Son yıllarda çatışma, zorunlu yerinden edilme ve tarihsel travmalarla şekillenmiş bölgelerde hafıza çalışmaları ve hafıza aktivizmi yeniden aciliyet kazandı. Ermenistan’da ise, özellikle Ermeni Soykırımı etrafında şekillenen geçmiş anlatılarının uzun süredir siyasal gündemlerle ve ulusal kimlik inşasıyla iç içe geçtiği bir bağlamda, yeni kuşak akademisyenler ve kültür emekçileri bu alanı yeniden biçimlendiriyor. Bu isimler arasında, çalışmalarıyla resmi tarih anlatılarını merkezden uzaklaştırmayı ve böylece çoğulcu, bedensel ve demokratik hafıza biçimlerine alan açmayı amaçlayan Cultural and Social Narratives Lab (CSN Lab) üyeleri Tigran Amiryan ve Arsen Abrahamyan da bulunuyor.
Bu söyleşi, ikilinin sözlü tarih, mekânsal analiz, sanatsal araştırma ve topluluk katılımını harmanlayan disiplinlerarası yaklaşımlarını ele alıyor. Aynı zamanda, Ermeni Soykırımı’na ilişkin devlet söyleminin geçirdiği dönüşümü, hafızanın Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki rolünü ve yeni hafıza politikalarının şekillenmesinde sınır ötesi ittifaklar ile kuşak değişimlerinin taşıdığı önemi tartışıyor. Erivan’daki mahalle hafıza yürüyüşlerinden, Kürt ve Türk sivil toplum aktörleriyle kurulan uluslararası işbirliklerine uzanan bu perspektifte Amiryan ve Abrahamyan, karmaşık bir geçmişle yüzleşmenin ve daha adil, diyaloga açık bir gelecek tasavvur etmenin ne anlama geldiğini değerlendiriyor.
Hafıza çalışmaları ve hafıza aktivizmi CSN Lab'in faaliyetlerinin ve misyonunun merkezinde yer alıyor. Bu alana katkınızı nasıl tanımlarsınız ve yaklaşımınız Ermenistan'daki hakim söylem ve yöntemlerden nasıl farklılaşıyor?
Tigran Amiryan: Ermenistan ve daha geniş bölge bağlamını imparatorluklar, savaşlar, çatışmalar, göç dalgaları ve yaşadığımız tüm değişimlerle birlikte değerlendirdiğimizde, karşımızda çok katmanlı ve karmaşık bir geçmiş bulunuyor. Resmi söylemlere ya da tarihi yeniden yazmaya hapsolmadan bu katmanlar arasında gezinmenin birkaç yolundan biri hafıza çalışmalarıdır. Bu çalışmalar bize anlatıları merkezsizleştirmemize, tarihi hikayelere, kimliği kimliklere dönüştürmemize ve çoklu sesler ve perspektifler için alan açmamıza olanak tanıyor.
Çalışmalarımızın Ermenistan'da hafıza söylemi etrafındaki atmosferi gerçekten değiştirdiğine inanıyorum; bu anlamda birkaç kilit noktayı vurgulayabilirim. Her şeyden önce, akademinin uzun zamandır kaçındığı, akademik metinlerin önsözlerinde sıklıkla vaat edilen ancak nadiren gerçekleştirilen bir şeyi yaptık. Disiplinler arası bir yaklaşımı benimseyerek, hafıza ve geçmiş hakkında antropoloji, sosyoloji, kent çalışmaları, edebiyat teorisi, felsefe ve hatta sanatsal pratikleri bir araya getirerek konuştuk.
Metodolojinin ötesinde, misyonumuz her zaman sıradan insanların hayat hikayelerini analiz etmek ve güçlendirmek oldu. Siyasi söylem genellikle dışlama, çatışma ve güç mücadelesiyle doludur. Buna karşılık, sıradan insanların hafızası yaşanmış gerçeklik hakkında daha dürüstçe konuşur. Bu anlamda, daha demokratik bir hafıza siyaseti için sürekli çaba sarf ediyoruz. Geçmişe dair bilgi akademik kurumlarda, arşivlerde ya da kapalı çevrelerde kilitli kalmamalı, o geçmişe sahip olanların erişimine ve kamuya açık olmalıdır. Demokratik hafıza mücadelesi ile kastettiğimiz budur.
Arsen Abrahamyan: CSN Lab ekibiyle birlikte, sadece Ermenistan'da değil, bölge genelinde de uzun süredir susturulan topluluklara ve deneyimlere dikkat çekmek için çalışıyoruz. Ermenistan'daki hafıza çalışmaları çoğunlukla Soykırım'a, özellikle de hayatta kalanların tanıklıklarına ve hafıza sonrası anlatılara odaklanırken, diğer anlatılar gölgede kaldı. CSN Lab'de kültürel ve toplumsal hafızayı şehircilik ve mimari, doğal peyzaj ve çevresel dönüşümler, yerinden edilme ve göç, toplumsal cinsiyet ve queer perspektiflerinden inceleyerek alanı genişletmeye çabalıyoruz. Bu perspektifler, geçmişle tüm karmaşıklığı içinde ilişki kurmamıza yardımcı oluyor.
Hafıza kimliği şekillendiriyorsa, hafızanın çeşitliliğini kabul etmek, farklı kimlikleri de kucaklamak anlamına gelir. Hatırlamak bizim için aynı zamanda bir haktır - var olma, şeffaf bir geçmişe sahip olma ve bir gelecek hayal etme hakkı.
Ermeni Soykırımı, Ermenistan'da ulusal tarih yazımında ve kolektif hafızada merkezi bir yere sahip. Soykırıma ilişkin devlet anlatısı on yıllar içinde değişti mi? Ve akademide ya da sivil toplumda alternatif anlatıların ortaya çıktığını görüyor musunuz?
Tigran Amiryan: Soykırımla ilgili devlet anlatıları, sadece Ermenistan'ın Sovyetleştirilmesi ve Birliğin çöküşü gibi büyük siyasi değişimler sırasında değil, aynı zamanda Ermenistan'daki farklı rejimler ve liderlik değişiklikleri sırasında da önemli ölçüde değişti. Yakından bakarsak, hafıza siyasetinin çeşitli aşamalardan geçtiğini görebiliriz. Örneğin, Soykırımın kamusal söylemde neredeyse hiç yer bulamadığı, kurumsal olarak tanınmadığı erken Sovyet dönemi, bir kısıtlama ve sessizlik dönemiydi. Buna karşılık, özellikle 1960’larda, Soykırım travması bu kez Sovyet yetkilileri tarafından aktif biçimde yeniden canlandırıldı ve araçsallaştırıldı. Bu da, Ermenistan’ı daha geniş bölgesel güç dinamikleri içinde konumlandırmak amacıyla ulusal kimlik fikrinin öne çıkarılmasının bir parçasıydı.
Resmi siyaset bu hafızayı bastırabilir ya da yönünü değiştirebilir; ancak bu, yeni siyasi gündemler veya diplomatik stratejiler karşısında kolayca dönüştürülebilecek bir anlatı değildir. Ermeni Soykırımı, özellikle de hâlâ siyasi olarak araçsallaştırıldığı ve inkâr edildiği için, Ermeni toplumunda güçlü bir hafıza ve post-hafıza anlatısı olarak varlığını sürdürmektedir. İnkâr sürdüğü sürece, Soykırımın hatırası da sosyal ve kültürel bir direniş biçimi olmaya devam edecektir.
Son yıllarda Ermenistan hükümetinin Soykırım hafızası siyasetini gözden geçirmeye çalıştığı ve bunu bölgesel çatışma alanının dışına çıkarmayı hedeflediği aşikar. Ancak, bölgemizdeki pek çok şeyde olduğu gibi, bu süreç de aceleye getirilmiş, dikkatsiz ve uzman topluluklarla uygun diyalogdan yoksun.
Soykırım tarihsel bir gerçekken, buna “alternatif bir anlatı” kurgulamak mümkün değildir. Hepimizin aile geçmişi bir şekilde 1915’e uzanıyor. Bu nedenle mesele bir anlatı tercihi değil, bir sorumluluk meselesidir. Soykırım artık ne siyasi bir araç olarak kullanılmalı ne de diplomatik sessizliğe bahane edilmelidir. Bu tarihsel gerçeklik, güç mücadelelerine malzeme edilmeyi değil, onurlu bir yüzleşmeyi hak ediyor.
Başbakan Paşinyan'ın Ermeni Soykırımı hakkında yakın zamanda yaptığı yorumları1 Ermenistan'da sert tartışmalara yol açarken, Türkiye ana akım medyası tarafından memnuniyetle karşılandı. Bunları bağlamsallaştırmamıza yardımcı olabilir misiniz? Soykırım meselesi ele alınmadan, kara sınırının açılması da dahil olmak üzere Türk-Ermeni ilişkilerinde bir iyileşme hayal edebilir miyiz?
Arsen Abrahamyan: Ermenistan'ın bağımsızlığının son 30 yılında, Soykırım etrafındaki devlet anlatısı, özellikle Dağlık-Karabağ çatışmasıyla bağlantılı olarak yine önemli ölçüde değişti. İki savaş ve tekrarlanan tırmanışların ardından bu iki travmatik olay kamusal söylemde iç içe geçmiş gibi görünüyor, ülkeler ve toplumlar arasındaki diyaloğa daha da karmaşıklık katıyor.
Savaş sonrası travmanın ve Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki süregelen müzakerelerin gölgesinde, Başbakan’ın son açıklamaları—yeni normalleşme sürecinin şeffaflıktan yoksun ilerlemesiyle birlikte—beklendiği gibi kamuoyunda yoğun tartışmalara yol açtı. Aynı anda, Türkiye’nin resmi söylemi inkâr üzerine kurulu kalmaya devam ediyor ve bu da samimi bir diyaloğu zorlaştırıyor. Ermeni toplumunda, sivil toplumda, akademide ve daha geniş topluluklarda birçok kişi için bu normalleşme sürecinin gerçek başlangıç noktası hâlâ belirsiz.
Mevcut yaklaşımla, kara sınırının mallar ya da üçüncü ülke vatandaşları için yeniden açılması belki mümkün görünüyor. Ancak toplumlar arasında gerçek bir diyalog, çok daha derin bir süreci gerektirir. Bu süreç, yalnızca siyasi pazarlıklarla değil; kültürel diyalog ve karmaşık geçmişimiz üzerine ortak bir yüzleşme ve düşünmeyle başlamalıdır. İki toplum arasındaki ilişki, travmanın silinmesi üzerine inşa edilemez. Anlamlı bir diyalog, inkârla başlayan bir yerden filizlenemez.
İşte bu nedenle, resmi diplomasi sınırlı kalsa da, bağımsız kültürel alanlar ve sivil toplum aktörleri diyalog için çalışmaya, düşünmek, bağlantı kurmak ve güven inşa etmek için yollar yaratmaya devam ediyor. Özellikle İkinci Karabağ Savaşı ve Türkiye'nin bölgede artan rolünden sonra bu kolay değil, ancak CSN Lab dahil olmak üzere birkaç girişim bu konuşma alanını canlı tutmaya kararlı.
Hourig Attarian gibi tarihçilerle işbirliği yaparak Soykırım sonrasındaki yerinden edilme ve yıkımın mekânsal boyutlarını araştırmak için özgün yöntemler geliştiriyorsunuz. Bize bu araştırma projeleri ve hafıza yürüyüşleri gibi yöntemler hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz? Özellikle travmatik geçmişlerle çalışırken, belgeleme ile duygular ya da olgular ile duygulanımlar arasında sık sık bir gerilim yaşanıyor. Siz bu gerilimle pratiğinizde nasıl baş ediyorsunuz?
Tigran Amiryan: CSN Lab, araştırma yayınlarından diyalog programlarına, konferanslardan hareketlilik ve değişim projelerine, sanat atölyelerinden sergilere ve podcast'lere kadar birçok formatta çalışmalar yürütüyor. Ancak en etkili girişimlerimizden biri, yıllık olarak düzenlediğimiz alternatif eğitim programı olan Karmaşık Geçmiş Okulu. Bu program kapsamında Dr. Hourig Attarian ile birlikte, Erivan’daki Malatia-Sebastia mahallesinin kentsel dokusu üzerinden hafızayı araştırdığımız “Sebastia’dan Sebastia’ya: Soykırım Hafızasının İzinde” başlıklı hafıza yürüyüşünü gerçekleştirdik.
Yürüyüş, 1915 Soykırımı sırasında Sebastia’dan (Sivas) sürülen ve daha sonra Sovyet Ermenistanı’na yerleşen Ermenilerin göç rotasını izliyordu. Yıllara yayılan sözlü tarih çalışmaları ve arşiv araştırmalarına dayanan bu proje, travma, hafıza ve hayatta kalma katmanlarının nasıl anaokullarına, fabrikalara, evlere ve parklara gömülü olduğunu gösterdi. Bu yapılar, kaybın, göçün ve direncin sessiz ama güçlü anlatıcılarıydı. Her durak, iç içe geçmiş hafıza katmanlarına açılan bir pencereydi.
Ben de o mahallede doğup büyüdüm ve bu yürüyüş beni derinden etkiledi. Birbirimizin geçmişinden parçaları, Sovyet dönemine dair anıları, Bakü’den gelen mültecilerin yaşadıklarını, Lübnan ve Yunanistan’dan dönen komşuları, 1990’lardaki ortak zorlukları hep biliyorduk. Ama bu yürüyüş, ne kadar çok şeyin sessizlikle kuşatıldığını ortaya çıkardı. 1915’e dair sessizlik çoğu zaman “herkesin zaten aynı hikâyeye sahip olduğu” ya da “yeni bir şey söylenemeyeceği” inancından kaynaklanıyor. Oysa bu sessizlik, travmanın kendisi—nesiller boyu aktarılan bir yara.
Bu tür projeler, hafıza çalışmalarında mekâna dayalı araştırma yöntemlerinin önemini ortaya koyuyor. Bir bölgeye sözlü tarih ve arşiv çalışmalarıyla birlikte mekânsal olarak yaklaşmak, hafızayı statik bir olgu değil, gündelik hayatın ve çevremizdeki yapılı ortamın içine işlemiş, yaşayan bir iz olarak görmemizi sağladı.
Ermenistan'daki çalışmalarınızı veya daha geniş bir alanı etkileyen, Türk, Kürt veya uluslararası hafıza aktivistleri gibi sınırların ötesinde oluşan yeni ittifaklar veya dayanışmalar var mı? Genç kuşakların nefret söylemine, milliyetçiliğe ve demokrasiye yönelik saldırılara karşı hafıza aktivizminde yeni araçlar veya diller (sanat, dijital medya vb.) icat ettiği bir kuşak değişimi gözlemliyor musunuz?
Arsen Abrahamyan: Bölge genelinde son yedi yıldır yürüttüğüm çalışmalar boyunca bir şey çok netleşti: sınırın her iki tarafında da birbirini gerçekten tanımak isteyen insanlar var. Bu bağlamda hafıza, yalnızca bir bölünme ya da çatışma unsuru değil; aynı zamanda insanları birbirine bağlayan bir ortak zemin olabilir. Ortaya çıkan bu ağlar genellikle, geçmişle yeni yollarla ilişki kurmaya çalışan genç bir kuşak tarafından şekillendiriliyor. Disiplinler arası sanat, medya, hikâye anlatımı ve sözlü tarihi kullanarak sadece tarih anlatılarını yeniden düşünmekle kalmıyor; milliyetçiliğe, nefret söylemine ve otoriterliğe de direniyorlar.
Biz de çalışmalarımızda bu dönüşümü yansıtmaya çalışıyoruz. Hafızanın dijitalleştirilmesi, temel önceliklerimizden biri haline geldi. Bu sayede yalnızca kırılgan belgeleri ve anlatıları korumakla kalmıyor, onları sınırların ötesine taşıyarak yeni kitlelere ulaştırıyor, nesiller arasında köprü kuruyoruz. Çünkü hafıza aktivizmi sadece geçmişle yüzleşmek değil, geleceği birlikte şekillendirme meselesidir.
Tigran Amiryan: Bu kuşak değişimi artık çok belirgin. Daha açık toplumlara, kültürel diyalog alanlarına ve birbirimizden öğrenme fırsatlarına yönelik artan bir talep var. Genç Ermeniler, çözülmemiş geçmişin yükünü ve Sovyet sonrası dönemin durağanlığını geride bırakmak istiyor. Türk gençleri de miras aldıkları anlatılarla eleştirel biçimde yüzleşmenin ve bu bölgedeki yerlerini yeniden hayal etmenin yollarını arıyor.
Resmi diplomatik ilişkilerin olmadığı dönemlerde bile anlamlı kültürel işbirlikleri gerçekleşti. Kültür, bağlantı kurmak için en esnek ve dönüştürülebilir alan olduğunu defalarca kanıtladı. Siyaset ve ekonomi çoğu zaman tıkanırken, kültür hâlâ diyalog, karşılaşma ve karşılıklı anlayış için alan açmayı sürdürüyor. On yıllar süren çatışma ve sessizliğin ardından şunu sormamız gerekiyor: Sorumluluk ve diyalog değilse, alternatifimiz nedir?
Ve bugün, geçmişte yaşanan felaketi anarken, bir kültür kurumu olarak önceliğimizi diyaloğa dayalı hafıza aktivizmine veriyoruz. 24 Nisan öncesinde Arsen, Erivan’da Türk, Kürt ve Ermeni sivil toplum aktörleri ile araştırmacılardan oluşan bir heyeti ağırlayacak. Ben ise Berlin’de Türkiye kökenli bir yazarla kültürel bir diyaloğa katılacağım.
Bugün hepimiz biliyoruz ki, ortak ve karmaşık geçmişimiz üzerine açık bir diyalog kurmaktan başka gerçek bir alternatif yok.
24 Ocak 2025’te İsviçre’deki Ermeni topluluklarının temsilcileriyle yapılan bir toplantıda Başbakan Paşinyan şöyle dedi: “Ne olduğunu ve neden olduğunu anlamamız gerekiyor. Bu olayları nasıl ve kim aracılığıyla algıladık? 1939’da Ermeni Soykırımı hakkında bir kamu gündemi yokken, 1950’ye gelindiğinde neden bir gündem oluştu? Bu nasıl oldu? Bunu anlamalı mıyız, yoksa anlamamalı mıyız?” Paşinyan sözlerine şöyle devam etti: “Bu meselelerle ilgilenmeli miyiz, ilgilenmemeli miyiz? Kimliğimizi sorguluyor muyuz, yoksa sorgulamıyor muyuz?” Bu soruların radikal sorular olduğunu vurgulayarak, “Bunları anlamamız ve çözmemiz gerekiyor” dedi.
İnkarcılıkla suçlanmasına neden olan tepkilerin ardından, 31 Ocak’ta düzenlenen bir basın toplantısında Başbakan Paşinyan, soykırım gerçeğinin tartışmaya ya da inkâra açık olmadığını ilan etti. “Genel olarak,” dedi, “olgular hakkında konuşurken açıkça ‘soykırım’ terimini kullanan birini, soykırımı inkâr etmekle nasıl suçlayabilirsiniz?”