Ana içeriğe atla
Ana Sayfa
04.02.2025

Onarıcı Adalet Söyleşileri (5): Onarıcı adaletin çocuk haklarıyla ilişkisi ve yerel yönetimlerin rolü

<< TÜM HABERLER

 

Söyleşi: Derya Bozarslan

Onarıcı Adalet söyleşileri serisinin beşincisini Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Serra Bucak ile gerçekleştirdik. 8 yıl süresince kayyum tarafından yönetilen şehrin, yerel seçimler sonrası % 64,9 oy oranıyla seçilen belediye eş başkanı Serra Bucak, Almanya’da Köln Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı ile Pedagoji bölümlerinde eğitimini tamamladıktan sonra 2006’da Diyarbakır’da Bağlar Belediyesi Eğitim Destek Evleri’nde çalıştı. 2016 yılında belediyelere kayyum atanıncaya kadar geçen süreçte Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan danışmanlığı ve meclis üyeliği görevlerini üstlendi. Kayyum atamalarından sonra ise sivil toplum kurumlarında çocuk ve kadın hakları alanında önemli faaliyetler yürüttü. 2018’de kurulan Çocuk Çalışmaları Derneği (Çocuk-Ça) kurucuları arasında yer alan Bucak, çocuk hakları politika belgelerinin hazırlanmasına katkı sundu. Savaş ve çatışmalardan etkilenen çocukların hem fiziksel hem ruhsal sağaltımları için şehirdeki diğer örgütlerle birlikte çalışarak çocuk dostu şehirler kurma, eğitim, sosyal yaşam ve oyun hakkı kazandırılması gibi önemli konularda yapılan çalışmaların içinde yer aldı.

Bu söyleşide, şiddet ve kayıpların yol açtığı derin yaraların nasıl iyileştirilebileceğini ve bu iyileşme süreçlerini "Onarıcı Adalet" çerçevesinde tartıştık. Ayrıca, Serra Bucak, uluslararası deneyimlerinden de bahsederek onarıcı adaletin yerel yönetimler tarafından nasıl uygulanabileceğini anlattı.

Belediye eş başkanlığından önce çocuk hakları alanında uzun süreli çalışmalarınızın olduğunu biliyoruz. Türkiye'de insan hakları mücadelesinin ihmal edilen bir alanı olan çocuk haklarını konuşurken onarıcı adaletten bahsetmek mümkün mü? Bu çerçevede ‘Onarıcı Adalet’ ifadesi sizde nasıl bir çağrışım yapıyor?

Gerçekten zor ve derin bir konu. Üzerinde bazen yoğunlaştığım ama tanımlayabildiğim bir şey değil. Ama bir şey çok net, buna ihtiyacımız var. Çok fazla katliam, ölüm, kayıp ve geride kalanların travmaları söz konusu olduğunda, telafi ve onarma gerekliliği düşünüldüğünde ‘Onarıcı Adalet’ meselesi oldukça kritik bir konu. Onarıcı adalet, kayıpların, travmaların ve acıların ardından iyileştirme ve telafi sürecidir. Bu, geçmişte yaşanan şiddet ve ihlallerin izlerinin silinmesi ve toplumsal barışın yeniden inşa edilmesi için gereklidir. Bu gerekliliğin özellikle çocuklar ve gençler için daha belirgin olduğunu düşünüyorum. Çocuklar için hayati önem taşıyor. Çocukların ve gençlerin önlerinde uzun bir yaşam süresi olduğundan, iyileşmeyen her yara, ileride yeni biçimlerle karşılarına çıkacaktır. Geçmişin yaraları onların geleceğini de etkileyebilir. Burada en önemli adım çoklu disiplinlerin işbirliğidir. Onarıcı adaletin sağlanabilmesi için çocuk hakları alanında çalışan dernekler, inisiyatifler ve deneyimli kişilerle yerel yönetimlerin bir araya gelmesi gerekir. Ancak şimdilik bu konuda çok az ilerleme kaydedilmiştir. 90'larda yaşanan toplumsal koşullar, politik atmosfer, devletin tutumu ve Kürt siyasi hareketinin karşılaştığı zorluklar bugünü etkiliyor ve geçmişin yaraları tam olarak iyileşmediği için bugüne de etkisi devam ediyor. Çünkü Kürt toplumu hala adaletsizlikle karşı karşıya. Çocuklar hala öldürülüyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Hala gençlerin ölümleriyle karşılaşıyoruz. Kadın ve çocuk katliamları devam ediyor ve bu travmalar hala toplumu derinden etkiliyor. Geçmişte yaşanan adaletsizliklerin toplumsal hafızada hala tam olarak yüzleşilmemiş olması da bu konuda bir ilerlemeyi engelliyor.

Bu çizdiğiniz çerçevede yerel yönetimlerin çalışmaları, perspektifleri, yöntemleri ve ilkeleri neye göre belirlenmelidir? Nasıl olmalıdır?

Yerel yönetimlerin rolü çok büyük. Yerel yönetimler, onarıcı adaletin sağlanabilmesi için çok büyük öneme sahiptir. Çocuk haklarıyla ilgili çalışmalara sadece merkezi hükümet değil, yerel yönetimler de dahil olmalıdır. Onarıcı adalet anlayışını benimseyen yerel yönetimlerin, insan hakları perspektifini benimseyen, toplumsal uzlaşıya dayalı ve şeffaf bir çalışma yürütmeleri gerekir. Bu anlamda, yerel yönetimlerin, yerel halkla ve sivil toplum kuruluşlarıyla güçlü işbirlikleri kurması önemlidir. Çocuk hakları ve onarıcı adalet gibi hassas alanlarda yerel yönetimler, sadece kamu hizmeti sunan bir aktör değil, aynı zamanda toplumsal iyileşme ve adaletin sağlanmasında öncü bir rol üstlenmelidir. İlkeler açısından, yerel yönetimlerin özellikle şu hususları göz önünde bulundurması gerekir;

Katılımcılık ve Şeffaflık: Yerel yönetimler, çocuklar ve gençler başta olmak üzere, tüm toplum kesimlerinin karar süreçlerine dahil edilmesini sağlamalıdır. Bu, yalnızca onların ihtiyaçlarını daha doğru bir şekilde tespit etmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal barış ve güveni de inşa eder. Yerel yönetimler, katılımcı bütçeleme, açık hava toplantıları ve yerel meclisler gibi mekanizmalarla bu katılımı artırmalıdır.

Çoklu Disiplinler Arası Çalışma: Cezasızlığın ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü zamanlarda ‘Onarıcı Adalet’ devreye girer ki bu da yalnızca bir hukuk meselesi değildir. Aynı zamanda psikolojik, sosyolojik ve kültürel bir süreçtir. Bu nedenle, yerel yönetimler, eğitimciler, psikologlar, hukukçular ve sivil toplum örgütleri ile yakın işbirliği yaparak, çok disiplinli bir yaklaşım benimsemelidir. 

Eylem Planları ve Süreklilik: Onarıcı adaletin etkili bir biçimde sağlanabilmesi için yerel yönetimler, uzun vadeli eylem planları oluşturmalı ve bu planları toplumsal hafıza ile ilişkilendirmelidir.

Yüzleşme ve Hakikat: Onarıcı adaletin sağlanabilmesi için, geçmişte yaşanan travmaların kabul edilmesi ve toplumsal hafızanın güçlendirilmesi gerekmektedir. Yerel yönetimler, özellikle çocuk hakları gibi hassas alanlarda, geçmişteki adaletsizlikleri, ayrımcılığı ve hak ihlallerini doğru bir biçimde hatırlatan ve üzerine konuşan mekanizmalar oluşturmalıdır. Bu, hem geçmişle yüzleşmeye olanak tanır hem de toplumda toplumsal barışın inşa edilmesine katkıda bulunur.

Çocuk Hak Temelli Yerel Yönetimler Politikası: Onarıcı adaletin çocuk hakları alanındaki karşılığı, onların yaşam hakları, eğitim hakları, oyun hakları gibi temel haklarını güvence altına alacak politikalar geliştirmeyi gerektirir. Bu politikalar, yalnızca yasa koyma değil, aynı zamanda çocukların sesinin duyulduğu, ihtiyaçlarının karşılandığı, özgürce gelişebildikleri bir ortam yaratılmasını hedeflemelidir.

Yerel yönetimler, ‘Onarıcı Adalet’ perspektifini sadece yönetsel bir yükümlülük olarak görmemeli; bu, toplumu iyileştirme, barışı tesis etme ve hakların teminat altına alınması anlamında bir sorumluluktur. O yüzden bu ilkelere dayalı bir yaklaşımın toplumda geniş çaplı bir değişim yaratabileceği unutulmamalıdır.

Bu çerçevede yürütülen çalışmalarınız var mı?

2000’lerin başında, Diyarbakır'a göç eden ailelerin çocuklarına yönelik yürütülen çalışmalar ‘Onarıcı Adalet’ çalışmaları açısından büyük bir örnekti. 90’larda çocukların yaşamlarında oluşan eksiklikler ve yaralar, eğitim, kültür, sanat, oyun alanları gibi projelerle telafi edilmeye çalışıldı.

90'larda köy yakılmaları ve zorla yerinden edilme sonucu yaşamlarında büyük ve çoklu yaralar açılan çocuklar için, yeni yaşam alanlarında ne yapabileceğimizi düşündük. Kültürel, sosyal, ekonomik, akademik eksiklikler ve yoksullukla karşı karşıya kalan bu çocukların eğitim hayatlarının devamlılığını sağlamak, en önemli önceliklerden biriydi. Mesela “Eğitim Destek Evleri”nin kurulmasındaki temel motivasyon buydu. Çocuklar, yeni yerleşim alanlarında başladıkları okullarda oldukça geri kalmışlardı. Okuldan eve döndüklerinde, eksikliklerini giderebilecek bir ortam yoktu. Evin koşulları belliydi; ders çalışacak bir masa olup olmadığı bile belirsizdi. Evde, çocuklarının derslerine yardımcı olabilecek bir ebeveyn var mıydı, yok muydu, buna dair belirsizlikler vardı. İşte tam bu noktada Eğitim Destek Evleri devreye girdi. Hem eğitim desteği sağlıyor hem de kültürel çalışmalarla çocukların gelişimine katkıda bulunuyordu. Bu merkezlerde çocuklar, kimliklerini tanıyıp sevmeye, kendilerine ait kültürel ve etnik değerleri keşfetmeye başlıyorlardı. Çünkü okullarda, “Kürtlük” bir aidiyet olarak genellikle utanç verici bir şey olarak kabul ediliyordu. Çocuklar, Türkçe öğrenirken veya konuşurken zorlanıyor, baskı altında hissediyor, utanıyorlardı. Bu çalışmalar sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal kolektif hafızanın oluşması için de katkı sağladı. Çocukların, sadece kendi kimliklerini değil, toplumun kolektif kimliğini de öğrenmesi gerektiği anlatılmaya çalışıldı.

Şimdiye kadar burada yapılan psikososyal destek çalışmalarına "Onarıcı Adalet" demeseniz de, çocuklar için yapılan bu çalışmalar büyük bir katkı sağladı. Ancak, dediğiniz gibi, bu süreçlerin etkili olabilmesi sürdürülebilir çalışma yapılması gerekiyor. Geçiş dönemi adaleti veya barış çalışmalarında yerel yönetimlerin rolü hakkında ne dersiniz?

Yerel yönetimler, doğrudan çocukların yaşam alanlarına ve günlük rutinlerine müdahil oldukları için onarıcı adalet çalışmalarında kritik bir etkiye sahip. Bizim yerel yönetimler olarak bu alanda bir planımız var. Mesela “Çocuk Barış Köyü” fikrimiz var. Ancak bu süreci çok dikkatli ve hassas bir şekilde yürütmek istiyoruz. Bu, sadece bizim değil, aynı zamanda bu kentteki sivil toplum kuruluşlarının ve çocuk alanında çalışan derneklerin ortaklaşa sunduğu bir model. Bu modeli seçimler öncesinde tartıştık ve birlikte belirledik. Barış köyü fikri, aslında çocukların barışçıl bir toplumda nasıl büyüyebileceğini, çatışmasız bir ortamda nasıl yetişebileceğini anlatan çok güçlü bir model. Bu köyde çocuklar, barışı günlük yaşamlarının bir parçası haline getirecekler. Mesela, grup çalışmaları, tartışmalar, oyunlar ve çeşitli sanat etkinlikleri ile çocukların barış hakkında düşünmelerini sağlamak amaçlanabilir. Her gün yapılacak küçük egzersizlerle barışın ne anlama geldiği üzerine konuşulacak, barışçıl çözümler üretecekler. Bu çocukların sadece kendi haklarını değil, başkalarının haklarını da savunabilen, empati yeteneği gelişmiş bireyler olarak yetişmelerini sağlayacak bir ortam yaratacak. Aynı zamanda, çocukların çapraz kültürel etkileşimlerde bulunmaları sağlanabilir, yani farklı bölgelerden, farklı geçmişlerden gelen çocukların bir araya gelip birbirlerini anlamaya çalıştıkları ortamlar yaratılabilir.

Bir barış köyü, sadece çocukların barışı deneyimlediği bir alan değil, aynı zamanda toplumların uzlaşması için örnek teşkil edecek bir model olabilir. Burada yapılan çalışmalar, zamanla yerel yönetimlere ve topluma daha geniş bir şekilde yayılarak, tüm şehri, tüm bölgeyi kapsayan bir barış hareketine dönüşebilir. Eğitim, grup çalışmaları, sanatla barışa dair farkındalık yaratma gibi çok yönlü aktivitelerle barış kültürü topluma entegre edilebilir.

Zira çocuklar ve gençler, hayatın her alanında şiddet ve çatışma ile karşılaşıyor. Bu durum giderek daha da artıyor ve biz de bunun farkındayız. İşte bu yüzden barış alanında, toplumsal uzlaşı ve birlikte yaşama kültürünü güçlendirme çalışmalarının yapılması gerektiğini düşünüyorum. Kısa vadede değil ama orta vadede, sivil toplum ile işbirliği yaparak bu alanda sağlam temeller atmayı planlıyoruz. 

Okullar da bu süreçte çok önemli bir yer tutuyor. Ancak, ne yazık ki okul yönetimleriyle yerel yönetimler arasında etkili bir iş birliği kurmak şu an zor. Bunun değişmesi gerektiğine inanıyoruz. Okullarla birlikte, ayrımcılıkla mücadele etmek, mülteci çocuklarıyla ilgili çalışmalar yapmak gibi çok önemli alanlarda işbirliği yapabiliriz. Bu tür işbirlikleri, toplumsal dayanışmayı artırmak ve çocukların yaşamlarını daha anlamlı hale getirmek adına büyük fırsatlar sunuyor. Her ne kadar bu süreç zorlu olsa da, küçük adımlarla başlayarak daha büyük bir etki yaratabiliriz. Hem yerel yönetimler hem de okullar, bu sürece katkı sağlamak için birlikte hareket etmeli.Biz de bu alanda atacağımız adımları dikkatle planlayarak, toplumu güçlendirecek ve geleceğe umut bırakacak bir model oluşturmayı hedefliyoruz.

Barış köyü ve hafızanın korunması konusunda geliştirilen bu modeller, hem çocuklar hem de toplum için çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu süreçlerin sürdürülebilir olması, toplumun her katmanının bu değerlerle büyümesi ve geleceğe taşınması adına büyük bir adım olacaktır. Hem çocukların hem de kayıpların anılarını yaşatarak, adaletin inşasına katkı sağlamak, toplumun daha barışçıl ve eşitlikçi bir yapıya dönüşmesine olanak tanıyacaktır.

Yerel yönetim olarak başka ülkelerde çocuklar için onarıcı adaletin nasıl işlediğine dair örneklere bakma imkanlarınız oldu mu? 

Elbette. Birçok uluslararası örnekte, toplumları birleştirmek ve barışı sağlamak amacıyla çocukları bir araya getiren projelere rastlıyoruz. Birkaç yıl önce Frankfurt’a yaptığımız bir ziyaret sırasında, bu tür çalışmalara şahit olma fırsatım oldu. Balkanlardaki iç savaş sonrası, farklı mezheplere sahip ve birbirini katletmiş olan toplulukların çocuklarını bir araya getiren bir insiyatifle tanıştık. Projeye “Çocuklar Tatilde” deniyordu. Bu projede, savaş mağduru çocuklara, yıllardır unutmaya başladıkları şeyleri tekrar yaşama fırsatı verilmişti. Tatil yapma, denize girme, eğlenme ve bir arada olma. Ancak bu projenin ikinci amacını çok daha önemli buluyorum: O çocuklar, yıllarca süren savaştan sonra, karşıt toplulukların, yani Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki ölümleri, katliamları tartışma, anlatma fırsatı bulmuşlardı. Bu, 12-13 yaşlarındaki çocuklar için çok zorlu bir süreçti. Birbirlerine yaşadıkları acıları anlattılar, geçmişin travmalarını konuşmaya başladılar. Tabii ki, bazen çok sert tartışmalar, karşılıklı suçlamalar oldu. Ancak sonunda, bir hafta boyunca yan yana kalmanın, birlikte vakit geçirmenin, birbirini öldürmeden yaşamanın mümkün olduğunu anlamışlardı. Bu deneyim bana o kadar dokunmuştu ki, gerçekten hayatımda bir dönüm noktası oldu. Daha sonra bu projeyi İsrail ve Filistinli çocuklar arasında da uygulamışlardı. Bu tür projeler, toplumlar arasındaki yaraları sarma, barışı inşa etme adına çok kıymetli. Ancak kendi ülkemde, Türkiye’de bu tür bir projeyi gerçekleştirmek için aynı cevabı veremiyorum. Bir kadının, o dönemde bana sorduğu bir soru hâlâ aklımda: “Sizin için mümkün mü böyle bir şey yapmak?” Doğruyu söylemek gerekirse, o an için bu soruya net bir cevap veremedim. Çünkü burada, Türkiye’de durum farklı. Her şeyden önce savaş ve iç çatışmalarla yüzleşmek çok daha karmaşık. Hala o cevabı verebilmiş değilim. Ancak, şunu artık açıkça söyleyebilirim: Türkiye’nin farklı bölgelerindeki çocuklar arasında bir köprü kurmak, onları buluşturmak çok değerli ve anlamlı olur. Ama bu, Frankfurt’taki ya da Balkanlardaki örneklerden tamamen farklı bir model gerektiriyor. Türkiye’nin kendi özgün dinamiklerine ve geçmişine dayalı bir çözüm bulmalıyız.

Buradaki mesele, sadece çocukları bir araya getirmek değil. Bu, hakikatle yüzleşmek, barışı kurmak, geçmişin acılarını samimi bir şekilde tartışmak ve nihayetinde bu tartışmaların sonunda uzlaşarak bir arada yaşamak meselesi. Bunu başarabilmek için, daha fazla sahici buluşmaya ve özgün bir barış modeline ihtiyaç var. Yani barış ve yüzleşme süreci sadece bir eğitim veya aktivite değil, derinlemesine içsel bir yolculuk olmalı. Şu ana kadar çocuk ve gençlik alanında yapılan çalışmalar çok kıymetli. Ama bir yandan da hakikat ve yüzleşme kısmı, bu sürecin en kritik parçası gibi görünüyor. Belki de Türkiye’nin çocukları için, geçmişin acılarına daha doğrudan dokunan ve gerçek anlamda barışı inşa eden bir model yaratmalıyız. Bu konuda daha çok çalışmamız gerektiğini hissediyorum ve bu sorumluluğu taşırken büyük bir umut da besliyorum.

Burada çok ağır travmalara maruz kalan çocuklardan bahsediyoruz. Savaş ve çatışmaların en büyük ve çok çeşitli boyutlarda mağdurları olan çocukların bu sürece katılımı ve onarıcı adaletin tesisindeki rolleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Çocuk katılımı meselesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çocukların katılımı gerçekten çok hassas bir konu. Onların seslerini duyurabilmek, kendilerini ifade edebilmeleri için bir alan yaratmak, aslında onların en doğal hakkı. Ama çoğu zaman onların adına kararlar alınıyor, projeler yapılıyor. Bu, onları yalnızca pasif birer izleyici gibi hissettirebilir. Çocuklar için bu kadar kritik bir zamanda, onların aktif katılımcı olabileceği süreçleri kurabilmek, yalnızca bir proje değil, bir güven yaratma meselesidir. Eğer bir çocuk bir şeyler anlatmak istiyorsa, o duygusunu ifade edebilmelidir, ama buna izin verilmediğinde o duygular biriktikçe büyür, içsel bir yara halini alabilir.

Bu noktada, her bir çocuğun duygularını anlamak, onları yalnızca dinlemek değil, aynı zamanda onlara ses olabilmek çok önemli. "Barış çocuk gözünden nasıl anlatılır?" sorusu, aslında bir çocuğun içindeki dünya ile ne kadar derin bir bağ kurduğumuzun göstergesidir. Çocukların düşüncelerine, hayallerine ve yaralarına gerçekten kulak verirsek, bu sürecin bir parçası olmaları daha doğal ve içten olur. Yerel yönetimler de, çocuklara yönelik sosyal çalışmalar, etkinlikler ve faaliyet alanlarına genellikle bir yönüyle bakıyorlar; ama bu yeterli değil. Çocukların da bu alanlara katkı sağladığı, kendi fikirleriyle üretim yaptığı ve bu alanları dönüştürdüğü yerler olmalı.

Son soru da hafıza kırımı meselesi. Kayyumlar döneminde birçok anıt kaldırıldı, hafızalaştırma örneği olarak isimlendirilen bazı parkların ismi değiştirildi. Örneğin Kızıltepe’deki Uğur Kaymaz heykeli, Diyarbakır’da Roboskî heykeli ve Lice’de Ceylan Önkol Parkı gibi. Sizin bu konuda bir planınız var mı? Bu anıtların tekrar inşa edilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz, yoksa başka bir şekilde hafızayı yaşatmanın yolları mı aranacak? Kayıp yakınlarının bu konudaki duygularına nasıl yaklaşmak gerekir?

Evet ne yazık ki büyük bir hafıza kırımı yaşandı bu şehirde. Hafızayı yok ettiler, bir hafızasızlaştırma politikası uyguladılar, anıtsızlaştırma üzerine çalıştılar. Kayyumlar döneminde, şehirlerimizde isimler silindi, heykeller kaldırıldı. Elbette biz ailelerin taleplerini alarak üzerimize düşeni yapacağız. Ama ben şöyle düşünüyorum, aynı yerde, aynı şeyleri yeniden koymak değil, başka bir yerde yok olmayacak şekilde yaşatmak, başka bir yerde bu hafızayı korumak gerekir. Bu, unutulmaması gereken bir sorumluluktur.

Yerel yönetimlerin, kendi şehirlerinde, yaşamını kaybeden çocuklar, gençler, kadınlar için bir hafızalaştırma çalışması yapması gerekiyor. Çünkü unutmak, bugünümüzü ve yarınımızı şekillendiremeyeceğimiz anlamına gelir. Unutmamalıyız. Unutmamamız gerekiyor. Çünkü hafızasızlaştırmak, sadece geçmişi silmek değil, toplumun da gerçeklikten kopması demektir. Ailelerin, kaybettikleri evlatlarının isimlerinin unutulmadığını bilmesi, onların acısının yalnızca kendi acıları olmadığını anlaması çok önemli. Her zaman, geride kalanların taleplerine kulak vermek gerekir. Onların sözleri, talepleri çok kıymetlidir. Suruç Aileleri de bunu en iyi şekilde anlatmışlardı bize. "Evlatlarımızın isimlerini bir parka, bir kültür merkezine verin, günlük yaşamın içinde yaşasınlar," demişlerdi. Bu talep, onların kaybını onurlandırmak ve unutulmadıklarını hissettirmek için çok anlamlı bir adımdır. Evlatlarının, kaybettikleri sevdiklerinin isimlerinin bir yerlerde, bir şekilde yaşadığını görmek. Bu, bir onarılma, bir iyileşme sürecidir. Unutulmamak, yalnızca bir isim ya da anıt değil, bir insanın, bir ailenin yaşadığı acının ve mücadelenin tanınması, toplum tarafından kabul edilmesidir. Ve işte bu yüzden, bir anıt sadece bir taş parçası olmamalıdır. Bir isim, bir sokak, bir park ya da kültür merkezi, geride kalanların hatırlanması ve onurlandırılması için bir köprü olmalıdır. Yakın zamanda Tahir Elçi’nin öldüğü sokağa adının verilmesi çok önemli bir adımdı. Bu, belki de hepimizin artık o sokağa girerken, Tahir Elçi’yi hatırlayarak, onun katledilişinin ardındaki gerçeği sorgulayarak girmemizi sağlayacak. Bir anıt, bir isim, bir sokak, bir hatırlatma... Bunlar, sadece geçmişi hatırlamak değil, o geçmişi bir daha yaşanmaması için gün yüzüne çıkarmaktır. 

Ben bu sorumluluğun çok büyük olduğuna inanıyorum. O ismin verildiği yerin korunması, o anıtın hakkıyla yaşatılması gerekiyor. Bir anıtın bulunduğu yeri ziyaret eden insanların da o anıtın anlamını bilmesi, o anıtın gerektirdiği şekilde saygı göstermeleri önemli. Birinin hayatını kaybettiği o yere geldiğinizde, sadece fotoğraf çekmekle kalmamalısınız; orada bir sessizlik olmalı, bir saygı duruşu olmalı. İnsanların, orada bir insanın katledildiğini, bir trajedinin yaşandığını fark etmeleri gerekir. Bu hafızayı koruma çalışması, yeni bir anlatının oluşturulmasını da sağlayabilir. Toplumun geçmişte yaşadığı acılara dair ortak bir anlayış geliştirmek, sanat, edebiyat, müzik ve tiyatro gibi araçlar kullanılabilir. Toplumsal hafıza için müzeler ve bellek mekanları oluşturulabilir.

Sonuç olarak, onarıcı adaletin sadece yaraları sarmak değil, aynı zamanda toplumsal hafızayı yeniden yapılandırmak olduğuna dikkat çekmek isterim. Yani bu süreç, sadece geçmişle yüzleşmekle değil, aynı zamanda geleceği umutla inşa etmekle de ilgili. Bunu da en çok çocuklarla çalışarak sağlayabiliriz.

 

Hafıza Merkezi olarak yürütmekte olduğumuz "Adalet İyileştirir" projesiyle, 2000'li yıllarda Kürt meselesi bağlamında işlenen ağır insan hakları ihlallerinin özgün dinamiklerini anlamaya çalışıyoruz. Somut olarak odaklandığımız konu, 2000-2015 yılları arasında Kürt çocuklarına ve gençlerine yönelik yaşam hakkı ihlalleri. Amacımız, bu ihlallerin özellikle çocuklar ve gençler üzerinde yarattığı şiddet sarmalına karşı, onarıcı adalet temelli bir yaklaşım geliştirmek. Bu doğrultuda, onarıcı adalet yaklaşımına dair teorik ve uygulamalı farklı perspektifleri tartışmaya açmak için bir söyleşi serisi düzenliyoruz.

Serinin diğer söyleşileri için:

▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (1): Adaletsizliğin yapısal boyutları ve onarıcı diyalog
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (2): Kolombiya, Meksika ve geçiş dönemi adaletinin dönüşümü
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (3): Geçmişle yüzleşmek, daha adil toplumları inşa etmek
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (4): Adalet, hakikat ve hikaye anlatıcılığının gücü