Zorla kaybettirme insan hakları ihlallerinin en saldırganı. Kurbanın bedenine dayanılmaz acı vermekle kalmıyor, psikolojisine ve hatta aklına da zarar veriyor. Bunun yanı sıra anne-babayı, çocukları, akrabaları birbirinden ayırıyor; yakınlar, zorla kaybettikleri kişinin sağ mı ölü mü olduğunu dahi öğrenemiyor. Kendilerinin güvende olup olmadığını bilemiyor; ekonomik olarak zorlanmaktan, yasal adaletsizlikten ve hatta toplum tarafından yalnız bırakılmaktan korkuyorlar.
Kaynak: Counter Blog https://bit.ly/2Cie82s
Zorla kaybettirme ilk defa İkinci Dünya Savaşı sırasında kullanılmıştı. Ama şimdi dünya çapında hükümetlerin kullandığı bir baskı aracı haline geldi. Son birkaç on yılda, sadece Doğu ve Güney Asya ile Güney Amerika kıtasında, Latin Amerika’da, Kamboçya’da, Irak, Ruanda, Endonezya, Filipinler, Belucistan, Cammu ve Keşmir’de (C&K) milyonlarca insan zorla kaybettirildi.
Hindistan Ceza Yasası’nda zorla kaybettirme cezayı gerektiren bir suç olarak tanımlanmadı. Bunun bir sonucu olarak zorla kaybettirilen aile bireyi olanların yaptığı şikâyet, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile Ceza Yasası’nın daha genel hükümleri arasında değerlendiriliyor. Örneğin, zorla kaybettirilmeye tabi tutulan yakınları olan aileler, polise başvurdukları zaman, bunlar, “kayıp kişiler” dosyasına yerleştiriliyor. Genellikle kullanılan başka kategoriler de var; örneğin, fidye için kaçırma, alıkoyma, zorla kaçırma, hatalı/haksız hapis gibi. Bazı durumda aileler, Yargıtay veya Anayasa Mahkemesi’ne giderek ihzar, yani habeus corpus resmi emrini kullanarak kaybettirilen yakınlarının nerede olduğunu öğrenmeye çalışıyor.
Zorla kaybettirme bağlamındaki şikayetlerin çoğu, Keşmir ve Manipur gibi Silahlı Kuvvetler Özel Yetki Yasası’na (AFSPA) göre “huzursuzluğun” hâkim olduğu “sorunlu” addedilen bölgelerden geliyor. Bir bölge, bir alan bir kere huzursuz ya da “sorunlu” ilan edilince, Yasa, Silahlı Kuvvetlerin tutuklama ve/ya arama emri olmaksızın insanları alıkoymasına, herhangi bir ev/iş/eğlence yerine girerek orada arama yapmasına da izin veriyor.
Dahası, AFSPA yasasına göre, Silahlı Kuvvetlerin herhangi bir görevlisinin sivil bir mahkemede yargılanabilmesi için hükümetin izni veya özel onayı gerekiyor. Dolayısıyla silahlı kuvvetlerde görev alanlar, insan hakları ihlalleri nedeniyle hesap vermekten kaçınmış oluyor. (Uluslararası Hukuk Uzmanları Komisyonu, “Hindistan derhal Silahlı Kuvvetler Özel Yetki Yasası’nı iptal etmelidir” Kasım 2015)
AFSPA yasası, devlete, bireyin temel insan haklarını geçersiz kılma izni veriyor, ki böylesi bir yasanın demokratik bir ülkede yeri olamaz.
Hindistan’da zorla kaybettirme olayları en çok direniş ve silahlı çatışma bölgelerinde görülüyor. Halkların Uluslararası İnsan Hakları ve Adalet Mahkemesi ile Kaybolan Kişilerin Ana ve Babaları Derneği’nin 2012 yılında ortaklaşa yayımladıkları bir rapora göre, 1989-2012 yılları arasında Keşmir’de yaklaşık 8,000 kişi zorla kaybettirildi. İnsanın sevdiklerinin zorla kaybettirilmesi ölümünden çok daha dehşet verici.
Devlet İnsan Hakları Komisyonu (SHRC) polis soruşturma kanadının 2011’de yaptığı açıklama, Kuzey Keşmir’de 38 mevkide, imlenmemiş mezarlarda, 2,156 kimliği belirsiz insan bedeni bulunduğunu doğruladı. SHRC komisyonu, Halkların İnsan Hakları ve Adalet Keşmir Mahkemesi’nin (IPTK) toplu mezarlar üzerine 2009 yılında yaptığı “Gömülmüş Kanıt” raporu üzerine bu soruşturmayı emretmişti.
On yedi sayfalık raporunda Devlet İnsan Hakları Komisyonu’nun 11 üyelik grubu, Kuzey Keşmir’in Baramulla, Bandipore ve Kupwara mıntıkalarında 2,730 bedenin gömülmüş olduğunu açıkladı. SHRC raporu, “Hiç kuşkusuz Kuzey Keşmir’in çeşitli yerlerinde, imsiz mezarlarda ölü insan vücutları bulunuyor”, diyor ve “çoğunda da kurşun izleri mevcut” sonucuna varıyor.
2002’den bu yana hükümetin yaklaşımına bakılacak olursa, bu ayırıcı bir resmî açıklama. İlginç olan da şu: zorla kaybettirme şikayetleri yıllar içinde arttığı halde, resmi rakamlar 2001 Haziran ayında 3,931’den Ağustos 2009’da 3,429’a inmiş durumda.
Binlerce gencin kaybolması, pek çok olumsuz sonucunun yanı sıra, ülkede silah kültürünün yayılması gibi kabul edilemez bir gelişmeye de yol açtı. Birleşmiş Milletlerin ağır insan hakları ihlalleri konusundaki ilk raporu olan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) son dönem makamının Keşmir Raporu da vahşet hakkında çokça kanıt veriyor. Bu raporun yaygın bir şekilde konuşulması ve tartışılması gerekir.
Şimdi gereken devlet ve merkezi hükümetlerin gayri insani yasaları yürürlükten kaldırması, hükümetin Cammu ve Keşmir’deki zorla kaybetmeleri durdurması ve bunlardan sorumlu kişileri de cezalandırmasıdır. Dahası, bir komisyon görevlendirilerek bütün zorla kaybettirme vakalarını araştırtması (aynen başka ülkelerde yapıldığı gibi) mutlaka gerekir, ki böylece zorla kaybettirilen kişilerin yakınları uluslararası standartlara uygun adalete kavuşsun.
Syed Mujtaba Hussain* (Hindistan’da Cammu ve Keşmir eyaletlerinin değişen sosyo-politik ortamını inceleyen insan hakları savunucusu.)