20 Eylül tarihli İnsan Hakları İletişiminin Geleceği panelimiz öncesinde panelist Thomas Coombes’un kaleme aldığı bir başka kaynağı Türkçe’ye çevirdik. Thomas bu yazısında umut temelli bir iletişim için değiştirmemiz gereken 5 başlıktan bahsediyor. Yazının sonunda çok değerli bir kaynak listesi de var.
Amacı ihlalleri ortaya çıkarmak olan bir insan hakları hareketi için olumlu iletişim kendiliğinden oluşmayabilir. Fakat insan haklarını savunmak için, karanlık geçmişe dönüş korkusuna yaslanamayız, daha iyi bir geleceğin sözünü vermeliyiz.
Umut; tarih, iletişim uzmanları, organizasyoncuları, nörobilim ve bilişsel dilbilimden beslenen pragmatik bir stratejidir. Bu herhangi bir stratejiye ya da kampanyaya uygulanabilir. Kuracağınız iletişimi savunduğunuz değerler ve görmek istediğiniz dünyaya dair bir vizyon üzerinden temellendirirseniz, umut temelli iletişim sürekli rakiplerinizin işine yarar biçimde çerçevelenmiş görünen tartışmalara karşı bir panzehirdir, böylece sürekli dışarıdaki olaylara reaksiyon vermek yerine, gündemi belirleyecek eylemler tasarlayabilirsiniz.
Umut temelli bir iletişim stratejisi insan haklarından bahsetme biçimimizde beş temel değişiklik yapmayı içerir. Bu rehber her günkü işlerinizin herhangi bir bölümüne uygulayabilmeniz adına Thomas Coombes’un (@T_Coombes) işbirliğiyle hazırlandı.
1. Değişim: Çözümlerden Bahsedin
2. Değişim: Neyi Savunuyoruz
3. Değişim: Fırsatlar Yaratın
4. Değişim: Kahramanları Destekleyin
5. Değişim: ‘Bu İş Bizde’yi Gösterin
İnsan hakları hareketi her zaman ihlalleri ifşa etmek zorundadır, fakat aynı zamanda onları nasıl düzelteceğimizi de göstermeliyiz. Olumlu iletişim yalnızca diğer insanların ne yaptığından değil, ne görmek istediğimizden de bahsetmektir. Liderler açısından çözümleri hayata geçirmemeyi meşrulaştırmak, sorunlarla uğraşmamak için bahane bulmaktan daha zordur. Bütün dikkatimizi en kötü krizlere yöneltmenin doğurduğu tehlike insanların bunları kanıksar hâle gelmeleridir. Soruna odaklandığımızda onu hitap ettiğimiz kitlenin kafasında pekiştiririz. Ya da George Lakoff’un yazdığı gibi “İnsanlar yeni bir duruma alışma eğilimindedir ve onu yeni bir referans noktası olarak alırlar.”
Kriz hâlindeki bir dünya algısı insanları onlara güvence ve bir tür idealize edilmiş geçmişe dönüşü vadeden popülistlerin eline iter.
İnsanları başka bir dünyanın mümkün olduğuna ikna etmeliyiz. Vizyoner fikirler dünyayı değiştirir ve bunları ortaya koyan insanlar sürekli savunmada olmak yerine gündemi belirlerler. Örneğin tasarruf tedbirlerine karşı kampanya yürütmenin, uygulanabilir bir alternatifin – daha büyük bir kamusal yatırım olabilir ya da Evrensel Temel Gelir gibi insanı düşünmeye iten girişimler olabilir- olduğu gösterilmediği sürece karar vericilerin farklı davranmasını sağlaması pek muhtemel değildir. Çevre hareketi, ufukta bekleyen felakete dair haberlerin aciliyet hissi yerine ümitsizlik yarattığını anladığında bu değişimi gerçekleştirdi. LGBT hareketi mümkün olan politika çözümlerinden birine –sevgi ve şefkat üzerinden temellenen, herkesin bağ kurabileceği bir çağrı olan evlilik eşitliğine- odaklanarak ayrımcılığa karşı kampanyalardan ortak değerlere doğru bir dönüşüm yaşadı. Bir şeyin değişmesini istiyorsak, yalnızca soruna “hayır” demeyi bırakmalıyız ve cesur politikaları –tartışma yaratacak akıllıca insan hakları çözümlerini ve arzulanan dönüşümün neyi sağlayacağını- öne çıkararak yönetimlere “evet” diyebilecekleri bir şey vermeliyiz. En karanlık krizde bile her zaman tünelin sonundaki ışığa doğru atılacak ilk adıma odaklanabiliriz.
Eyleme Geçin: Eğer sorun aşılamaz geliyorsa bakış açısını değiştirin. Önümüzdeki altı ayda mantık çerçevesinde en ulaşılabilecek durumdaki politika değişikliğine odaklanın. Bu nasıl hayata geçebilir? Hangi açılardan durumu daha iyi hâle getirir? Bunun işe yaradığı başka yerler nelerdir? Dünya hangi açılardan sonrasında farklı görünecektir? Hitap ettiğiniz kitleye dünyalarının neye benzeyebileceğine dair alternatif bir ihtimal gösterin.
İnsan hakları hareketi, hakları onların ihlallerinin yokluğu üzerinden (“işkencenin olmadığı bir dünya,” “kötülüğe karşı korunmak”) tanımlamak yerine, insan haklarının nasıl şefkat, dayanışma ve onur gibi evrensel olarak paylaşılan değerlerin pratik bir uygulaması olduğunu göstermelidir.
Hareketin bugünlerde kullandığı favori ifade “suç değildir.” Gazetecilik suç değildir. Mülteciler suçlu değildir. Bu hitap ettiğimiz kitlenin aklında suçluluk ve insan hakları kavramlarını bir araya getiriyor ve gazetecilerin suçlu olup olmadıkları üzerine bir tartışmaya kapı aralıyor. Bu yüzden anketlerin sürekli olarak insanların insan haklarının suçluları koruduğunu düşündüğünü göstermesine şaşırmamalı (Bu 2018 yılında yapılmış bir İPSOS araştırmasına göre küresel olarak neredeyse on kişiden dördüdür.) Fakat daha da kötüsü bu, hitap ettiğimiz kitleye gazeteciliğin toplumumuza getirdiklerini anlatma ve bunun daha fazla olması için tedbirler önerme şansını yok eder.
Kriz hâlindeki bir dünya algısı insanları onlara güvence ve bir tür idealize edilmiş geçmişe dönüşü vadeden popülistlerin eline iter.
İnsanları başka bir dünyanın mümkün olduğuna ikna etmeliyiz. Vizyoner fikirler dünyayı değiştirir ve bunları ortaya koyan insanlar sürekli savunmada olmak yerine gündemi belirlerler. Örneğin tasarruf tedbirlerine karşı kampanya yürütmenin, uygulanabilir bir alternatifin – daha büyük bir kamusal yatırım olabilir ya da Evrensel Temel Gelir gibi insanı düşünmeye iten girişimler olabilir- olduğu gösterilmediği sürece karar vericilerin farklı davranmasını sağlaması pek muhtemel değildir. Çevre hareketi, ufukta bekleyen felakete dair haberlerin aciliyet hissi yerine ümitsizlik yarattığını anladığında bu değişimi gerçekleştirdi. LGBT hareketi mümkün olan politika çözümlerinden birine –sevgi ve şefkat üzerinden temellenen, herkesin bağ kurabileceği bir çağrı olan evlilik eşitliğine- odaklanarak ayrımcılığa karşı kampanyalardan ortak değerlere doğru bir dönüşüm yaşadı. Bir şeyin değişmesini istiyorsak, yalnızca soruna “hayır” demeyi bırakmalıyız ve cesur politikaları –tartışma yaratacak akıllıca insan hakları çözümlerini ve arzulanan dönüşümün neyi sağlayacağını- öne çıkararak yönetimlere “evet” diyebilecekleri bir şey vermeliyiz. En karanlık krizde bile her zaman tünelin sonundaki ışığa doğru atılacak ilk adıma odaklanabiliriz.
Eyleme Geçin: Eğer sorun aşılamaz geliyorsa bakış açısını değiştirin. Önümüzdeki altı ayda mantık çerçevesinde en ulaşılabilecek durumdaki politika değişikliğine odaklanın. Bu nasıl hayata geçebilir? Hangi açılardan durumu daha iyi hâle getirir? Bunun işe yaradığı başka yerler nelerdir? Dünya hangi açılardan sonrasında farklı görünecektir? Hitap ettiğiniz kitleye dünyalarının neye benzeyebileceğine dair alternatif bir ihtimal gösterin.
Savunduğumuz değil, karşı çıktığımız şeyleri görselleştirme eğilimi gösteriyoruz: parmaklıkları tutan eller adaletsizliği gösterir, peki adalet neye benzer? Bunun yerine ortak, evrensel bir dünya görüşünden, insanların birbirine duyarlı olduğu bir toplumdan söz etmeliyiz. İnsanların aklında gün be gün, her hikâyeyle, her tweetle güçlendirebildiğimiz ortak bir dünya görüşü. Görmek istediğimiz dünyayı biz savunamıyorsak, kim savunacak?
Çözümlerden bahsettiğimizde insanları harekete geçirmek için tehdit ya da suçluluğu kullanmak yerine, onlara bir şeyleri iyileştirmenin parçası olma fırsatını veriyoruz.
İnsan hakları hareketinin parçası olma deneyimi üzerine biraz düşünmemiz gerekiyor. İnşa etmek, toplumu daha iyi bir yere doğru bir yolculuğa çıkarmak istiyoruz, fakat konuştuğumuz zaman ağırlıklı olarak ayırıcı bir çatışma diline yaslanıyoruz. İnsanların bizim radikal ve bölünmüş, azın çıkarlarını savunan savaşçılar olduğumuzu mu, yoksa herkes için bir şeyler inşa eden yapı ustaları olduğumuzu düşünmelerini mi istiyoruz?
İnsan haklarından kötülükten korunma olarak bahsettiğimizde alttan altta verdiğimiz mesaj korku ve bireysel çıkar üzerinden oluyor. Bu sizin haklarınız olabilir. Haklarınızın elinizden alındığını düşünün. Bir gün bu siz de olabilirsiniz.
Fakat farklı bir yol daha var. Doğamızın daha iyi taraflarına başvurabiliriz. İnsan hakları insanları dayanışma içinde bir araya getirebilir. İyi bir insan olma, doğru olanı yapma, diğer insanlara yardım etmeye dair insani arzular üzerinden harekete geçebilir.
Başarılı hareketler coşku ve arzuyla ileriye doğru gider. Donald Trump kendi taraflarını basit bir kırmızı beysbol şapkası altında bir araya getirirken, İrlanda’da kadın haklarını talep eden sıradan insanlar “Evet İçin Hep Birlikte” [Together for Yes] butonunu almak için saatlerce sırada bekledi ve Arjantin’de yeşil fularlar takarak sokakları doldurdu. Aidiyet sembolleri yalnızca ne kadar fon geliştirildiği ya da güçlü imgelerle ilgili değildir, davayı tarihsel, mühim ve engellenemez bir şeye dönüştürerek ortak bir aidiyet duygusu yaratırlar.
Fakat safi öfke ve nefret üzerinden liderler üzerinde baskı kuracak kalıcı arzu ve coşkuyu yaratamayız: savunduğumuz şeyleri yüceltmeliyiz. Planned Parenthood’un Durdurulamaz [Unstoppable] kampanyasında olduğu gibi neşeli, ilham verici içerikler yalnızca ilham vermeye yaramıyor, politik bir ivme yaratıyor:
İnsanların mesajlarımızı duyması için bizi savaşçı olarak değil, birleştirici, yapıcı çözümler üreten insanlar olarak, onları bir yolculuğa çıkarmak isteyen insanlar olarak görmeleri gerekiyor. Ayrıca insan hakları dostu politikaların gelişmesi için ideal zemin olan birliktelik ve topluluk ruhuna katkıda bulunarak daha az kutuplaşmış bir toplumda yaşıyormuş gibi hissetmelerine ihtiyacımız var.
Gerçekten de, gün geçtikçe daha fazla araştırma korku ve karamsarlığın muhafazakâr ve şüpheci görüşleri ortaya çıkardığını, umut ve iyimserliğin ise daha özgürlükçü görüşleri beslediğini gösteriyor. Örneğin, Hope not Hate’in yaptığı yeni bir araştırmaya göre:
“İnsanlar hayatlarının kontrolüne daha fazla sahip olduklarını düşündüklerinde hasmane anlatılara direniş gösterme eğiliminde oluyor ve çeşitlilik ve çokkültürlülüğe dair olumlu bir vizyonu paylaşma ihtimalleri artıyor.”
More in Common’ın 2018 yılında paylaştığı bir rapor olan Gizli Kabileler [Hidden Tribes] medya ortamının çatışmaları öne çıkardığı, fakat toplumdaki dayanışmayı önemsiz gösterdiği konusunda ısrar ediyor. Ekranlarımızda devleşen ayrışmalara, insanların temas edişi ve “yereldeki toplulukların [insanların] her gün duvarlar değil de, köprüler kurmak için kullandığı olağanüstü yollara ışık tutan” karşılıklı saygı temelli etkileşim üzerine hikâyelerle karşı çıkmamız gerektiği önerisinde bulunuyor.
Mağdurlar için acıma uyandırmaya çalışmaktansa, insanlara kahramanların yanında yer alma ve değişimi gerçekleştirmede pay sahibi olma imkânını verin. Onlara olağanüstü dirayet, kararlılık ve cesaret gösteren sıradan insanları gösterin. Herkesin bağ kurabileceği küçük ayrıntıları öne çıkararak hedef kitlenizin gruplarla değil, bireylerle bağ kurmasına yardımcı olun.
İnsanların şefkatli olmasını istiyorsak, onlara, şefkat gösteren diğer insanları göstermeliyiz. İnsanları korku, acıma ya da öfke uyandıracak şekilde göstermek istemeden de olsa onları insani özelliklerinden ayırmaya sebep olabilir. Bir politikacı bir grup insanı hayvanlar diye nitelerse, bu insanları kafeste gösteren bir görsel bu metaforu güçlendirir mi? İnsan hakları insani özellikleri yok etme politikaları karşısında insanları tekrar insanileştirmek için yapabildiği her şeyi yapmalıdır.
Başlı başına bir amaç olarak insanları yeniden insanileştirmeye odaklanmak insan hakları kampanyaları için tek başına yepyeni bir potansiyel stratejik etkinlik alanı açmaktadır. Bunu yaparken örgütler, politikalara dair bir yığın iyileşmeyi mümkün kılacak davranışsal değişimlerin peşinden gidecektir. Yardım etmeye çalıştığımız insanlara yönelik tutumu değiştirecek olumlu hikâyeleri anlatmaya odaklanabiliriz.
More in Common’ın İtalya’da yürüttüğü araştırma yalnızca mültecilerden korkulduğunu değil, aynı zamanda dayanışma ruhunun ve ırkçılığa yönelik bir nefretin de var olduğunu tespit ederek “göçmenlerin İtalyan kültürel hayatına —dil, spor, yemek, topluluk etkinlikleri ve eğlence gibi alanlarda— entegre oldukları gerçek hayat hikâyelerini göstererek misafirperverliği ve empatiyi güçlendirmek gerektiğini” söylüyordu.
Bu tür açılımlar, belirli kitlelere onların değerleri ve ilgileri doğrultusunda insani hikâyeler anlatacak hedefli içerikler için temel oluşturabilir. Örneğin ırkçı videolar izlenmeden önce insanların izleyecekleri, mülteciler konulu YouTube reklamları hazırlatan İsviçreli STK’nın yaptığı gibi.
Hedef kitlemizin çoğu “diğer” insanlarla ilgili, bazen onların hikâyesini duyarak da değişmeyecek verili basmakalıp inanışlara sahip. Fakat, iletişim stratejistleri Amy Simon ve Robert Perez tarafından değişim yaratacaklar için yazılan HeartWired [Gönülden Bağlı] rehberine göre “öteki”yle etkileşime geçmiş, kendilerine benzer bir kişiyi onlara göstererek değişime açık olmalarını ve fikirlerini değiştirmelerini sağlayabiliriz.
HeartWired’ın düşünce yapısını değiştirmeye odaklanan yaklaşımı insan hakları iletişimcileri için uzun dönemli yeni bir stratejik hedef ortaya koyuyor: Diğer insan gruplarına yönelik tutumlarda uzun vadeli değişimleri ortaya çıkaracak kampanyalara odaklanmak. [Görsel çevirisi: LGBT Bireyler için Destek Sürekliliği: Yakındaki ihtimalleri ortaya çıkarmak için araştırmalardan faydalanmak. ŞİDDET - > İĞRENME -> RED || RAHATSIZLIK -> HOŞGÖRÜ -> KABUL || HOŞ KARŞILAMA -> OLUMLAMA -> KUTLAMA]
Düşüncelerini değiştirip yardım etmeye karar veren insanlar da aynı zamanda kahramanlardır. İrlanda’da evlilik eşitliğine yönelik yapılmış, kahramanların çocuklarını destekleyen geleneksel aileler olduğu bu reklamda görüldüğü gibi.
Bunların aynı zamanda değişen bir toplumun hikâyeleridir, değişimin nasıl gerçekleştiğini gösteren ve görmek istediğimiz dünyaya anlık bir bakış sunan hikâyelerdir.
Pratikte bu insanlar arasındaki etkileşime dayanan sosyal medya anları yaratmak, bunları b-roll ya da görsel olarak paketleyip AJ+ ve NowThis News gibi dijital haber kuruluşlarına göndererek anlatıyı “biz ve onlar”dan insanlığa doğru taşımak anlamına gelir. Danimarkalı bir seyahat acentesi bir grup insana ortak ne kadar fazla şeye sahip olduklarını göstermek için DNA’larını kullandı, Heineken çok farklı olan insanlardan birlikte bir bar kurmalarını istedi ve Uluslararası Af Örgütü Polonya Şubesi mülteciler ve Avrupalılardan dört dakika boyunca birbirlerinin gözlerine bakmalarını istedi.
İnsanların çoğunun doğru şeyi yapmak istediği bir dünyada yaşıyoruz. Fakat kriz ve çatışmayla ilerleyen medya anlatıları farklı bir resim çiziyor. İnsan hakları dünya görüşünü pekiştiren —insanların birbiriyle ilgilendiği, yalnızca insan oldukları için uzaktaki insanların hakları için mücadele ettiği— hikâyeler anlatmalıyız.
Her şeyin ötesinde, insanlık ve şefkat hikâyeleri anlatmalı, böylece insan haklarının birbirini kollayan insanlara dair olduğu fikrini pekiştirmeliyiz. İnsan haklarındaki insanı besleyen hikâyelere ihtiyacımız var.
Eyleme Geçin: Anlatıyı değiştiren hikâyeler anlat ve bu hikâyeleri kamusal tartışmalara dahil et. Pratikte bu özgün görsel içeriklerin prodüksiyonunu yaparak haber kanallarını ve influencer’ları bunlara çekmek, böylece ‘kulaktan kulağa’ yayılarak dikkat toplamalarını sağlamaktır. Örneğin, bu o günün büyük haberlerini daha umutlu bir bakış açısından gösteren ve sıradan insanların değişimi gerçekleştirmedeki rolünü örnekleyen hikâyeler olabilir.
Politika stratejisti Mark McKinnon bütün kampanyaların ya bir umut, ya bir korku, ya bir tehdit veya fırsat anlatısı olduğunu söylüyor. İnsan hakları savunucuları saldırı altındayken ve kendimizi koruyup savaşmamız gerekirken umut ve fırsatlardan nasıl bahsedebiliriz?
İnsan haklarının saldırı altında olduğunu söylemeyi bırakmalıyız. Bu sanki kaybeden bir davadayız gibi görünmemize sebep oluyor ve yanlış yöne giden bir trene binmeyi kim ister?
Karanlık olduğunda bir mum yakarsın ve insan haklarına en çok olmadıklarında ihtiyaç duyarsın. İnsan hakları savunucuları “çok uzun zamandır ön cephedelerdi,” fakat Kathryn Sikkink’in yakın zamanda öne sürdüğü gibi kriz ve tehlike çerçeveleri istemeden de olsa hareketin etkililiğiyle ilgili algıya zarar verebilir.
İnsanlar kazanan bir şeyin parçası olmak ister. Uluslararası Af Örgütü Fransa Şubesi “İnsan hakları” ile, “sorun” ya da “ihlal” yerine “zafer”i ilişkilendirmek amacıyla “Thrill of Victory” [Zaferin Heyecanı] adlı bir kampanya yürütüyor.
Anat Shenker Osorio, insan hakları dili üzerine öncülük eden çalışmasında hareketi sakin bir özgüven sergilemeye davet ediyor:
“Beyaz milliyetçiliğin, çığırından çıkıyormuş gibi görünen bir dünya için bir açıklama ve panzehir sunduğu yerde, insan hakları çoğunlukla amansız ve hızlanan bir değişim hissini besleyen bir hikâye kurgusu sunuyor. Her ne kadar insan hakları paradigması, birçok açıdan düzen ve öngörülebilir sonuçlarla ilgili olsa da, “bu iş bizde” anlayışı ya da devamlı, güvenilir bir normalliğin olabileceği hissi nadiren insan hakları tarafından sağlanıyor.”
“Bu işin bizde” olduğunu göstermek için eylem hâlindeki insan haklarını daha fazla göstermeliyiz. İnsan haklarıyla uğraşmak tam olarak ne anlama gelmektedir ve neye benzer? İnsan hakları, insan hakları savunucuları ve insan hakları aktivizmini düşündüklerinde insanların akıllarında ne belirmesini istiyoruz? Bazıları için bu protesto düzenlemek, politikacılara çağrıda bulunmak ve siyasi mahkûmlara mektup yazmak iken, diğerleri için topluluk etkinliklerinde ya da önemli kültürel olaylarda bir araya gelen insanlar olabilir.
Ne olurlarsa olsunlar, insan haklarının yürüttüğü etkinlikler bir değişim hikâyesi anlatmalı ve insan haklarının yalnızca birlikte doğduğumuz ya da devletlerden pasif şekilde edindiğimiz şeyler değil, gerçekleştirdiğimiz şeyler olduğunu göstermelidir: toplumlarımızı daha iyi hâle getirmenin bir aracı ya da bir arada yaşamanın bir yolu.
İnsan haklarını eylemler olarak tanımlamak onları ekip biçmek ve büyütmek için devamlı tercihte bulunmamız gerektiğine işaret etmeyi sağlıyor.
Dahası, “insan hakları” kelimeleriyle ilgili beklenti ve çağrışımları değiştirmeli, onları sıradan insanların değişim yaratmak için ellerine verdiğimiz metaforik bir “araç” olarak açıklamalıyız. Anat Shenker-Osorio’nun araştırması daha fazla deneme yapmak için çeşitli alanlar açıyor: İnsan hakları, insanları zarar görmekten koruyan bir kalkan ya da sigorta politikası mı, bize doğru yola yönlendiren bir harita ya da pusula mı, yoksa bizi ortak insanlığımızda birbirimize bağlayan bir ip ya da yapıştırıcı mıdır? İnsan haklarıyla ilgili bu düşünme biçimi, yalnızca vereceğimiz mesajı etkilemekle kalmaz, biz, insan hakları örgütlerinin ve diğerlerinin misyonumuzu sürdürme biçimini kökten biçimde değiştirebilir.
Eyleme Geçin: Bu soruları değerlendirin ve sonrasında sizin toplumsal amacınız ve örgütünüzle ilgili düşündüklerinde insanların akıllarında hangi resmin canlanmasını istediğinize karar verin, aynı zamanda bunu tasvir edin ya da örnekleyin: Görmek istediğiniz dünya neye benziyor? Her gün yaptığınız işleri tanımlarken, hangi fiilleri kullanıyorsunuz? Bu çalışma için kullanabileceğiniz bir analoji var mı? Toplumsal amacınız insanların kullanabileceği bir araç olsaydı, bu aracı çizebilir miydiniz?
İnsan hakları için umut var. İnsanlar bizim değerlerimizi paylaşıyor ve doğru olanı yapmak istiyorlar. Yalnızca bu doğruları harekete geçirme ve insanlarla bunlar üzerine konuşma konusunda daha iyi olmalıyız.
Bu değişimler insan hakları hareketindeki birçoklarına doğal gelmeyecektir. Fakat kanıtlar bunların zafere giden yol olduğunu gösteriyor. Ve insan hakları kazanmak için her ne gerekiyorsa onu yapmamak için fazlasıyla önemli.
* Thomas Coombes bu yazının orijinalini OpenGlobalRights için kaleme aldı. Yazının orijinali için tıklayın.
Son olarak anlatılarınızı ve çerçevelerinizi hayata geçirin ve Dancing Fox’un haritalama aracı ve hikâye anlatma atölyeleriyle diğer insanlar tarafından kullanılmaları için gereken yeri bulmalarını sağlayın.
Çerçeveleme üzerine:
Yeni anlatılar üzerine:
İçkin değerler ve doğamızın daha iyi taraflarına başvurmak üzerine:
İnsan haklarının kendini bozguna uğratan bozgunculuğu üzerine:
Değer aşılayan topluluklar oluşturmak üzerine:
Örgütsel vizyonunuzu bulmak için:
Olumlu pazarlama üzerine:
Empati yaratmak için tutumları ve stratejileri değiştirmek üzerine:
[1] Silo zihniyeti [Silo mentality]: Bir kuruluştaki departmanlar ya da yönetimdeki grupların birbirleriyle bilgi, amaç, araç, öncelik ve süreçlerini paylaşmak istememesi.[Ç.N.]