2020 yılının başında, barış alanında çalışmalar yapmış ya da yapmaya istekli 25-35 yaş arası 16 gencin katılımıyla bir Barış Atölyesi projesine başladık. Almanya merkezli Berghof Vakfı’yla birlikte yürüttüğümüz proje kapsamında düzenlediğimiz atölyelerde, barış ve çatışma çözümü literatürünün temel kavramları, dünyadan barış süreçleri örnekleri, katılımcı barış inşası gibi birçok konuyu ele alıyoruz. Hedefimiz, katılımcıların barış alanındaki kavramsal ve pratik tartışmalara hakimiyetlerini artırmak, bu tartışmaları kendi çalışma alanlarıyla nasıl etkileşime geçirebileceklerine dair birlikte düşünmelerini kolaylaştırmak ve barış alanında aktif rol almalarını teşvik etmek. Mayıs 2020’de başlayan atölyeler serisi, 2021 Eylül’üne kadar devam edecek.
Yaz aylarında atölye katılımcılarından barış alanıyla ilişkili üç sunum dinledik. Bu sunumların ilki, Monte Sole Barış Okulu Vakfı’nın barış eğitimi üzerineydi. İkinci sunumu, gazeteci Enise Malbat, Afganistan barış süreci üzerine yaptı. Hafıza Merkezi’nden Özlem Kaya ile Zeynep Ekmekçi, Enise’yle Afganistan barış sürecini ve Afganistan’daki sivil barış hareketlerini konuştu.
Afganistan “barış” denince Türkiye’de akla ilk gelen ülkelerden değil. Ancak son birkaç ayda, ülkede yıllardır süren silahlı çatışmayı çözmek için yürütülen görüşmeler hız kazandı. Afganistan’da çatışmanın tarafları deyince kimleri kast ediyoruz? Neden savaşıyorlar?
Afganistan, tarihinde büyük güç mücadeleleri yaşanmış bir ülke. Ancak Ortadoğu’daki veya Orta Asya’daki ülkelerin bir bölümü gibi dışarıdan alınan kararlarla kurulmuş bir ülke değil. Afganistan 20. yüzyıldan itibaren önce İngiltere-Rusya, ardından ABD-Sovyetler Birliği arasındaki güç rekabetinin coğrafi olarak kesişme noktası oldu ve herkes için ‘kaybedilemeyecek derecede önemli’ bir yer haline geldi. Sırasıyla İngiltere, Sovyetler Birliği ve ABD tarafından işgâl edildi ve bu küresel güçler Afganistan’da müttefikler edinirken, ülkede büyük bir ayrışmanın da tohumlarını attılar. ABD, Sovyetler Birliği’nin işgaline karşı Afganistan’daki İslamcı direnişçileri (Mücahitler) hem ekonomik hem de askeri olarak destekledi. Bu destek, Sovyetler sonrası Afganistan’da birbiriyle savaşan Mücahitler arasında patlak veren bir iç savaş olarak Afganistan halkına geri döndü. O kargaşadan bunalmış halkın ‘düzen ve emniyet’ arayışına Taliban cevap verdi ve kısa sürede iktidara geldi. Sonrasında Taliban’ın radikal İslami uygulamaları ve 11 Eylül saldırısını üstlenen El Kaide lideri Usame bin Ladin’i teslim etmemesi, ABD işgaline gerekçe edildi. Dolayısıyla hali hazırda ülkede çatışmanın tarafı olarak sayabileceğimiz üç temel grup var: ABD öncülüğündeki NATO güçleri, Afganistan ulusal savunma ve güvenlik güçleri ile Taliban. ABD ve NATO, Afganistan’ın bir daha El Kaide gibi gruplar tarafından güvenli bir liman olarak kullanılmaması için savaştıklarını söylüyor. Afganistan hükümeti ile Taliban arasında ise ülkeyi “cumhuriyetçiler”in mi, yoksa “emirlikçiler”in mi yöneteceği konusunda anlaşmazlık var. Afganistan hükümeti, son yirmi yılda kazanılan hakların, ülkenin hali hazırda yönetildiği İslami Cumhuriyet sistemi altında güvencede olacağını söylüyor. Taliban ise mevcut yönetimi “ABD’nin kuklası” olmakla ve yolsuzlukla suçlayarak, tıpkı yirmi yıl önceki iktidarları döneminde olduğu gibi, Afganistan’ın İslami Emirlik ile yönetilmesini istiyor. Şu anda Afganlar arası görüşmelerin temel tartışma konusu da bu.
“Afganlar arası barış görüşmeleri” olarak anılan barış görüşmeleri neden şimdi başladı? Görüşmelerin önündeki engeller ve imkânlar neler?
Taliban ile barış için daha önce bazı girişimlerde bulunuldu, ancak o girişimlerde ABD’deki siyasi iradenin yeterince güçlü olmadığını düşünüyorum. Çatışmanın sahadaki temel tarafları ve can kayıplarının temel mağdurları Afganlar olsa da ABD’nin ülkedeki varlığı savaşın gidişatını belirleyen en önemli etkenlerden biri. Taliban, yürüttüğü savaşı ABD’nin ülkedeki varlığına karşı, işgal karşıtı bir mücadele olarak gösteriyor. Afganistan’da ABD askeri varlığının sonlandırılması gerektiğine inanan ciddi bir kesim var. Washington yönetiminin benimsediği, ABD Başkanı Donald Trump’ın 2016 seçimlerindeki en büyük vaadi de olan “sonu gelmeyen savaşları sonlandıralım” söylemi, önce ABD ile Taliban arasındaki barış antlaşmasını, ardından da Afganlar arası görüşmeleri mümkün kıldı.
Afganistan hükümeti uzun bir süredir savaşın sorunları çözmeyeceği, çözümün siyasi müzakerelerle mümkün olacağı yönünde açıklamalar yaparak Taliban’a ateşkes çağrısı yapıyordu. Afganistan hükümetinin bu tavrı her ne kadar barış için olumlu bir atmosfer yaratsa da ateşkesin müzakereler için bir ön koşul olarak ortaya konması, Afganlar arası barış görüşmelerinin başlamasının önünde engel oluşturuyordu. Afganlar arasında güç paylaşımının ya da ülkenin geleceğinin belirlendiği bir anlaşmaya varılmadan Taliban’ın ateşkes ilan etmesi gerçekçi bir beklenti değildi. Taliban dünyadaki diğer tüm silahlı örgütler gibi, müzakere masasındaki meşruiyetini sahadaki askeri gücüne dayandırıyor. Dolayısıyla masada somut kazanımlar elde etmeden askeri gücünden vazgeçmesi beklentisi, görüşmeler önündeki en önemli engellerden biriydi. Bir diğer engel de ABD-Taliban arasındaki antlaşmaya taraf olmayan Afganistan hükümetinin, antlaşmada öngörülen “5 bin Taliban mahkumu serbest bırakılacak” maddesini uygulamayı reddetmesi oldu. Bu nedenle barış masasının kurulması altı ay geciktirildi. Ancak ABD’nin, Afganistan hükümetine uyguladığı baskı sonucunda hükümetin bu konudaki pozisyonu değişti.
Afganlar arası görüşmelerin sunacağı imkânların başında, yirmi yıldır savaşan tarafların, savaşa gerekçe olan konuları ilk kez müzakere yoluyla çözmeye çalışmaları geliyor. Taliban, ‘kukla’ olduğunu öne sürdüğü ve resmi olarak tanımadığı Afganistan hükümetiyle, -elbette ABD’nin askeri varlığının sonlandırılacağı üzerinde varılan anlaşma sayesinde-, ilk kez Afganistan’ın nasıl bir ülke olması gerektiğini konuşuyor. Afganistan hükümetinin belirlediği heyetteki kadın müzakereciler, Taliban tarafındaki mevkidaşlarıyla kadın haklarını tartışıyor, itirazlarını dile getirerek karşı tarafın gerekçelerine kulak veriyor. Bu Afganistan’da on yıllardır görmediğimiz bir diyalog imkânı demek. Ve hakkı verilerek, acele ettirilmeden sürdürülebilirse, Afganistan’da ‘kök salmış ve çözülemez’ görülen sorunlara dahi çözüm sunabilme potansiyeli taşıyor. Her şey mükemmel gitmese bile, şimdiye dek gelinen aşamada Afganlar şunu söyleme imkanı elde ettiler: “Sorunlarımızı çözmek için masaya oturup farklı kesimler, farklı görüşlerden Afganlarla bir araya gelip müzakere edebiliyormuşuz.” Bu imkân çok daha önce elde edilebilirdi. Savaşı on yıllarca uzatmayıp yüz binlerce sivilin ölmesine engel olunabilirdi. Ancak bu fırsatlar, müzakere masasında gerekli temsiliyet sağlanamaması nedeniyle kaçırıldı. Şimdi her iki tarafın ve arabulucuların, geçmişte kaçırılan fırsatlarda yapılan hataları göz önünde bulundurarak mevcut barış müzakerelerini sürdüreceklerini umuyorum.
Barış Atölyesi’nde yaptığın sunumda, Afganistan’da birçok sivil barış hareketi olduğundan bahsettin. Bu hareketlerin en güçlülerinden biri Barış Elçileri. Barış Elçileri barış talebini hangi yöntemlerle dillendiriyor ve somut talepleri neler?
Afganistan’ın en güçlü sivil hareketlerinden biri olan Halkın Barış Hareketi’nin (People’s Peace Movement) hikâyesi, Helmand vilayetindeki Leşkergah şehrinde sıradan bir esnafın, sokakta görüp her gün doyurmaya çalıştığı kimsesiz bir küçük kızı daha sonra bir bombalı saldırıda ölenler arasında görmesiyle başlıyor. İkbal Hayber isimli esnaf, yaşatmaya çalıştığı o küçük kızı savaşın kurbanları arasında gördükten sonra, sürekli kaybettikleri gencecik canları düşündüğünü ve gündelik hayatta yaptığı her şeyin anlamını yitirdiğini söylüyor. Ardından tek başına Leşkergah’tan Kabil’e, “Savaşı bitirin” çağrısıyla yürümeye başlıyor. Yol boyunca yüzlerce kişi Hayber’e katılıyor ve Ramazan ayında oruçlu halde, yaz sıcağında 700 kilometre yürüyorlar. Geçtikleri güzergahta Afgan askerlerince de Taliban mensuplarınca da olumlu karşılanıyorlar, gecelerini camilerde uyuyarak, iftar ve sahurlarını halkın kendileri için getirdiği yiyeceklerle geçiriyorlar. Kimi şehirlerde, hareketin sembolü haline gelen mavi kurdelelere bürünmüş genç kızların, barış aktivistlerini kasaba girişlerinde şarkılarla karşıladığını gördük. Gerçekten ülke çapında güzel bir atmosfer oluştu ve meyvesini de verdi. Savaşın bitirilmesi çağrısıyla yürüyen aktivistlerin Kabil’e ulaştığı 2018 Ramazan Bayramı’nda, Taliban ve Afganistan hükümeti ateşkes ilan etti. 2018 Ramazan Bayramı ateşkesi, çatışma ya da bombalı saldırı korkusu olmadan hayatlarında bir gün bile geçirmemiş olan Afganlar için unutulması kolay olmayan bir dönüm noktası olarak hafızalara kazındı. Afgan askerler ve Taliban mensupları şehir merkezlerinde bayramlaşarak birlikte kameralara poz verdiler, her iki taraftan da savaşçılar, “Savaştan yorulduk, artık barış istiyoruz” dedi.
Halkın Barış Hareketi aktivistleri sadece savaşın bitmesi çağrısıyla yaptıkları yürüyüşleriyle böylesi bir imkânın doğmasına katkı sağladı. Ancak ateşkesten sonra da aktivizmlerine devam ettiler. Başkent Kabil’de bulunan ABD, NATO, BM ve diğer pek çok ülke ve kuruluşun büyükelçilik ve temsilcilikleri önünde oturma eylemleri düzenlediler. Oturma eylemlerinden birinde, önlerine koydukları küçük bir tabut vardı ve tabutun üzerinde “NATO! Cenazelerimizi omuzlarımızda taşımanın yükünü artık kaldıramıyoruz” yazılıydı. Bu hareketin bu denli geniş bir kitle tarafından destek görmesinin sebebi bence buydu. Savaşın yalnızca tek bir tarafına değil, tüm taraflarına savaşı sonlandırma çağrısı yaptılar ve bu hareketi başlattıkları yer, Taliban’ın güçlü olduğu güney vilayetlerinden biri oldu.
2009 yılında Cumhurbaşkanı’nın toplumun farklı kesimlerinin barışa yönelik taleplerini dinlemek için bir Barış Jirgası düzenlediğinden de bahsettin. Bir de sadece kadınların katılımıyla bir Barış Jirgası düzenlenmiş. Jirga nedir ve toplanan bu iki jirgada nasıl talepler dillendirildi? Taraflar bu taleplere ilişkin bir adım attı mı?
Jirga, Peştuca’da ‘toplanma, meclis’ gibi bir anlam ifade ediyor, Kürtçe’de ‘toplantı’ anlamına gelen ‘civîn’ kelimesine benzer. Afganların bir topluluğu, köyü, aşireti ilgilendiren önemli kararları almak için topladığı geleneksel bir konsey denilebilir Jirga için. Savaş, barış, anayasa, liderlik seçimi/onayı gibi genel olarak ülkeyi ilgilendiren konuları ele almak için kurulan konseylere de ‘Büyük Meclis’ anlamına gelen ‘Loya Jirga’ ismi veriliyor. Tarihteki Loya Jirga örnekleri çok eskilere dayanıyor. Bunlardan biri, 1747’de Kandahar’da kurulan ve Afganistan’ın kurucu lideri olarak tarihe geçen Ahmed Şah Durrani’nin liderliğinin onaylandığı Loya Jirga. Diğer örnekler arasında, Zahir Şah’ın 2. Dünya Savaşı’nda tarafsızlık kararını onaylatmak için topladığı 1941 Loya Jirgası ve 1985 anayasa Loya Jirgası sayılabilir.
2019’da Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin topladığı Loya Jirga, Taliban ile müzakereler konusunda halkın görüş ve önerilerinin dinlenmesi, barış sürecinin güzergahının belirlenmesi ve müzakereler için Cumhurbaşkanı’na yetki verilmesi amacıyla gerçekleştirildi. Ülkenin 34 vilayetinden 3 bin 200 delege katıldı ve Taliban ile müzakerelere girmesi için Gani’yi desteklediler. Loya Jirga delegelerinin kendi aralarında yaptıkları tartışmalar ve oylamalar sonucu üzerinde uzlaştıkları deklarasyonda, Taliban’a ateşkes çağrısı yapıldı. Sonuç olarak, söz konusu Jirga geleneksel Afgan toplumunda politikalara meşruiyet kazandırma aracı olarak güçlü bir etkiye sahip olduğu için, Afganistan hükümeti barış konusunda atacağı adımlarda toplum nezdinde elini güçlendirmiş oldu.
Taliban ile müzakerelerde en kritik konulardan biri, son 20 yılda kadın hakları konusunda edinilen kazanımların kaybedilmemesi. Bu nedenle hem Afganistan içerisinde hem de uluslararası kamuoyunda, Afgan barış sürecinin ilk adımlarından bu yana kadınların görüşlerinin süreçte belirleyici role sahip olması gerektiği vurgulandı. Bu amaçla önce altı aylık bir süreçte 34 vilayette ayrı ayrı düzenlenen toplantılarda toplam 15 bin kadının barış konusundaki görüşlerine ve endişelerine kulak verildi. Daha sonra, yine tüm vilayetlerden kadın temsilcilerin katılımı ile Kadınların Barış Jirgası adıyla ayrı bir toplantı düzenlendi. Burada konuşma yapan Cumhurbaşkanı Eşref Gani, “Arka plana atılmıştınız, ancak artık bu değişti. Artık mağdur değilsiniz, geleceği inşa ediyorsunuz” diyerek kadınların barış sürecinde güçlü bir role sahip olacağı vaadinde bulundu. 12 Eylül 2020’de başlayan Afganlar arası müzakerelerde Taliban heyetinde hiç kadın bulunmazken, Afganistan hükümetinin belirlediği yirmi kişilik heyette üç kadın müzakereci yer alıyor. Afganistan hükümeti, 20 yıllık demokratik adımlara rağmen yirmi kişilik heyette yalnızca üç kadına yer verdiği için eleştirildi; Taliban da hiç kadın müzakereciye sahip olmadıkları için. Kadınların Afganistan’da güçlü bir iradesi var ve imkân tanındığında bunu korkmadan seslendirebilecek güçteler. Ancak ne yazık ki müzakere masasında yine erkeklerin belirlediği ölçüde temsiliyet sağlayabiliyorlar. Buna rağmen, müzakerelerden henüz birkaç hafta önce suikast girişiminden kurtulan kadın müzakereci Fevziye Kufi, kolunda sargı beziyle Afganlar arası görüşmeler için Taliban heyetinin karşısına çıktı ve Taliban müzakerecileriyle birebir diyalog kurdu. Her şeye rağmen barışa ve haklarına sahip çıkan kadınları görmek, hem Afganlar için hem de bizler için umut oluyor.
Uzun zamandır Afganistan’daki barış girişimlerini takip ediyorsun. Senin için Afganistan’ı bu kadar ilgi çekici kılan nedir? Türkiye’de bu sürece olan görece düşük ilgiyi neye bağlıyorsun?
Afganistan, Kolombiya’daki aralıksız 50 yıllık çatışmadan farklı olarak, sürekli biçim değiştiren ve aktörleri değişen, ancak aynı uzun periyotta bir türlü barışın tesis edilemediği bir çatışmaya ev sahipliği yapıyor. Üstelik, başka ülkelerde pek rastlanmayan bir özelliği de var: Dünyanın en büyük güçleri Afganistan’a gelip burada kozlarını paylaşmışlar ve bir şekilde amaçlarına ulaşamayıp çekilmek zorunda kalmışlar. Uzaktan bakıldığında Afganların ‘işgalcilere karşı savaşın kazananı’ olduğu söylenebilir, ancak içeride durum ne yazık ki böyle değil. Aralıksız çatışma yüzbinlerce sivil ve silahlı Afgan’ın ölümüne sebep olduğu gibi, devletin kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayabilecek bütün sistemleri, alt yapıyı da yok etti. Toplumda korkunç bir etnik ayrışmaya sebep oldu, herkesin hatıralarında diğer gruplarca işlenmiş katliamlar halen canlı. Dolayısıyla Afganistan’daki barış sürecinin tüm dünyaya öğreteceği dersler olduğunu düşünüyorum: Uluslararası güçlere, işgalin yalnızca umut edilen sonuçları getirmeyeceğini; iç savaş yaşanan ülkelereyse, en zor koşullarda bile müzakere masası kurmanın imkânlarını, ikna yöntemlerini, sivil baskı araçlarını, bölgesel ve uluslararası konsensüs kurmayı… Afganistan’da bugünkü süreç başarısız olsa bile hem Afganlar hem de uluslararası toplum geldiğimiz bu aşamaya dek çok şey öğrendi ve müzakereler çökse dahi çatışma bundan sonra asla üç yıl önce olduğu gibi olmayacak. Başarısız bir sonuç elde edilse dahi, neden sürecin başarısız olduğu ve bu başarısızlıktan nasıl kaçınılabileceği sorusuna verilecek cevap hepimize çok şey öğretecek.
Türkiye’nin Afganistan ile ilişkileri eskiye dayanıyor, her iki ülke de bununla gurur duysa da bugün toplum nazarında Türkiye’nin farklı bir Afganistan algısı var. Bir yanda Afganistan’ın reformist Kralı Emanullah Han ile Mustafa Kemal Atatürk arasındaki iyi ilişkileri temel alarak Afganistan’ın “bir zamanlar ilerici bir ülke olduğu”nu söyleyip bugünkü Afganistan’a yalnızca mülteci üreten ülke olarak bakan bir kesim mevcut. Bir yanda da 80’li yıllarda “Sovyetler Birliği’ne karşı cihad” döneminin etkisinde kalmış, Afganistan’ın içinden geçtiği o dönemi halen destansı bir İslami ayaklanma başarısı olarak gören kesim var. Söz konusu her iki grup da Afganistan’ın mevcut gidişatından -farklı gerekçelerle- memnun olmadığı için barış sürecine ilgi duymuyor diye düşünüyorum. Ancak barış sürecinin başarılı olması durumunda Türkiye’nin Afgan barış sürecine olan ilgisi ve sorularının tüm dünyada olduğu gibi artacağı kanaatindeyim.