Ana içeriğe atla
Ana Sayfa
03.11.2020

Tüm duruşma gözetim altındaydı: Heyeti ve tarafları izleyen bizler de izleniyorduk

<< TÜM HABERLER

Diyarbakır’da 28 Kasım 2015’te öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi davasının ilk duruşması 21 Ekim 2020’de görüldü. Hafıza Merkezi’nden Gülistan Zeren, polis kuşatması altındaki Diyarbakır Adliyesi’nden ve duruşma salonundan izlenimlerini yazdı.

Tahir Elçi, 28 Kasım 2015 günü, Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, silahlı çatışmaların kültürel miras üzerinde yarattığı tahribata dikkat çekmek için Dört Ayaklı Minare önünde basın açıklaması okuduğu esnada çıkan çatışmada başından vurularak yaşamını kaybetti. Elçi’nin öldürülmesinden ancak 5 yıl sonra, 20 Mart 2020 tarihinde tamamlanan iddianamede, çatışmanın yaşandığı sokakta bulunan polis memurları Sinan Tabur, Mesut Sevgi ve Fuat Tan’a “bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme” suçu isnat edilirken, PKK üyesi Uğur Yakışır’ın ise “olası kastla ölüme sebebiyet verme” suçunu işlediği değerlendirildi. Davanın ilk duruşması, 21 Ekim 2020 tarihinde, Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

O sabah, Diyarbakır Adliyesi’nin girişi polis bariyerleriyle çevriliyken adliyenin çevresinde çok sayıda TOMA, çevik kuvvet otobüsü ve zırhlı araç bulunuyordu. Bariyerler ile çekilmiş uzun “sınırın” bıraktığı intiba, adliyenin “girilemez” olduğuydu. Giriş olduğunu tahmin ettiğimiz yere doğru ilerlediğimizde ise polisler tarafından uyarıldık: Polislerin hemen arasından geçemezdik, yarım daire çizerek güvenlik araçları ile çekili ikinci bir “sınırın” etrafını dolanmamız gerekiyordu. X-Ray cihazlarının yerleştirilmiş olduğu iki arama noktasından ve GBT sorgusundan geçtikten sonra nihayet adliyeye girebildik.

Sivil polislerden meydana gelen kalabalık bir grubun önünde beklediği salonun Tahir Elçi davasının ilk duruşmasının görüleceği salon olduğunu tahmin ettik. Giriş kapısının her iki yanına, salon kapasitesinin Koronavirüs salgını tedbirleri gerekçesiyle 84 kişiyle sınırlandırılmış olduğuna dair bilgilendirme yazısı asılıydı. Koridorda yer alan tüm banklar Elçi davası için görevli olduğu anlaşılan çevik kuvvet polisi ve sivil polis memurları ile doluydu. Sayılarının en az 70-80 civarı olduğunu söyleyebiliriz. Yani bugün en az duruşma salonunda olacak kişi sayısı kadar polis memuru hazır edilmişti. Bu durum, rutin bir adliye gününün sıradanlığını radikal bir şekilde bozan bir istisnai güvenlik haliydi. 

Peki bugünkü duruşmayı bu denli büyük bir güvenlik meselesi haline getiren şey tam olarak neydi? 

Emniyet amiri, henüz duruşma için açılmamış olan salondan arkasında bir grup güvenlik görevlisiyle çıktığında upuzun koridor boyu bekleyen tüm polis memurları ayağa kalkarak selama durdu. Bunun hemen akabinde de ellerinde kalkan, cop ve kasklarıyla yaklaşık 15-20 polis memuru çift sıra halinde koridoru aşarak duruşma salonuna girdi. Tüm bu yoğun güvenlik tedbirleri ve kalabalık polis mevcudiyeti, adliye çevresinde ve içerisinde tedirgin edici bir hava meydana getiriyordu. Halka açık yargılamaların görüldüğü yer olan adliyelerin erişilebilirliği mevzuu yalnızca uygun fiziki/mekânsal koşulların mevcut olmasına indirgenemez (ki o gün Diyarbakır Adliyesi’nde bunların da tam anlamıyla sağlanmamış olduğunu söylemek yerinde olacaktır), duruşmanın bir güvenlik tehdidi olarak algılanmasına yol açan mevcut durum, izleyicilerin ve tarafların kendilerini güvende, her türlü baskıdan azade hissedeceği psiko-sosyal şartların sağlanmasını neredeyse imkânsız hâle getiriyordu.

Polis koridorundan geçerek salona giriş

Duruşma salonuna alınacak olan müşteki vekillerinin, duruşmayı izlemek ve/veya gözlem için gelen tüm sivil toplum temsilcilerinin, milletvekillilerinin ve gazetecilerin isimlerinin daha önceden baro tarafından savcılığa bildirilmiş olduğunu öğrendik. Salonun önünde baro başkanlarından, avukatlardan, gazetecilerden, sivil toplum temsilcilerinden, genç stajyer avukatlardan ve hukuk öğrencilerinden oluşan kalabalık bir grup vardı ancak yalnızca ismi listede yer alan kişiler içeri alınacaktı. Kuşkusuz, bu kalabalığın içerisinde çoğu kişi yıllarca Tahir Elçi ile birlikte farklı mecralarda insan hakları mücadelesi vermişti, bugün ise meslektaşları, dostları Elçi’nin öldürülmesine ilişkin görülen davada adil bir yargılama yürütülmesi talebi ile bir araya gelmişlerdi.

Kapıda görevli bir mübaşir ve bir polis memuru, listede ismi geçen kişileri tek tek çağırarak içeri almaya başladılar. Büyük giriş kapısı ile duruşma salonu arasındaki koridorda da karşılıklı olarak polisler hizalanmıştı. Duruşmayı izlemek üzere içeri alınmak için ismin çağrılmasını beklemek gün içerisindeki bir başka sınırı geçme deneyimiydi ve üzerimde bir avukat cübbesi olmadığı için kimlik kartımı tekrar göstermem gerekti. Kimlik doğrulamasından sonra açılan koridoru polislerin bakışları altında kat ettik.

Duruşma salonunda izleyicilere ayrılan sıralara milletvekillileri, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve gazeteciler yerleşti. En arkada yer alan sandalyelere ise yalnızca polis memurları oturmuştu. Duruşmada görevlendirilen üç savcının (yine bir başka istisnai hali teşkil eden iddia makamının kalabalık oluşu bu davanın “önemi” ile gerekçelendirilmişti) yerleşmiş olduğu kürsünün hemen yanında iki sivil polis memuru; kâtip ve mübaşirin sağında da üç sivil polis memuru tüm duruşma boyunca yüzleri izleyicilerin bulunduğu bölüme dönük oturdular. Tüm duruşma gözetim altındaydı: Heyeti ve tarafları izleyen bizler de izleniyorduk.

Anonim kalan sanıklar

Sanık polis memurlarından hiçbiri duruşmada hazır değildi. Elazığ, Malatya ve Hatay’dan SEGBİS aracılığıyla katıldılar. Mahkeme heyetinin arkasındaki duvarda asılı olan ekran oldukça küçüktü, en önde yer alan izleyici sıralarından bile ekrandaki yüzleri seçmek mümkün değildi. Dolayısıyla ne müşteki taraf ne de biz izleyiciler sanıkların varlığını bir gerçeklik olarak algılayamadık. Tahir Elçi davasının bu ilk duruşmasında sanıklar salonda bulunan herkes için bir nevi anonim kişiler olarak kalmaya devam etti. Kısa bir süre için yalnızca sesleri işitilebilen kişilerin (duruşmanın çok uzun bir bölümünde SEGBİS bağlantısı teknik aksaklıklar yüzünden kurulamadı), yüzlerini, mimiklerini, tavırlarını ne müşteki taraf ne iddia makamı ne mahkeme heyeti ne de biz izleyiciler görebildik. Peki o gün duruşmada, sanık polis memurları hangi zorunlu koşullar sebebiyle aramızda değillerdi? Doğrusu bu soru kendilerine yöneltilmedi, mahkeme başkanı yalnızca duruşmalar için Diyarbakır’a gelmeyi mi yoksa bulundukları yerden SEGBİS yoluyla mı bağlanmayı tercih ettiklerini sordu. Duruşmanın başında, mahkeme başkanının talebi üzerine iddianameyi özetleyen savcının ifadelerinden sanıkların tam olarak neyle suçlandıklarının duruşmada hazır bulunanlar açısından anlaşılır kılındığını söylemek doğrusu mümkün değil. İddianamenin okumasını takiben mahkeme başkanı sanıkların savunmalarına geçileceğini belirtip sözlerinin kesilmeden savunmalarının alınmasını arzu ettiğini dile getirdi. Müşteki vekilleri katılma talepleri alınmadan savunmaya geçilemeyeceğini, çünkü savunma esnasında sanığa doğrudan soru yöneltme haklarını kullanmak istediklerini belirterek bu karar itiraz ettiler, ancak mahkeme başkanu bu itirazları kabul etmedi. Daha sonra, sanıkların bulundukları duruşma salonlarının hiçbirinde naip hâkim bulunmadığı anlaşılacaktı. Sanıkların kimliğinin doğrulamakla sorumlu bir hâkimin yokluğu yargılamanın nasıl sürdürüleceğine dair müşteki tarafta tekrar ciddi bir sorgulamaya ve itiraza yol açarken iddia makamı bu konuya hiç müdahil olmayarak duruşma boyunca devam edecek olan suskunluğunu korudu. Mahkeme başkanı ise bu durumun çok önem arz etmediğine ikna olarak duruşmaya devam etme kararı verdi.

Türkan Elçi konuşturulmadı

Duruşma boyunca müşteki vekillerinin dile getirdiği diğer tüm talepler de mahkeme başkanı tarafından (heyet başkanı tüm talepleri heyetin diğer iki üyesine danışmayı düşünmeden tek başına aldı) reddedildi. Bunun üzerine söz alan müşteki vekilleri “Buradaki hukuksuzluğun bir parçası, figüranı” olmayacaklarını dile getirerek mahkeme başkanından duruşmaya ara verilmesini talep etti. Heyetin adil bulmadıkları yaklaşımı karşısında nasıl konumlanacaklarını müzakere etme ihtiyacı duyduklarını eklediler.

1

Aranın bitmesiyle mahkeme salonuna döndüğümüzde heyetin girdiği kapının önünde yaklaşık 10 çevik kuvvet polisinin hazır edildiğini gördük. Salondaki güvenlik görevlisi sayısının artırılmış olması dikkat çekiciydi. Duruşmanın öğleden sonraki oturumunda Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi söz aldı. Elçi’nin, “Buraya gelene kadar size güvenim tamdı” diyerek başladığı sözleri mahkeme başkanı tarafından alelacele kesildi. Elçi’nin hazırladığı dilekçeyi okumasına izin vermeyen heyet, Elçi’nin uyarılmasına aksi halde salondan çıkarılacağına dair karar aldı. Mahkeme başkanının Türkan Elçi’ye karşı sürdürdüğü tavır salondaki gerilimi daha da yükseltti ve duruşmaya devam edilmesini imkansız kıldı. Müşteki avukatlarından Av. Nahit Eren, “Eşini kaybetmiş bir insanın 2 dakika konuşmasına izin vermediniz, siz hangi vicdanla karar vereceksiniz?” diye sordu.

Müştekiler duruşma boyunca görmezden gelindi

Mahkeme heyeti, müşteki tarafı tüm duruşma boyunca görmezden geldi, taleplerini dile getirmeleri, fikirlerini beyan etmeleri için alan tanımadı değerlendirmesini rahatlıkla dile getirebiliriz. Bunun üzerine müşteki avukatları heyetin bağımsız ve tarafsız davranmadığı gerekçesiyle reddi hâkim talebinde bulundu. Ancak heyet talebi dikkate almadı ve avukatları salondan çıkarmakla tehdit etti. İtirazlar sürünce heyet talepleri dinledi ve müzakereye çekildi. Ret kararının incelenmesi için üst mahkemeye yazı yazmaya karar veren heyet, bir sonraki duruşmanın 3 Mart 2021’de yapılmasına hükmetti.

Duruşmadan sonra Elçi ailesi ve avukatları adliye önünde basın açıklaması yaptı. Diyarbakır Barosu Başkanı Cihan Aydın duruşmada olanlara ilişkin “Mahkemenin tarafsızlığını yitirdiği ortada. Artık bu mahkemeden adil bir yargılama çıkma ihtimali yok. Karartılmış delillerin üstüne bina edilmiş bir yargılama var. Meseleyi kapatmak istiyorlar ve buna da yargılama diyorlar. Burada bir yargılama yok, teknik olarak bir mahkeme de yok”, ifadelerini sarf etti. Türkan Elçi de duruşmada okunmasına izin verilmeyen dilekçesini basın mensuplarıyla ve duruşmayı izlemeye gelenlerle ancak davanın görüldüğü adliyenin dışında paylaşma imkânı bulabildi. Tüm yaşamını ağır insan hakları ihlallerine maruz kalan kişilerin savunuculuğuna adayan Tahir Elçi’nin yaşamını kaybetmesine ilişkin görülen davanın ilk duruşması adil ve etkili bir yargılamaya ilişkin kaygı uyandıran bir biçimde sürdürülmüştü.