, bir an önce. İnsan haklarına dayalı demokratik bir ülkede yaşarız. YAKAY-DER çalışmalarında başarılı olur.

Bu ülkede ister yanlış ister organize deyin birçok şey yaşandı. Ben kendi ailemden dört kişi kaybettim. Ama her şeye rağmen ben gene umutluyum. Biz yakınlarını kaybeden aileler ve bireyler olarak çok titiz ve sabırlı hakikat ve adaletin peşinde olmalıyız. Dünyada yaşananların tecrübesinden yola çıkarak öç alma duygusuyla yaklaşmıyoruz. Biz tamamen sağduyulu, bilinçli, bilimsel Türkiye’yi ve Türkiye’de yaşayan bütün halklarla birlikte gelecek nesiller için bizim yaşayamadığımız demokrasi ve çağdaş bir ülkeyi arzu ediyoruz. Herkesin diniyle, diliyle, giyimiyle, türküsüyle yaşabildiği bir ülke… Olacaktır bu. Bizim için “umutsuzluk” tarif edilemez bir kelime. Umutluyuz.


[1] YAKAY-DER‘in web sitesi kısa bir süre önce açıldı.