Hafıza Merkezi’nden Özlem Kaya‘nın Cumhuriyet Pazar ekinde ‘Fotoğrafı Kaldırmak: Eşi Zorla Kaybedilen Kadınların Deneyimleri‘ raporu üzerine yaptığı söyleşinin tam metnini aşağıda bulabilirsiniz.
Cumhuriyet Pazar, Esra Açıkgöz
10 Ağustos 2014
Ne duldular, ne evli, ne boşanmış. Eşlerin ölümü durumunda kazanacakları pek çok sosyal hak ve yardımdan bile yararlanamıyorlar. Onlar “zorla kaybedilen”lerin eşleri. Hafıza Merkezi “Fotoğrafı Kaldırmak” raporuyla “kaybedilme”lere onların gözünden bakıyor. Büyük politik sözler arasında deneyimlerin önemi unutulmasın diye.
Konuşulması bile zorlu konulardan biriydi “zorla kaybedilme”ler. Yine de ‘geride kalanlar’, kaybedilenlerin yakınları hiçbir zaman mücadele etmekten vazgeçmediler. Yıllarca eylem yaptılar, polis tarafından dövüldüler, aşağılandılar, ama hep aradılar. Beklediler. Hala arıyor, hala bekliyorlar. Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nin “Fotoğrafı Kaldırmak: Eşi Zorla Kaybedilen Kadınların Deneyimleri” raporu işte bu kalanlara odaklanıyor. “Zorla kaybedilme” politikasına toplumsal cinsiyet perspektifiyle bakıyor. Çünkü “zorla kaybedilenler”in çoğunluğu erkek olsa da, ‘geride kalanlar yani kadınlar da bu baskı politikasından birinci elden etkileniyor. Üstelik hafızanın yeniden üretimi dahi onlardan bekleniyor. Biz de raporu ve sporun sonuçlarını, raporun yazarlarından Özlem Kaya ile konuştuk.
Zorla kaybetmelere yönelik hafızalaştırma çalışmalarının bir ayağı olarak kayıp yakınlarıyla görüşmeler yapıyoruz. Aslında ilk sene çalışmamız kapsamında görüştüğümüz kadınlardan 10’inin de eşi kaybedilmişti. Bu kadınlardan üçüyle tekrar görüşerek bu kez onların kadınlar olarak neler yaşadıklarına daha yoğun bir şekilde odaklandık. Bu raporda toplumsal cinsiyet deneyimlerine özel olarak yer verdiğimiz 33 kadından üçü hariç diğerleri Şırnak’ta ya da Diyarbakır’da yaşıyor. Şırnak’taki görüşmeleri Cizre, İdil, Silopi, Uludere, Güçlükonak ve Şırnak merkezde gerçekleştirdik, Diyarbakır’dakilerin biri hariç hepsi şehir merkezinde yaşıyordu. Görüşmelerin biri hariç hepsini Kürtçe yaptık. Kadınların hepsinin çocuğu var. Eşleri kaybedildiği dönemde kendi ailesiyle ya da eşinin ailesiyle bir süre yaşasalar da bugün çoğunluğu çocuklarıyla yalnız yaşıyor.
İstanbul’da Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (Yakay-Der), Diyarbakır ve Şırnak’ta da Mezopotamya yakınlarını Kaybedenlerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (Meya-Der) kayıp yakınlarına ulaşmamızda bize çok yardımcı oldu. Bu kurumlar kayıp yakınlarıyla doğrudan bir ilişki içindeler, Hafıza Merkezi olarak biz de şimdiye kadar bu alanda çalışmış, kayıp mücadelelerinde önemli yollar kat etmiş kurumlarla birlikte çalışmaya çok önem veriyoruz. Ayrıca görüşme yaptığımız kişiler de bizi başka ailelere yönlendirdiler, hatta elimizden tutup kendileri götürdüler. Hafıza Merkezi’ni ve yaptığımız işi onların kafasında bir soru işareti kalmayıncaya kadar anlatmaya çok önem veriyorduk. Sonuçta kayıp yakınları bize evlerini açıyorlar, yaşadıkları belki de en acı deneyimi bizlerle paylaşıyorlar, fazlasıyla politize bir konuda söyledikleri her şey çok farklı aktarılabilir, anlaşılabilir. Karşılıklı güven ilişkisi kurmak bu yüzden çok önemli.
Kaybetmeleri anlamak için kadınların deneyimlerine toplumsal cinsiyet perspektifinden bakmak çok önemli. Kadınlar kaybedilmeyi ve kaybı anlatırken kendi deneyimlerini de kattıkları bir tarihin içinden konuşuyorlar. Denetlerin kaybetme stratejisi gücünü geride kalanlar sürekli bir bilinmezlik içinde bırakılıyor ve arayış sürekli devam ediyor. Erkek egemen sistem kadınların “geride kalanlar” olarak deneyimlerini erkeklerden farklılaştırıyor. Örneğin ev içi sorumlulukları, çocuklara bakma görevinin kadınların üzerinde olması kaybı arayıp arayamamalarını dahi belirliyor. Bu kadınlar kendi anadillerinde, yani Kürtçe konuşuyorlar; Kürtçenin devlet katında yasaklı veya resmi olarak tanınmayan bir dil olması eğer sadece bu dili konuşuyorlarsa kadınları Türkçe bilen erkeklere bağımlı kılıyor. Kadınların erkeklerden farklılaşan deneyimleri onların taleplerini de farklılaştırıyor, bu nedenle de kaybedilmelere bu perspektifle bakmak çok önemli. Bugün atılacak adımlar kadınların somut taleplerini de içeren adımlar olmalı.
Kadınlar olarak toplumsal konumlarımız ailedeki erkekler üzerinden belirleniyor. Ya anneyiz, ya eşiz, ya kız çocuğuyuz ancak sürekli bu kimliklerin sınırlarını esnetmenin, yeniden çizmenin mücadelesini veriyoruz. Eşi zorla kaybedilen kadınlar ne evliler, ne dullar, ne de boşanmışlar. Bu durum onları doğrudan bu kimliklerden özgürleştirmiş olmuyor, aksine kadınların dayatılan kimliklerin sınırlarını zorlayarak mücadele etme haklarını ve imkanlarını da ellerinden alıyor, toplumsal ve hukuksal olarak çok daha kırılgan ve marjinal bir konuma itiliyorlar. Eşlerinin ölümü durumunda yararlanabilecekleri pek çok sosyal hak ve yardımdan yararlanamıyorlar örneğin.
Zorla kaybedilenlerin arkasında kalan, onları arayan, kaybetmelerin yaşandığı çatışmalı ortamda devletin militarist politikalarından doğrudan etkilenenler, kadınlar. Kaybetmeler yoğunluklu olarak 90’larda Kürt nüfusunun ağırlıklı olduğu bölgelerde uygulanmış. Bu kadınların sadece eşleri zorla kaybedilmiyor, aynı zamanda çocukları dağda ölüyor, köyleri yakılıyor, göç ettiriliyorlar, kendileri devlet şiddetinin her türlüsüyle karşılaşıyorlar. Bu koşullar altında bir yandan hayatta kalma mücadelesi veriyorlar, bir yandan da kayıplarını bulmak, faillerin cezalandırılmasını sağlamak için mücadele ediyorlar. Arayış döneminin en aktif öznesi ailedeki kadınlar. Tabii bunun nedenlerinden biri devletin kaybetme stratejisinin erkekleri hedef almış olması. Ailedeki diğer erkekleri korumak adına da kendilerini ön plana atıyorlar kadınlar ancak pek çok farklı devlet şiddeti türünü göze alarak bunu yapıyorlar. Tüm bunların yanında, yaşananları unutturmamak için süren mücadele de bir o kadar önemli, “yasımızı tutmamıza izin vermiyorlardı” dedikleri politikaya direnmenin bir aracı yas tutmak, kendi deyimleriyle yaraların kabuk tutmasına izin vermiyorlar. Her türlü yeniden üretim rolü gibi, hafızanın yeniden üretimi de kadınların omuzunda.
Yalnızlık anlatısı çok baskın çünkü onların tanımlamalarıyla “o zamanda annesi insana sahip çıkamıyordu”, “insanlar biz varız demeye bile korkuyorlardı”, “insan hayatının değeri bir soğan başı kadardı”. Devlet şiddetinin en ağırına tanıklık eden bir coğrafyada, dayanışmanın sınırları bizim bildiğimizden çok daha farklı elbette. Kadınlar kendi aralarında bir dayanışma ilişkisi kuruyorlar, örneğin bizim görüştüğümüz kadınların anlatımlarına göre, kaybın annesi ile eşi kaybedileni ararken ev içi sorumlulukların paylaşımında, ücretli çalışma durumlarında birbirlerine sıkça destek olmuşlar. Aile içi dayanışma ilişkileri için olumlu ya da olumsuz demek zor. Bu destek ve dayanışma koşullara göre değişebiliyor. Kadınların kendilerine koydukları sınırlar da aslında bu desteğin koşullarını belirliyor.
Kadınlar sürekli bir mücadele içindeler. Gündelik hayatı sürdürmek mücadelesinin yanında çoğunluğu genel olarak Kürt hareketi içinde özel olarak da kayıplar mücadelesi içinde aktifler. Cumartesi Anneleri/İnsanları eylemlerinde en ön saflardalar kadınlar, özellikle de Cizre’de her Cumartesi karakolun önünde toplananların neredeyse tamamı kadın. Kaybedilenin “fotoğrafını kaldırıyorlar” ve adalet arıyorlar. Orada “acımız bir” dedikleri kadınlarla yan yana mücadelelerine devam ediyorlar.
Tabii bunu sadece bir araştırma olarak görmemek lazım, yapmaya çalıştığımız bir yanıyla kayıp yakınlarının, kadınların devam eden mücadelesine destek olmak, onların taleplerini daha duyulur kılmaya çalışmak, vurguladığımız politika önerileriyle devleti başka bir kanaldan, Hafıza Merkezi olarak da zorlamak. Elbette ki asıl değişim kadınların mücadelesin mücadelesin sonucunda olacak. En etkileyici olan da buydu zaten; kadınlar sadece geride kalan gözü yaşlı eşler değiller, onlar devletin yıkıcı şiddetinde ayakta kalmayı, mücadele etmeyi, politika yapmayı ve tarumar edilmiş bir gündelik hayatı yeniden oluşturmayı başarmışlar. Bugün de mahkeme kapılarına gidiyorlar, bazen umutsuz bazen umutla konuşuyorlar, bazen sesleri kısılıyor, bazen de taleplerinin haklılığıyla yükseliyor. Kadınları dinlemek büyük politik sözler arasında kayboluveren deneyimleri görmek açısından çok önemli.
—