Ana içeriğe atla
Ana Sayfa
04.03.2025

Belleğin İzinde Mücadele: Bu coğrafyanın ve öznelerinin kolektif belleği

<< TÜM HABERLER

2013 yılından bu yana internet üzerinden yayıncılık yapan açık erişimli bir dergi olan Onto Psikolojik Dergisi’nin 2025 Şubat itibariyle çıkan yeni sayısı “Belleğin İzi” konsepti ile hazırlandı. Dergi ekibi bu sayıda kolektif bellek üzerine çalışmalar yürüten sivil toplum örgütlerinden 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı, Hafıza Merkezi, Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi ve Madımak Katliamı Hafıza Merkezi ile söyleşiler gerçekleştirdi.

Söyleşiyi Hafıza Merkezi'nin Hafıza ve Barış Çalışmaları ekibinden Noémı Lévy-Aksu, Derya Bozarslan, Mert Koçak ve Merve Bakdur gerçekleştirdi. Ekip kolektif bellek, toplumsal hafıza ve siyasetin bu alandaki izdüşümü üzerine düşüncelerini Onto Psikolojik Dergisi ekibinden Sercan Karlıdağ ile paylaştı.

Onto Dergisine gitmek için tıklayın.

“Bu coğrafyanın hafızası” sözü size ne anlam ifade ediyor? Coğrafyanın hafızasına özgü nitelikler ve karakteristiklere ilişkin değerlendirmelerinizin yanı sıra, sizin pencerenizden, kolektif bellek ya da toplumsal hafızaya nasıl yaklaşılabilir?

Çok kültürlü, çok değişken ve çok bileşenli bir ülke olan Türkiye’de coğrafya, içerisinde ve küçük ölçekli binlerce parçasında yaşayan ya da yaşamış toplumlardan, yaşanan olaylardan bağımsız değerlendirilmesi oldukça zor bir hafızaya sahip. Göçler, sürgünler, zorla yerinden etmeler, ekolojik yıkımlar, deprem, sel, yangın vb. felaketler yaşandıkları alanın hafızası ile ilişkili durumdalar. Nitekim mekânlar ve alanlar geçmişten bugüne farklılıklarıyla, benzerlikleriyle ve süreç boyunca geçirdikleri değişimlerle yapılanıyor. Bu yapının iki öznesi ise insan ve doğa. Doğal olarak doğada gerçekleşen bu değişimler insan yaşantısındaki mücadelelerden ve gerek sosyal gerekse politik müdahalelerden bağımsız değerlendirilemez. Hem insanın hem doğanın ürettikleri coğrafyada bırakılan izi şekillendiriyor. Kişisel hikâyelerdeki yemekler, şarkılar, alışkanlıklar, inançlar, gelenekler, ritüeller, somut olan ya da olmayan değerler insanın içinde bulunduğu mekân ve alan ile toplamda kolektif bir belleğin ortaya çıkmasını sağlıyor.

Bu bağlamda “coğrafyanın hafızası” bizim çalışmalarımızda pek başvurduğumuz bir terim değil. Toplumsal hafıza, öznelerin yaşantılarını ve hikâyelerini ait olduğu mekân ve bölgeler, toplumsal mücadeleler, hatırlama ve unutma pratikleri ile okuduğumuz, jenerasyonlar arası aktarımları göz önüne aldığımız bir yapı diyebiliriz. Resmi devlet anlatıları ve ideoloji inşası karşısında direnen hafıza ve kimi zaman bu dirence yönelik tahribatın bıraktığı iz de bunun bir parçası. Edilgen bir yapı değildir kolektif hafıza, hem bireysel belleklerin toplamı ile yaratılıyor hem de kendi içerisinde bir olgu olarak var olmaya devam ediyor. Toplumsal hareketleri, siyaseti şekillendirmeye devam ediyor.

Neleri hatırlayacağınıza, neleri unutacağınıza ve neleri görmezden geleceğinize karar veren resmi anlatı ve bu anlatıyı takip etmek muktedir ve iktidar ilişkisinin bir parçası. Yıllar içerisinde sivil alanın daralması ve siyasi baskının artmasının da bunda büyük bir payı var elbette. Örneğin, anadili hakkı tartışmaları içerisinde yüzyıllarca biriken hikâye, efsane ve destanları yeni nesillere taşıyan Kürtçe dengbejler de kendilerine seslerini iletecekleri bir alan bulmakta zorlanıyor. (Kürtçede “ses” anlamına gelen deng ve “söyle, ses ver” anlamına gelen bêj sözcüklerinin birleşmesiyle oluşan Dengbêj sözcüğü, sözün ahenkle icra edilmesini sağlayan kişi anlamında kullanılmaktadır.)

Gündelik-siyasi kritikte bir hayli yer kaplayan “çok çabuk unutan bir toplum” değerlendirmesine katılır mısınız? Evetse, bunu yaratan/etkileyen koşullar hakkında neler söylersiniz?

Aslında, bu, unutmaktan ziyade bir görmezden gelme, sessizlik ve sessizleştirme pratiği. Hafıza Merkezi olarak kuruluşumuzdan bu yana odaklandığımız konular arasında olan, 90’lı yıllarda Türkiye’de, yoğun olarak Kürt illerinde gerçekleşen zorla kaybetmeler bunun çarpıcı bir örneğidir. Kayıplara dair kayıp yakınları ile yapılan görüşmeler, adli başvurular, medyada çıkan haberler gibi pek çok kaynaktan doğrulayarak oluşturduğumuz bir veri tabanımız var. Derin bir siyaset bilgisi gerektirmeksizin zorla kaybetmelere ilişkin yapılan inceleme ve araştırmalarda rahatlıkla görebileceğiniz bir medya verisi var. Bugün oldukça kolay erişilebilecek bir arşiv çalışmasıyla dönemin günümüzde de ana akım olarak kabul edilebilecek gazetelerinde ve ana haber bültenlerinde kayıplara ve faili meçhullere ilişkin haberlere yer verildiğini siz de rahatlıkla görebilirsiniz.

Buna rağmen sadece bugün yaşananların unutulması değil, o gün dahi bunların görmezden gelinmesine, hayatın büyük insan hakları ihlalleri yaşanmıyormuşçasına devam etmesine, siyasilerin sessizliğine, toplumun suskunluğuna, adalet mensuplarının görevlerini ihlal etmesine bakarak bunun “kolay unutma”nın çok ötesinde olduğunu anlayabiliyoruz. Kaldı ki bugün hâlâ, 27 Mayıs 1995’ten bu yana her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda buluşarak kayıplarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri/İnsanları gibi bir sivil itaatsizlik eylemi gerçekleşiyor. Bu yıl 1000 haftayı geçen bu eylemin temeldeki amacı hatırlatmak değil, “unutturmamak” ve kayıpların akıbetini sormak. İlk gününden bugüne 30 yıllık bir süreç boyunca aşikâr bir gerçeğin peşinden koşan insanlar, kayıplarının ve hâlâ en azından bir mezarları olmasını bekledikleri insanların isimlerini ve fotoğraflarını meydanlarda taşıyorlar. Dolayısıyla hiçbir zaman unutulmayan bir gerçeğe bile toplum tarafından nasıl kulak tıkandığını görmek, bizim, siyasetin günlük dilindeki gibi “kolay unutmadığımızı”, aslında “kolayca görmezden geldiğimizi” gösteriyor.

Bu örneğin dışında da Hafıza Merkezi’nin Türkiye’nin bir "amnezi" ülkesi olduğu yaygın görüşünü sorgulayan yaklaşımlardan esinlendiğini söyleyebiliriz. Nitekim Hafıza Merkezi’nin kurucularından biri olan Özgür Sevgi Göral ikna edici bir biçimde, Türkiye’nin geçmişiyle ilişkisini anlamak için amnezi yerine, geçmişi konuşabilmenin kelime, kavram ve fikirlerinden yoksun olma anlamına gelen “afazi” kavramının daha uygun olduğunu öne sürdü. Şüphesiz ki bu afazi hâkim ideoloji ve inkâr politikalarına doğrudan bağlıdır. Aynı zamanda, mağdur grupların çoğulluğu ve parçalanmışlığı da fragmante bir hafızayı doğurarak ait olmadığımız grupların yaşadıklarını unutmamız veya onlara kayıtsız kalmamızla sonuçlanabilir. Hafıza Merkezi olarak mübadele ile zorla yerinden edilmeler, Ermeni Soykırımı, Kürt illerindeki sistematik baskı politikaları gibi farklı dönem, süreç ve deneyimler arasındaki bağlantıları sorgulayarak daha kapsayıcı ve eleştirel bir hafıza sahasını inşa etmeye katkıda bulunmaya çalışıyoruz.

“Şüphesiz ki bu afazi hâkim ideoloji ve inkâr politikalarına doğrudan bağlıdır. Aynı zamanda, mağdur grupların çoğulluğu ve parçalanmışlığı da fragmante bir hafızayı doğurarak ait olmadığımız grupların yaşadıklarını unutmamız veya onlara kayıtsız kalmamızla sonuçlanabilir. ”

Hiç bilmeyen birine, kendi faaliyetlerinizden ve bu faaliyetlerinizin arka planındaki motivasyon ve duygularınızdan bahseder misiniz? Yürüttüğünüz çalışmalar veya ilgilendiğiniz gündemlerin bu ülkenin toplumsal hafızası ya da kolektif belleği ile bağı nedir?

Hafıza Merkezi 2011 yılında bir grup akademisyen, hukukçu, gazeteci ve insan hakları savunucusu tarafından kuruldu. “Geçiş dönemi adaleti” ilkelerinden yola çıkarak hakikat, adalet ve hafıza ilişkilerini düşünmeye davet eden, somut belgeleme çalışmalarıyla katkıda bulunan yeni bir yaklaşımı sunmayı hedefledi. Bahsettiğimiz gibi kuruluşunun etrafında şekillendiği konu Türkiye’de Zorla Kaybetmeler gerçeğiydi. 90’lı yıllarda devlet şiddetinin en yakıcı örneklerinden biri olan bu olgu, bugün hâlâ etkisini cezasızlık problemi ile sürdürüyor. Merkez kurulduğunda, başta zorla kaybetmeler olmak üzere, ağır insan hakları ihlallerinin evrensel standartlarda belgelenmesi, emsal olabilecek davaların takibi ve belgelenmesi, mağdurlar ve aileleriyle görüşmeler ve tüm bu ağır ihlallerle ilgili hakikatlerin toplumun geniş kesimlerine anlatılmasına yönelik faaliyetler temel bir çalışma ekseni olarak belirlendi. Sonucunda da özgün bir veri tabanı ve çeşitli raporlar ortaya çıktı. Bu bir hafıza kaydıydı. Amaç, zorla kaybedilen, hukuk dışı infaz edilen insanları birer sayı olmaktan çıkarmak ve devlet nezdinde kabul edilmeyen bu suçu görünür kılmaktı.

Hâlâ eksenimizde olan bu çalışmanın yanı sıra, Hafıza Merkezi’nin çalışma alanları gittikçe genişledi. Hafıza ve Barış Çalışmaları programı bağlamında Türkiye’de Hafızalaştırma web sayfamız, farklı fiziksel ve dijital hafızalaştırma projelerini inceleyerek Türkiye’deki hafıza sahasının dinamikleri, engelleri ve etkileri ile özgün bir kaynakça oluşturuyor. Buna ek olarak, Türkiye’yi kendi sınırları içinde monolitik bir bütün olarak görmemek adına, Türkiye’nin içinde bulunduğu daha geniş coğrafyada dâhil olduğu ağır insan hakları ihlallerini hafızalaştıran projelere de yer verdik (örn., Göçmenlerin Yunanistan’dan Türkiye’ye Kitlesel Geri İtilmesinin Dijital Canlandırması). Aynı zamanda, Hafıza ve Gençlik projelerimizle atölye, saha gezileri ve küçük proje destekleriyle gençlerin eylemliliğini, tarihsel adalet ve hesap verilebilirlik tartışmalarına katılımlarını teşvik etmeye çalışıyoruz. Öte yandan, hukuk çalışmaları programıyla ortak olarak yürüttüğümüz yeni çalışma, 2000’li yıllarda yaşam hakkı ihlallerine odaklanarak nesiller arası şiddet deneyim ve hafızalarıyla birlikte onarıcı adalet imkânlarını araştırıyor.