Ana içeriğe atla
Ana Sayfa
04.06.2021

Tuğla Lefkoşa’da, gelin birlikte çekelim

<< TÜM HABERLER

Mafya ve organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in 2 Mayıs 2021’den itibaren yayımlamaya başladığı videolar, Türkiye’de olduğu kadar Kuzey Kıbrıs’ta da faili meçhuller, cezasızlık, geçmişle hesaplaşma başlıklarının aciliyetini bir kez daha hatırlattı. Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması talebi yeniden yükseldi. Kimileri tozlu dosyaların raflardan ineceğine dair umut beslerken, Peker’in itiraflarından bir şey çıkacağına inanmayanlar da var. Peker’in, cinayetine ilişkin detaylar verdiği Kuzey Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’nın yakın arkadaşı yazar Dr. Ahmet An, “Türkiye’deki bataklık kurutulmadan buradaki su birikintisi zor temizlenir” görüşünde. Diğer yandan faili meçhullerin aydınlatılması ve “derin devlet”in ortaya çıkarılması için gerekli anahtarın Kuzey Kıbrıs’ta olduğunu savunanlar da var. Gazeteci Sami Özuslu onlardan biri. “Türkiye’de bu işin çözülmesini isteyen dostlara naçizane çağrım; lütfen Kıbrıs’a daha yakından bakın. Susurluk buradan geçti, Ergenekon burada vardı. Mafya zaten burada. Tuğlanın çekilmesini istiyorsanız, tuğla burada; Lefkoşa’da. Gelin, birlikte çekelim.”

Söyleşi: Banu Tuna

---

Yenidüzen gazetesinde Kutlu Adalı’yla birlikte çalıştınız bildiğim kadarıyla. Sürecin yakın tanıklarından birisiniz…

Ben Yenidüzen’e 1994 yılında girdim. Kutlu Adalı köşe yazarlığı yapıyordu ancak Kıbrıs’ta köşe yazarlığı hep amatördür, gönüllü yazar insanlar. Gazetenin yayın çizgisine uygun; sol, ilerici, barışsever insanlar orada kendini ifade edebiliyordu. Ben tabii o zaman gençtim, Kutlu Bey’in benim yaşımdan büyük kitapları vardı. Yazılarını el yazısıyla yazdığı için gazeteye getirirdi, geldiğinde bir kahve içimi süresince sohbet ederdik. Yanında tatlı köpeği Boncuk da olurdu, gündemi konuşurduk. Son dönemde Kardak Krizi patlak vermişti, onu konuşuyorduk. Çok değer verdiğimiz, çok saygın bir insandı. Birlikte çalıştık diyemem ama aynı dönem Yenidüzen’de bulunduk.

“Profesyonel bir gazeteci değildi” dediniz. Yazılarına konu ettiği meselelerle ilgili bilgiler nereden, nasıl akıyordu kendisine?  

Kutlu Adalı kamu çıkışlı birisiydi, Rauf Denktaş’ın özel kalem müdürlüğünü yapmıştı. Daha sonra aralarında bazı husumetler olmuş ama biz bunları Adalı öldükten sonra öğrendik. İnsanların yaşarken geçmişi çok bilinmez. Kamuda başka müdürlükler de yaptı. Denktaş Bey ile araları açıldıktan sonra takma isimle muhalif yazılar da yazmıştı bir dönem. Öte yandan çok eskilerde Nacak’ta birlikte de yazmışlardı. Kıbrıs’ta Denktaş’a veya yönetime karşı olan isimler de aynı hareketin içinden Türk Mukavemet Teşkilatı’ndan çıkmıştır. Denktaş, bir sürü silah arkadaşı veya siyasi arkadaşıyla zaman içinde ters düştü. Aydınların tümü ötekileştirildi. Sizin de Türkiye’de çok yabancı olduğunuz bir şey değil bu. 90’lı yıllarda kriminal olaylar çeşitlenerek artıyordu. Mafya girdi adaya. 1986 kritik yıldır nüfus artışı bakımından. Türkiye’den Kıbrıs’a pasaport değil kimlik kartıyla giriş imkânı verildi o yıl. İşgücü açığını kapatma adı altında sunuldu. Çok ciddi bir ikinci nüfus taşındı adaya. Bunlarla ilgili Kutlu Adalı çok yazardı ama sadece o yazmazdı. Bu başlıklarla ilgilendik çünkü toplumun bu konuda huzursuzluğu vardı. Kıbrıslı Türkler arz fazlası nedeniyle işlerini kaybettiler. Faili meçhul cinayetler yaşanmaya başladı.

Kutlu Bey’e bilgiler muhalif kişiliğinden dolayı akıyordu. “Mafya burayı uyuşturucu ve kumar cennetine dönüştürecek” diyordu. 1996’da Türkiye kumarhaneleri kapatınca bu tespit hızla gerçek oldu. 

Sedat Peker, suikastle ilgili itiraflarında PKK’den de bahsetti…

Kutlu Adalı’nın kimseyle alıp veremediği yoktu. Adalı milliyetçi çizgiden gelen, barış isteyen, huzur isteyen bir insandı. PKK burada hiçbir zaman çok güçlü olmadı. Adalı’nın Kürt hareketine sempati beslediğinden bile emin değilim. Öyle bir yazısını hatırlamıyorum. Düşüncelerinden dolayı tehdit edildiğini ailesinin verdiği ifadelerden öğrendik. Cinayetten bir süre sonra askere gittim, iki yıl koptum ama şunu teyit ettim. Galip Mendi, 2001 yılında adaya döndüğü sırada cinayetle ilgili AİHM davası açılmıştı. KKTC Meclisi ikinci soruşturma komisyonu kurdu. O dönem Galip Mendi Yenidüzen’e telefon açıp kendisini hedef alan, olayın üstünü örttüğünü iddia eden yayınlarla ilgili tehditvari konuşuyor. Aynı dönem KKTC devleti adına gazeteye müfsidane yayın yapmaktan üç dava da açıldı. 

Müfsidane yayın meselesini biraz açıklayabilir misiniz?

Bu İngiliz döneminden kalma bir yasa. Kışkırtıcı, düzeni bozmaya dönük yayın yapmak olarak açıklayabilirim. 1970’li yıllarda bu yasa kullanılarak muhalifleri içeri tıktılar. Sonuçta bize açılan davaların hepsi kapandı. Basın özgürlüğünden yana tavır koyan bir yargımız var. Bundan dolayı da mutluyuz ve şanslıyız.

Adalı cinayeti Kıbrıs’ta 1996’dan bu yana nasıl bir yerde duruyordu?

Bu bir mesajdı aslında. Susmayana “susun” mesajıydı. İlk günden itibaren “Derin devlet yaptı bu işi ve hiçbir zaman çözülemeyecek” inanışı vardı. Ne zamanki Susurluk oldu, araçtan Uzi marka silah çıktı, o zaman bir şans doğdu. Cinayette kullanılan mermiler balistik inceleme için Türkiye’ye gönderildi ama sonucu ne oldu bilmiyoruz. Burada iki meclis komisyonu kuruldu ancak ikisi de dışarıya belge vermedi. Ne oldu bilmiyoruz. Şimdi üçüncü komisyon kurulacak ama kamuoyuyla paylaşılacak mı bilgiler? 

“Bu iş çözülemeyecek” inanışı hâlâ korunuyor mu yoksa son gelişmelerden sonra çözüleceğine dair bir umut doğdu mu?

Çok büyük bir umut doğdu. İstanbul’da soruşturma açılmasıyla birlikte tavan yaptı. Cinayetin aydınlatılmasını isteyenler karamsarlık içindeydi. Susurluk sonrası umut olmakla birlikte toplumun çok büyük kesimi suskun kaldı. Şu anda da çok büyük bir kesim suskun. Atilla Peker’in konuşmalarından sonra muhafazakâr milliyetçi kesimlerde bile sarsıntı oldu. “Bizim devletimiz böyle mi” diyorlar. Onlara göre devlet kutsal, oysa tüm pislikler içinden çıkıyor. Şoke etkisi yarattı. O dönem hiç konuşmayan insanlar röportajlar vermeye başladı Kıbrıs’ta. Bize de istihbarat gelmeye başladı. Sivil bir komisyon kurulduğu vakit mıknatıs gibi bilgileri toplamaya başlayacak diye düşünüyorum. İnsanlar sivillere daha kolay konuşuyor. Örneğin 1981’de BM’nin de içinde olduğu Kayıp Şahıslar Komitesi kurulmuştu. 2003’e kadar bu komite bir tek kayıp bile bulamadı. Ne zamanki kayıp aileleri konuşmaya başladı, tanıklar da ortaya çıkıp konuşmaya başladı. Ama kime biliyor musunuz? Komiteye değil, gazetecilere. Off the record konuşup gömü yerlerini gösterdiler. Bu süreç de öyle. Bir sürü gizli tanık var. Abdullah Çatlı’nın VIP salonundan Kıbrıs’a girdiğine dair tanıklığını anlattı biri bana. Bu insanların yakın oldukları vekillere, partilere gidip fısıldaması daha kolay. Polise güven olsa bile başımı belaya sokmayayım diye düşünüyorlar. Ancak iktidar soruşturmayı yeniden başlatmaya gönüllü değil. İstanbul Başsavcılığı soruşturacak da cinayetin yaşandığı yerdeki polis suskun mu kalacak? Pandoranın kutusu açıldı. Ben Korkut Eken’in “Bana kim sahip çıkacak” sözünü çok önemsedim. Eken, “Siz konuşmazsanız ben konuşacağım” diyor. Kimi tehdit ediyor, işin içinden kim çıkacak bilmiyorum. Kutlu Adalı cinayeti aydınlatılırsa “Kıbrıs nedir?” sorusu gündeme gelir.

Bu cinayetin aydınlatılması ihtimali Kıbrıs için ne gibi bir potansiyel taşıyor?

Sadece Kıbrıs için değil Türkiye için de bir aydınlanmanın başlangıcı olarak görüyorum ve bu aydınlanmaya ihtiyacımız var. Bu cinayet aydınlatılırsa, Türkiye’deki faili meçhuller de çorap söküğü gibi ardından gelecek. Bakın Mehmet Ağar’dan, Sedat Peker’den bahsediyoruz, bir de Yeşil’den bahsedelim. Yeşil öldü mü kaldı mı bilmiyoruz. Kıbrıs’a gelip gittiğini biliyoruz. O da var mıydı işin içinde? Türkiye’deki karanlık olayların içinde adı geçen herkes buralara gelip gitmiş. Kıbrıs için siyaseten son derece önemli bu cinayetin aydınlatılması. Eski Eğitim Bakanı olan ve St. Barnabas baskınını ortaya çıkararak kamuoyuyla paylaşılmasını sağlayan Ahmet Derya Artı TV’de çok önemli bir şey söyledi. “Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı aslında Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs’taki şubesidir” dedi. Oradaki herkesin asker olduğu bilinir. Kutlu Adalı cinayeti aydınlatılırsa “Kıbrıs nedir?” sorusu gündeme gelir. KKTC denen devletin sivil olup olmadığı sorgulanacak.

 

Bu tür süreçlerin önünde “Hatırlamıyorum, unuttum, bilmiyorum” geleneği bir engel olarak çıkıyor. Tanıklar ve/veya sanıklar hatırlamadıklarını, bilmediklerini iddia ederek faillere koruma zırhı örebiliyor. Türkiye’de Hrant Dink davası, JİTEM davası bunun örnekleri. Dönemin başbakanı Hakkı Atun’un cinayetle ilgili Yenidüzen’in sorularına verdiği cevaplar biraz bu minvalde. Bu konuda ne dersiniz?

Cinayet 6 Temmuz’da işlendi, Hakkı Bey 5 Temmuz’da istifasını vermişti. Sonrasında sıradan bir milletvekiliydi. İstifa etmiş bir hükümet vardı Kutlu Adalı öldürüldüğünde. Bu ikisinin bağlantısı var mı, bilmiyoruz. Ama Hakkı Bey 1998’e kadar milletvekiliydi ve ilk kurulan komisyon tutanakları onlara açıktı. Merak edip bakabilirdi. Ya bakmadı, ya da gerçekten unuttu. İki kez kurulmuş araştırma komisyonu var, bu komiteye çalışmış vekiller var, ifade vermiş insanlar var, Kutlu Adalı’nın ailesinin söyledikleri var, konuyu araştıran polis müdürü var, Susurluk raporu var, AİHM kararı var. Tüm bunlar alt alta konulmalı. Galip Mendi soruşturulmalı, Korkut Eken ifade vermeli. Atilla Peker var. Sedat Peker “Koruma verin ben tanıklık yaparım” derse ne olacak? Söyledikleri Eken ve Mendi tarafından doğrulandı. Kişilerin hafızası bence artık önemli değil. Burada kritik olan niyet ve cesaret. Kapı bekçiliği yapılacak sivil bir süreç başlatılmalı. Bu işi aydınlatma işi polise, savcılığa bırakılmayacak kadar önemli. Türkiye ve Kıbrıs’ta birlikte hareket edilmesi lazım. Türkiye’de bu işin çözülmesini isteyen dostlara naçizane çağrım; lütfen Kıbrıs’a daha yakından bakın. Susurluk buradan geçti, Ergenekon burada vardı. Mafya zaten burada. Tuğlanın çekilmesini istiyorsanız gelin tuğla burada, Lefkoşa’da, birlikte çekelim. Türkiye kamuoyunun Kıbrıs’a ilgi duyması burada moral motivasyonu tavana çıkarır. Türkiye’de de bizim gibi düşünen insanlar var algısı büyük moral güç.