Onarıcı Adalet Söyleşileri serisi kapsamında gençlerle adaleti konuşmaya devam ediyoruz. Hafıza ve Gençlik programımızın katılımcısı olmuş gençlerle yaptığımız söyleşilerin üçüncüsünde Xemgîn Yusuf Görücü, Zilan Turgut ve Jiyan Andiç ile onarıcı adalete dair perspektiflerini, hafızalaştırma çalışmalarının onarıcı adalete ve toplumsal iyileşmeye dair katkısını, geleceğe dair umutlarını ve beklentilerini konuştuk.
Onarıcı Adalet Söyleşileri serisini Hafıza Merkezi olarak yürüttüğümüz Adalet İyileştirir projesi kapsamında gerçekleştiriyoruz. Proje, 2000’li yıllarda Kürt çocuk ve gençlere yönelik yaşam hakkı ihlallerinin Türkiye’nin insan hakları hafızasında bıraktığı derin yaralara odaklanıyor. Bu ağır ihlallerin toplumsal ve hukuki dinamiklerini anlamaya çalışırken, aynı zamanda adaleti yalnızca mahkeme salonlarında değil, toplumsal düzlemde de düşünmeye davet ediyoruz.
Bu çerçevede, 2022’den bu yana sürdürdüğümüz ve bu yıl üçüncü dönemini tamamlayan Hafıza ve Gençlik programının katılımcılarıyla bir araya gelerek “onarıcı adalet” kavramını tartışmak istedik. Program, dünyada ve Türkiye’de yürütülen hafıza çalışmaları ile mücadele pratiklerini genç kuşakla birlikte ele almayı hedefliyor. Akranlarıyla bir araya gelen gençler, hafıza çalışmalarının toplumsal adalet ve barış mücadelesine katkısını sorgularken, ağır insan hakları ihlallerine dair kendi hafızalaştırma projelerini geliştirerek adalet ve barış çabalarının aktif özneleri hâline geliyor.
Programın hedeflerini, bugüne kadar yürütülen faaliyetleri ve gençlerin geliştirdiği projeleri daha yakından tanımak için hafizavegenclik.org adresini ziyaret edebilirsiniz.
Adalet sizin için ne ifade ediyor? Ya onarıcı adalet?
Xemgîn Yusuf Görücü: Adaleti bir hukukçu olarak cevaplamak, bir disiplinin sınırında kalmak her zaman bir handikap. Adalet en geniş anlamda "ulaşabilmek"tir bence. Toplumsal sınıfların, ulusların ve bireylerin imkan eşitliğidir. Hukukta adaletin ise insan onuruna yaraşır bir yargının, yargılamanın ve kuralların bulunmasını ifade ettiğini düşünüyorum.
Onarıcı adaletin ise hukukun donuk kurallarının ötesine geçerek, mağdurun ne hissettiğini de merkeze alan; toplumsal ve bireysel düzeyde yaşanan adaletsizlik duygusunu azaltmayı amaçlayan bir adalet biçimi olduğunu düşünüyorum. Onarıcı adaletin yalnızca hukuki olarak adaletli olanı aşma yönü de tam buradan doğmaktadır. Adaletin aynı zamanda umudu ve ufukta görünen ortak yaşam duygusunu hedefleyen, yaşama bağlayan bütünsel yaklaşımında yatmaktadır. Onarıcı adaletten söz ettiğimizde artık her birey ya da topluluk için özgün biçimde ele almalı; onarıcı olanın ne olduğunu, ayrıca ve dikkatle düşünmeliyiz. Bu adalet anlayışı, yalnızca kabaca bir kuralın uygulanmasını değil; yaşanmış acıyı, eksik bırakılmış adaleti, kırılmış olan toplumsal inancı görmeyi ve hissetmeyi sağlıyor. Onarıcı adalet kavramında en nihayetinde amaç adaletsizliği bütünsel olarak ele almak ve bütünsel bir çözüm geliştirmektir.
Zilan Turgut: Adalet, bazen kulağıma bir mücadelenin kazanımı olarak çalınıyor. Ama ihlallerin ve kayıpların ardından onu sadece bir kazanım olarak düşünmek, bana eksik ve huzursuz hissettiriyor. Çünkü çoğu zaman ne geri dönebiliyor kayıplar, ne de tamir edilebiliyor ihlalin ruhumuzda ve ilişkilerimizde açtığı boşluk… Buna rağmen, adaletin fail ile bir karşılaşma zemini oluşturması, yani zarar verenin sorumluluğu ile yüzleşmesi ve bunu görünür kılacak bir sürecin işletilmesi, adalet arayışının en kıymetli yanlarından biri. Özellikle bu karşılaşmanın, meşru ve kamusal bir otorite önünde gerçekleşmesi, sadece bireysel değil, toplumsal bir tanıklık anlamına da geliyor. Bu yönüyle adalet, sadece telafi değil, hafızaya dair de bir kavram haline geliyor. Onarıcı adalet ise bu çerçevede, adaleti daha derin bir yerden kavrıyor gibi geliyor bana.
Yalnızca bir ceza sisteminin ötesinde, zarar görenin söz hakkını, failin sorumluluğunu, topluluğun ise iyileşmedeki rolünü içeren bir yaklaşım. İhlalin açtığı yarayı sadece cezayla değil, ilişkisel/iletişimsel ve duygusal bir yüzleşmeyle onarmayı hedefliyor.
Jiyan Andiç: Adalet dediğimizde yalnızca aralarında güç eşitsizliği olan kişi ya da gruplar arasındaki dengenin sağlanmasını değil, aynı zamanda benzer güç pozisyonlarında olan kişiler arasında da hakkaniyetli bir eşitlik kurulmasını anlıyorum. Toplumsal ilişkilerde, fail ve mağdur rollerinin sabit olmadığını; bir alanda mağdur olanın başka bir alanda fail olabileceğini unutmamak gerekir. Bu nedenle, adaletin sağlanması, zarar verenin eyleminin etkilerini fark etmesi ve bu zararı kabul ederek değişim yönünde bir irade göstermesiyle mümkün olabilir. Bu sürecin taraflarının suç ve sorumluluk açısından doğru değerlendirilmesinin ve mağdur suçlayıcı bir yöne evrilmeden sonuçlandırılmasının da onarıcı adalet ile mümkün olduğunu düşünüyorum.
Onarıcı adalet ise hem hukuk sisteminde hem de hak temelli topluluk mücadelelerinde önemli bir yere sahip olmalıdır. Hukuk sisteminde suçun sadece yasaları ihlal etmekle kalmayıp, toplumsal ilişkileri de zedelediği kabul edilmelidir. Mağdur, fail ve toplum arasında diyalog kurarak failin sorumluluk alması, mağdurun zararının telafi edilmesi ve toplumla yeniden bütünleşme amaçlanmalıdır. Bunun için farklı toplumsal aktörlerin sürece dahil olması ve mücadelenin sürmesi elzemdir. Hak temelli mücadele yürüten gruplar arasında ise ortak değerlerin ihlali söz konusu olduğunda hiyerarşilerden bağımsız, kapsayıcılık ve eşitlik ilkelerinin gözetildiği, mağdurların ihtiyaçlarının öncelendiği adil çözümleri aramanın, söz konusu grupları ve mücadelelerini güçlendireceğini düşünüyorum. Örneğin zarar veren ile zarar görenin her ikisinin de kadın ya da LGBTİ+ olduğu durumlarda, güç eşitsizlikleri net bir şekilde ortaya konamayabilir. Bu gibi durumlarda, sürecin şeffaf ve katılımcı bir biçimde yürütülmesi; bağımsız kişiler aracılığıyla iddiaların ciddiyetle ele alınması; eylemin niteliğine odaklanılması ve tarafların onarıcı adalet anlayışı çerçevesinde sürece dahil edilmesi, mücadelelerin meşruiyetini ve dönüştürücü potansiyelini artırabilir.
Yasal anlamda bir adaletsizlik veya geciken adalet, hak arayanlarda yorgunluk, öfke, kaygı ve umutsuzluk yaratabiliyor. Bu da içe kapanmayı ve hatta topluluklar arası iletişimde, etkileşimde, radikal ayrışmayı besleyebilir. Sistematik ihlallere karşı biriken öfke en yakındaki kişilere yansır. Fakat mesela Nick Montgomery ve carla bergman’ın önerdiği neşeli militanlık yaklaşımı, bu engelleri aşmak için umut verici bir yol sunar. Bu yaklaşım, dostluk, sevgi, güven ve sorumluluk gibi değerleri ön plana çıkararak, farklı kesimlerin bir araya gelmesini teşvik eder.
Hafıza ve Gençlik projesi kapsamında bir hafızalaştırma çalışmasını gerçekleştirdiniz. Hafıza çalışmalarının adalet arayışına bir katkısı olabilir mi? Bireyleri ve toplumu iyileştirmeyi kolaylaştırabilir mi?
Xemgîn Yusuf Görücü: Eğer bir gün hakiki bir adalete ulaşılacaksa, bu ancak toplumsal belleğin doğru aktarımıyla mümkün olacaktır. Zira adaletsizlikler de kendi tarih anlatılarını kurumsallaştırarak bu durumu süregelen bir yapı haline getirmişlerdir. Tam da bu noktada karşı hafıza hem adalet mücadelesinin sürdürebilirliğini sağlıyor hem de resmi tarihi tartışılabilir kılıyor.
Herkes için her zaman aynı sonuçları olmasa da genel anlamda hafıza çalışmalarının onarıcı adalete hizmet ettiğini düşünüyorum. Örneğin, Öldürülmeselerdi Arkadaşlarımız Olacaklardı çalışmasında bir yandan aileler, katledilen çocuklarına dair hafızayı aktarırken, yıllardır sürdürdükleri adalet mücadelesinde umutlarını büyütüyor; diğer yandan bu hafızayla ilk kez karşılaşan farklı kesimlerden insanlar, yaşanan adaletsizliklere karşı duyarlılık geliştiriyor. Bu bir kıvılcım, "yüzleşme kıvılcımı" oluyor ve onarıcı adaleti var ediyor, onun zeminini oluşturuyor. Hafıza çalışmaları, ezilenlerin hakikatini kendi mahallesinin sınırlarının dışına taşıyor ve toplumda başlı başına bir adalet talebini büyüten bir duygu yaratıyor. Bu çalışmaları adalet arayışından bağımsız düşünmüyorum.
Zilan Turgut: Hafıza çalışmalarının, yaşananları daha somut bir zemine taşıyarak hem iktidarlara karşı hatırlamanın direniş gücünü gösterdiğini hem de bu olaylara tanıklık etmeyen nesiller için önemli bir öğrenme alanı yarattığını düşünüyorum. Unutturma politikalarına karşı geliştirilen ısrarcı ve pes etmeyen hafızalaştırma pratikleri böylece adalet arayışının sürekliliğini de mümkün kılmış oluyor. Bu anlamda hafıza çalışmaları yalnızca geçmişi belgelemekle kalmaz; aynı zamanda geleceğe dönük adalet ve toplumsal yüzleşme taleplerini de diri tutar. Bu tür çalışmalar, bireylerin ve toplulukların yaşadıklarını görünür kıldığında, bir iyileşme sürecinin kapısını aralayabilir. "İyileştirme" kavramı bazı durumlarda iddialı olabilir; ancak dayanışma ve birlikte hatırlama duygusu, bireylerde yalnız olmadıkları hissini güçlendirir. Başkalarının tanıklıkları, yaşananların kolektif bir hafızada yer edinmesini sağladığında, bu dayanışma hali onarıcı bir mekanizmaya dönüşebilir.
Jiyan Andiç:Diyarbakır Etrafında Bağlar Var çalışmasıyla, 1980–90’larda devlet şiddeti temelinde zorunlu göç, mülksüzleşme ve köy boşaltmaların Bağlar’daki toplumsal ve mekânsal yaraları nasıl derinleştirdiğini belgeleyerek, mekânda adaletsizliğin yansımalarını göstermeye çalıştık. Bu süreçler yalnız fiziki değil, psikolojik ve toplumsal travmalar da yarattı; Bağlar mahalleleri ihmal ve damgalamaya maruz kaldı.
Bu hafıza çalışması, mağdurların yaşadıklarını görünür kılarak, toplumsal bir yüzleşme ve iyileşme sürecine katkı sağlayabilir. Hafıza çalışmaları, geçmişte yaşanan adaletsizliklerin unutulmamasını sağlayarak, toplumsal hafızanın canlı tutulmasına, toplumsal yüzleşme ve iyileşme süreçlerine katkı sağlar. “Diyarbakır Etrafında Bağlar Var” çalışmasıyla, zorunlu göç ve kentleşme süreçlerinin ilçe sakinleri üzerindeki etkilerini belgeleyerek, bu tür çalışmaların adalet arayışına hizmet edebileceğini göstermeye çalıştık. Ayrıca, adaletin mekânsal boyutunu vurgulayarak, kentsel dönüşüm süreçlerinde onarıcı adaletin nasıl uygulanabileceğine dair ipuçları sunmayı amaçladık. Bugün, zorunlu göç ile yerinden edilen Bağlar sakinlerinin, yeniden yerinden edilme riskiyle karşı karşıya kalmaları, adil bir kentsel dönüşümün önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Gelecekte benzer durumların yaşanmaması için kentsel dönüşüm süreçlerinde, yerinden edilmiş kişilerin deneyimleri ve ihtiyaçları dikkate alınmalı, adil ve kapsayıcı politikalar geliştirilmelidir.
Zorunlu kentleşme sürecinde şekillenen bu ilçenin mekânsal, toplumsal ve tarihsel dokusu sadece barınma ihtiyacının değil, aynı zamanda hafızanın, aidiyetin ve direncin de izlerini taşıyor. Kitapçığın, yerel yönetimler ve sivil toplum örgütlerinin işbirliği içinde çalışmasını, halkın kentsel dönüşüm süreçleri hakkında şeffaf ve erişilebilir biçimde bilgilendirilmesini teşvik etmesini ve yerel bilgiye ve demokratik değerlere dayanan alternatif kent tahayyülleri üzerine bir diyalog başlatmasını umuyoruz.
Gençler başta olmak üzere farklı toplumsal ve siyasal kısımlardan yükselen itirazlarin ve taleplerin ortak bir adalet zemininde buluşma imkanı var mı sizce? Engeller ne? Ümitli misiniz?
Xemgîn Yusuf Görücü: Ümidim var, bizim umutluluğumuz iflah olmaz cinsten. Ancak toplum olarak henüz kat etmemiz gereken uzun bir mesafe olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de hâlâ birey olmak, kendi mahallesinin dışına çıkmak ve eleştirel düşünce geliştirmek oldukça sınırlı. Kendi mahallemizin, özellikle de ezilenlerin mahallesinin dışına çıktığımızda, 2000 sonrası kuşağın önceki kuşaklara kıyasla daha tepkisel ve anlık davrandığını gözlemliyorum. Bir bilgiyi sorgulamak, biraz olsun derinlemesine incelemek bile teknoloji çağında zorlayıcı geliyor. Sosyal medyada neredeyse her olayın altına yapay zekâyı etiketleyerek tepki vermek yaygınlaşıyor; bu da bana biraz yüzeysel geliyor. Yapay zeka da olsa sorgulamak iyi mi diye de düşünerek arada kalıyorum. Belki yanılıyorum. Bunun dışında Türkiye'de en büyük engellerden biri, sosyal medya ve diğer basın mecralarının sistematik biçimde güç aygıtlarınca manipüle edilmesi. Sosyal medya, bir yandan sınırsız bir evren yaratırken, diğer yandan katı sınırlarla örülmüş dijital köyler inşa ediyor. Bu sınırların dışına çıkanlar ise çoğu zaman lince uğruyor. Bu da eleştirel düşüncenin giderek zayıflamasına neden oluyor. Ancak ekonomik ve siyasi koşullar ağırlaştıkça, sosyal medyanın manipülasyon gücü yetersiz kalıyor ve insanlar onurlarına, haklarına sahip çıkmaya başlıyor. Beni umutlandıran da bu. Sormak istiyorum o halde: Ekonomik koşullar düzeldiğinde ama adaletsizlik yalnızca belirli bir kesimi hedef aldığında, yine de ortak bir zeminde buluşabilecek miyiz?
Zilan Turgut: Farklı toplumsal ve siyasal kesimlerden yükselen itiraz ve taleplerin ortak bir adalet zemininde buluşma ihtimalini, otoritenin yaptırımlarının kapsayıcılığı üzerinden değerlendiriyorum. Yaptırımlar yalnızca belirli bir kesimi değil, farklı toplumsal grupları da etkilediğinde yani tehdit ortaklaştığında bu durum ortak bir adalet arayışını da mümkün kılabilir. Çünkü hak ihlallerine farklı biçimlerde maruz kalan özneler, bu deneyim üzerinden dayanışma ve yoldaşlık hissi geliştirebilir. Elbette bu, ancak otorite herkese zarar verdiğinde adalet zemini oluşur anlamına gelmemeli. Herkesin lehine işleyen bir iktidar tahayyülü pratikte pek mümkün olmasa da; en azından kimsenin çemberin dışında bırakılmadığı, ötekileştirilmediği bir düzlem hedeflenebilir.
Birlikte var olma halinin, farklı itiraz ve taleplerin kesiştiği, birbirine temas ettiği, dönüşebildiği bir süreci mümkün kılmasıyla bu zemin de elde edilebilir. Bu da özlerinden, değerlerinden vazgeçmeden; herkesin eşit söz hakkına sahip olduğu, birbirine yukarıdan bakmadan seslenebildiği bir iletişim dili ile mümkün olur. Çünkü adalet, yalnızca yasalarda değil, birbirimizin acısına ne kadar yaklaştığımızda, tanımadığımız birinin yoksunluğunu ne kadar sahiplendiğimizde de inşa olur. Hepimizin başka başka yerlerden eksildiği bu düzende, iyileşmenin de ancak birlikte mümkün olacağına inanmak istiyorum. Ümitli miyim? Kolay olmayacak, ama gençlerin kesişen deneyimlerinin bu zemini kurma potansiyeline inancım var.
Jiyan Andiç: Düşmanlaştırma siyaseti, diyaloğu inşa etmeyi; ekonomik kriz ve mekânsızlaşma ise ortak adalet zeminini kurmayı zorlaştıran başlıca engeller. Bu nedenle, onarıcı adalet perspektifiyle düşmanlaşmanın ötesine geçebilecek yolları aramak hem topluluklar arasında diyaloğu yeniden mümkün kılabilir hem de adalet zeminini ortaklaştırmak için bir başlangıç sunabilir. Gelir dağılımından iklime, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimden hayvan özgürlüğüne uzanan farklı toplumsal ve siyasal kesimlerden yükselen adalet talepleri var. Bir alanda adalet talebinin öznesi olurken, başka bir alanda nesnesi olabileceğimizi; kimlik ya da konumumuz ne olursa olsun her karşılaşmada bu durumun farklı dinamiklerle yeniden kurgulandığını unutmadan yol aldığımızı farkında olduğumuz sürece aynı zeminde buluşabiliriz. Bunun için hata yapmaya pay bırakmak, hatalardan öğrenmeye alan açmak; birbirimize ne kadar hata yapma payı tanıdığımızı, eleştirel tutumumuzun ayrımcılığa dönüşüp dönüşmediğini ve bu tutumların örgütlü kişilerin kendini ifade etme imkânını engelleyip engellemediğini sorgulamak birlikte öğrenmeye alan açmak için elzemdir.
Toplumsal adalet taleplerinin ortak bir zeminde buluşması, ancak kendi ayrıcalıklarımızı ve önyargılarımızı sorgulamamızla mümkündür. Bu nedenle, her kişinin kendi konumunu sürekli olarak değerlendirmesi ve başkalarının deneyimlerine açık olması gerekir. Yaralarımızı birbirimize açıp bunları onarmaya çalışırken sorumluluğu birbirimize yüklemekten kaçınmalı ve yeni yaralar açmamaya özen göstermeliyiz. Ayrıca yalnızca hak talep eden değil, elini taşın altına koyan tarafta olmak, bireysel sorumluluğun önemini göz ardı etmemek gerekir.
Toplumsal hareket aktörleri içlerinde adaleti tesis ettiklerinde, aralarında güven ve dostluğa dayanan sağlam bağlar kurarlar; bu sayede birbirlerinden öğrenen, inançla ve dayanışmayla hareket eden topluluklara dönüşürler. Bu içsel dayanışma, yasal zeminde de seslerini daha güçlü duyurmalarına; geçmişle yüzleşme ve hak arama mekanizmalarını işletmek için resmi süreçlerde baskı oluşturabilmelerine olanak tanır.
Henüz yakın gelecekte hukuki anlamda bir başarıya ulaşmak zor görünse de güven bağıyla örülmüş bu topluluklar umutsuzluk anlarında birbirine omuz vererek yol almaya devam ediyor. Böylece bireysel cesaretleri ve kolektif kararlılıkları, adalet mücadelesinin başarılı olma ihtimalini artırıyor. Bu yüzden neşe ve dostluğun yaşama ve mücadele kudretimizi artıracağını inanıyor; birbirimize güç verdiğimiz sürece tökezlemenin de güzel olduğuna inanarak geleceğe umutla bakıyorum.
Xemgîn Yusuf Görücü
2000 yılında Batman'da doğdu. 2022 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi'nde lisans eğitimini tamamladı. 2023 yılında Faili Belli sitesi veritabanının güncellenmesi çalışmasında Yasemin Soydan ile birlikte yer aldı. 2023 yılında "Adalet İyileştirir" projesinin saha çalışmalarında yer aldı. 2023 yılından beri Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı'nda çalışmakta ve ayrıca serbest avukatlık yapıyor.
Zilan Turgut
2018 yılında girdiği Boğaziçi Üniversitesi’nden 2024 yılında mezun oldu, Felsefe ve Sosyoloji bölümlerinde çift anadal yaparak iki dalda lisans derecesi aldı. Buna ek olarak, lisans eğtimi sırasında çeşitli gönüllülük deneyimleri oldu.
Jiyan Andiç
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Şu anda Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde yüksek lisans eğitimine devam ediyor. Sosyal Politika Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD) ve Hrant Dink Vakfı’nda gönüllü çalışmalar yürüttü. Araştırma ilgi alanları arasında cinsiyet çalışmaları ve queer teori, HIV/AIDS aktivizmi, kent sosyolojisi ve toplumsal hareketler yer alıyor.
Hafıza Merkezi olarak yürütmekte olduğumuz "Adalet İyileştirir" projesiyle, 2000'li yıllarda Kürt meselesi bağlamında işlenen ağır insan hakları ihlallerinin özgün dinamiklerini anlamaya çalışıyoruz. Somut olarak odaklandığımız konu, 2000-2015 yılları arasında Kürt çocuklarına ve gençlerine yönelik yaşam hakkı ihlalleri. Amacımız, bu ihlallerin özellikle çocuklar ve gençler üzerinde yarattığı şiddet sarmalına karşı, onarıcı adalet temelli bir yaklaşım geliştirmek. Bu doğrultuda, onarıcı adalet yaklaşımına dair teorik ve uygulamalı farklı perspektifleri tartışmaya açmak için bir söyleşi serisi düzenliyoruz.
Serinin diğer söyleşileri için:
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (1): Adaletsizliğin yapısal boyutları ve onarıcı diyalog
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (2): Kolombiya, Meksika ve geçiş dönemi adaletinin dönüşümü
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (3): Geçmişle yüzleşmek, daha adil toplumları inşa etmek
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (4): Adalet, hakikat ve hikaye anlatıcılığının gücü
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (5): Onarıcı adaletin çocuk haklarıyla ilişkisi ve yerel yönetimlerin rolü
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (6): Bir süreç olarak onarıcı adalet
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (7): Çocuk hakları, dayanışma ve onarım
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (8): 28 Mart Olayları ve bir avukatın tanıklığı
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (9): Gençler adaleti konuşuyor-I
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (10): Gençler adaleti konuşuyor-II
Bu söyleşi Adalet İyileştirir projesi kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla Hafıza Merkezi’ne aittir ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.