Mahkeme: Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi
Esas No: 2015/64
Duruşma Tarihi: 28 Aralık 2016 (12. Duruşma)
İzleme Ekibi: Duru Yavan, Cihan Toprak, Gülşen Elçi, Hanife Kardelen Işık
Musa Anter ve JİTEM Ana Davası’nın 12. Duruşması Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde saat 10:30’da görüldü. Normalde duruşmanın başlangıç saati 10:00 olmasına rağmen, mübaşirin duruşma salonunun önünde bekleyenlere duruşmanın yarım saat sonra başlayacağını bildirmesi üzerine katılımcılar Adliye binasında yarım saat bekleyip duruşma salonuna geri döndüler.
İzleme ekibi saat 09:00 itibariyle adliye binasında hazır bulundu. Duruşma öncesi neler yapılacağına dair bilgiler paylaşıldı. Ardından 09:30 itibariyle duruşma salonu önünde hazır olundu. Hakikat Adalet ve Hafıza Merkezi ve Şırnak Barosu tarafından hazırlanan görev mektubu önce ekip üyelerince mahkeme salonunun kapısını açmaya gelen mübaşire verildi. Mübaşir duruşmanın izlenebileceğini söyledi ancak görev mektubunu gördüğü zaman mahkeme başkanına göstereceğini söyleyerek kendisiyle birlikte mahkeme başkanının yanına gelinmesini talep etti. Mübaşir odaya giderken başkanın “dava dosyasını okuduğunu, birkaç gündür dosyayla ilgilendiğini” belirtti.
Mübaşirin ekip üyelerini mahkeme başkanının odasına götürmesi sayesinde mahkeme başkanı görev mektubunun tamamını okuyabildi, gözlemciler de neden ve hangi sıfatla orada bulunduklarını açıklama şansı buldular. Mahkeme başkanı, “Burada gözlemlenecek bir şey yapmıyoruz, izleyebilirsiniz,” dedi. Bununla birlikte mahkeme başkanı, kendisine sunulan görev mektubunu dava dosyasına koymadı.
Bu anlamda yetkililere izlenildikleri hatırlatıldığında olumsuz bir tavırla karşılaşılmadı; ancak ilk elde tedirginlik olarak görülmese bile; mübaşirin tepkisinin bir “güven verme çabası”, mahkeme başkanının tepkisinin ise bir “normalleştirme telkini” olarak okunabileceği söylenebilir.
Duruşma başladığında 10-15 çevik polis memurunun salonda oturuyor olduğu gözlemlendi. Bunun yanı sıra duruşma başladıktan hemen sonra çevik polisle girdiği diyalogdan sivil polis olduğu anlaşılan bir kişi sivil toplum temsilcilerinin oturduğu sıranın hemen arkasına oturması için, yine çevik kuvvet polisi tarafından yönlendirildi. Bu durum duruşmanın ikinci yarısında da devam etti.
Önceki duruşmalara nazaran katılımın az olduğu, duruşmaya yalnızca az sayıda basın mensubu, çeşitli insan hakları örgütleri temsilcileri, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekilleri Mithat Sancar ve Filiz Kerestecioğlu ile Musa Anter’in oğlu Dicle Anter katıldı.
Sanık Savaş Gevrekçi ve Sanık Ali Ozansoy (Ahmet Turan Altaylı) duruşma salonunda hazır bulunurken tek tutuklu sanık Hamit Yıldırım, Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndan SEGBİS yöntemiyle duruşmaya katıldı.
Duruşma başlamadan önce, Sanık Savaş Gevrekçi bekleme salonuna girdiği anda doğrudan polislerin yanına yöneldi, aralarında bir yer bulup oturarak duruşma saatini bekledi. Avukatı gelene kadar “sakin” bir tavırla bekleyen Gevrekçi, avukatı geldikten sonra, avukatıyla konuşurken yer yer sesini yükselterek heyecanlı, zaman zaman da titreyerek konuştu.
Önceki duruşma davaya atanan mahkeme heyetinin, kısa süre geçmesine rağmen son derece kapsamlı olan dava dosyasını okudukları ve dosyaya görece hakim oldukları gözlemlendi. Mahkeme heyeti başkanının sıklıkla uzayan beyanlarda araya girerek vurguladığı “süre ekonomisi” sorunu dışında, gerek beyanların kayda geçirilmesi sırasında gerekse soru-cevaplara verilen süre konusunda özenli davrandığı gözlemlendi. Ayrıca özellikle mahkeme başkanının tarafların taleplerini dikkate alması, sanık ifadelerinin ve avukat beyanlarının duruşma tutanağına eksiksiz ve doğru bir şekilde geçirilmesi için özen göstermesi dikkat çekti. Mahkeme başkanı, yaklaşık yedi saat süren duruşma boyunca gelişmeleri dikkatlice takip etti, avukatların diledikleri soruları sormasına imkân verdi, ara kararları verirken avukatlara danıştı ve fikirlerini aldı. Mahkeme heyetinin bu alışılmadık tutumu, önceki duruşmalarda sürüncemede bırakılan birçok talebin daha şimdiden gerçekleştirilmesine ve hakikatin ortaya çıkması için önemli aşamalar kaydedilmesine yol açtı.
Yine, hem dava nakliyle hem de düzenli olarak gerçekleştirilen heyet değişiklikleriyle ilgili sorunlar, bu kez mahkeme heyeti tarafından dile getirildi. Bu nedenle heyet değişikliğinin mağdurlar kadar hakimleri de etkilediği gözlemlendi.
Her iki taraf avukatlarına dair gözlemi sanık Savaş Gevrekçi’nin avukatı avukat Hikmet İşler’in şu sözleriyle özetlemek mümkün: “(Katılan avukatlarından Av. Selim Okçuoğlu’u kastederek) Avukat Bey istiyor ki Türkiye’deki tüm faili meçhuller bu mahkemede yargılansın.”
Nitekim, sanık avukatlarının “sert mizaçlı ve yalnızca işini yapmaya gelmiş bir insan” olarak ilk izlenim yaratmasına ve vekilleri oldukları kişiler dışında yalnızca katılan avukatlarıyla iletişime geçmelerine karşılık; katılan avukatlarının çoğunluğunun görece daha genç olması (uzun yıllar süren faili meçhul davalarının adeta bir “okula” dönüşmüş olma ihtimalini ilk elde akla getirmektedir), daha önceden tanımadıkları sivil toplum kuruluşları adına orada olan insanlarla iletişim kurmaları olumlu bir izlenim yarattı.
Sanıkların, bir dönem bulundukları görevleri idari ve askeri düzeyde tanımış olan devlete ilişkin, devletin kendilerine inanmasına ve kendilerini onaylamasına dair hissiyatlarının, “mahkemede bulunma haline” yansıdığı gözlemlendi.
Öyle ki, sanık Ali Ozansoy ikinci oturuma gelmezken, sanık Savaş Gevrekçi’nin telaşlı duygu durumu ve devamlı olarak “bir yerin varlığını ispatlamaya” yönelik beyanları bunun bir uzantısı olarak okundu. Tutuklu sanık Hamit Yıldırım’ın ise kanuna itaati, devlet söylemine bağlılığına olan vurgusu, “zaten PKK’dan nefret ettiği”ni söyleme ihtiyacı duyması, yakınlarının “şehit” olduğunu ifade etmek zorunda hissetmesi de bunun bir başka göstergesi olarak değerlendirildi.
Av. Selim Okçuoğlu, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültürel Miras ve Turizm Daire Başkanı Nevin Soyukaya ile Yazar Abdulsamet (Samet) Aydın’ın, mahkemenin talimatı ile Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, dönemin Diyarbakır Jandarma İstihbarat Grup Komutanı Binbaşı Cahit Aydın’ın İstanbul Anadolu 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, astsubay Adnan Erdeve’nin Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ifade verdiğini hatırlatarak kendilerinin de mümkün olduğunca bu duruşmalara katıldığını ancak bu ifadelerin duruşma sırasında alınmasının davanın seyri açısından daha olumlu sonuçlar vereceğini belirtti. Gerekçe olarak da istinabe mahkemelerine kimi zaman iddianamenin dahi ulaşmadığını, tanıkları dinleyen hâkimlerin davaya konu olaylardan -oldukça geniş kapsamlı bir dava olduğu da dikkate alındığında- doğal olarak habersiz olduğunu, bu nedenle de kendilerinin diledikleri soruları tanıklara sorma imkanı bulamadıklarını ifade etti.
Yine Veli Küçük’ün ifadesinin alınması sırasında SEGBİS bağlantısının devamlı kesildiğini hatırlatan Av. Selim Okçuoğlu, SEGBİS yönteminin sağlıklı olmadığını, tekrar dinlenmesini talep ettiği tanıkların ve bundan sonra dinlenecek tanıkların mümkün olduğunca mahkeme huzurunda dinlenmesini talep etti.
Bunun üzerine mahkeme heyeti ara kararında, aslında daha önceden istinabe mahkemelerince dinlenmiş olan Nevin Soyukaya, Abdulsamet Aydın ve Cahit Aydın’ın bir sonraki duruşmada mahkeme huzurunda dinlenmesine karar verdi.
28 Aralık 2016 tarihli duruşmada, cezaevinden Rüstem Ay isimli bir şahsın Mahkeme’ye bir dilekçe gönderdiği anlaşıldı. Rüstem Ay dilekçesinde, Hamit Yıldırım’ı teşhis etmek istediğini söylemiş ve kendisinin “Mehmet Komiser” olarak bildiği kişinin “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım olduğunu ifade etmişti. Ay, ayrıca davaya konu olay tarihi ve sonrasındaki güncel olaylara dair açıklamalarda bulunmuştu.
Bunun üzerine Av. Selim Okçuoğlu, Rüstem Ay adlı şahsın duruşma öncesinde kendisini de aradığını, güncel yargılamalara ilişkin birçok beyanda bulunduğunu, son dönemde kamuya mal olan davalarda benzer açıklamaların sürekli yapıldığını, gerçeklik payı olmayabileceğini, ancak yine de mahkemenin Rüstem Ay’ı dinlemesini talep ettiklerini belirtti.
Av. Hikmet İşler ise, benzer davalarda her zaman bu şekilde birilerinin konu hakkında bilgilerini iddia ederek mahkemeyi oyaladığını ve bu nedenle bu dilekçeye itibar edilmemesi gerektiğini beyan etti. Av. Hikmet İşler dilekçede “akla hayale gelmedik iddialar” bulunduğunu dile getirirken “Cezaevindeki insan güncel bir olay hakkında neyi bilebilir, nasıl bilebilir?” diyerek tepki gösterdi.
Mahkeme heyeti, Rüstem Ay’ın dinlenmesinin, çok fazla tanık dinleneceği göz önünde bulundurulduğunda, bir sonraki duruşmanın ara kararında karar altına alınmasına karar verdi. Mahkeme heyetinin ara kararında neden Rüstem Ay’ın bir sonraki celse dinlenmesine karar verilmesini, “Zira önümüzdeki celseye davet olunan tanık sayısındaki çokluk ve duruşmanın tarafların aktif katılımıyla icra edilmekte oluşu ve sarf olunan sürenin gözetilmesiyle bu ara kararın oluşturulduğunun açıklanmasına” şeklinde gerekçelendirmesi dikkat çekti. Zira önceki mahkeme heyetleri gerekçe göstermeksizin ve çoğunlukla avukatların taleplerini reddetmekteydi.
Duruşma başladığında Ali Ozansoy’un sanık bölümünde, Savaş Gevrekçi’nin yanında oturduğu görüldü. Mahkeme heyeti ve avukatlar ilk önce Ali Ozansoy’un[1] kim olduğunu anlayamadı, nitekim ismini 1994 yılında itirafçı olarak çalışmaya başladıktan sonra Ahmet Turan Altaylı olarak değiştirmişti. Kim olduğu tespit edildiğinde ise Ozansoy’un ifade alımına başlandı.
Yaklaşık üç saat süren ifadesinde özetle, Musa Anter’in öldürülmesi ve Orhan Miroğlu’nun yaralanmasına ilişkin hiçbir bilgisi olmadığını, daha önce 2013 yılında bu konuya ilişkin olarak savcılıkta iki kere ifade verdiğini belirten Ozansoy, JİTEM’in faaliyetlerine ilişkin sorulara verdiği yanıtlarda, bütün bunları “gazetelerden okuduğunu”, “basılı eserlerden öğrendiğini” “verdiği röportajlardan duyduğunu” vurguladı. Bütün bu görsel ve yazılı basında çıkan haberlerde ve itirafçıların açıklamalarında kendi adının da geçtiği hatırlatılınca; bunların kendi ifadesiyle bir “linç kampanyası”na dönüştüğünü söyledi.
Ahmet Cem Ersever’in yönetiminde JİTEM örgütünde çalıştığını reddeden Ozansoy, kendisinin o dönemde yalnızca Jandarma OHAL Komutanlığı kampüsünde 1991 yılına kadar asker olarak, 1992 yılından itibaren ise sivil memur olarak çalıştığını söyledi. Görevi gereğince, örgüte ilişkin ele geçirilen belgeleri incelediğini, masa başında çalıştığını, zaman zaman da askeri operasyonlarda bölgeyi bildiği için askerlere rehberlik yaptığını ifade etti. Bu dönemde bağlı olduğu birimin komutanının Orhan Davut Günaydın olduğunu, Diyarbakır Jandarma İstihbarat Grup Komutanı Cahit Aydın ile ise yalnızca kampüste birkaç kez sohbet ettiğini söyledi. Ozansoy, Abdülkadir Aygan’ı tanıdığını, Aygan’ın da kendisi gibi itirafçı olduktan sonra asker olarak çalışmaya başlayıp sivil memur olarak göreve devam ettiğini, ancak hiçbir zaman beraber çalışmadıklarını dile getirdi. Bunun üzerine Av. Selim Okçuoğlu aralarında Abdülkadir Aygan’ın ve Ali Ozansoy’un bulunduğu itirafçıların o dönemde çektirmiş olduğu samimi bir fotoğrafı mahkeme heyetine gösterdi. Bunun üzerine Ozansoy, ara ara itirafçıların beraber fotoğraf çektirdiğini söyledi.
Müşteki avukatları çapraz sorgu sırasında özellikle Ozansoy’un 2013 yılında savcı Osman Coşkun tarafından alınan ifadesi ile şimdiki ifadeleri arasındaki çelişkilere dikkat çekti, sorularını genellikle 2013’te verilen ifadeye atıf yaparak sordu. Bu duruma bir noktadan sonra sanık avukatlarının tepki gösterdiği görüldü.
Ali Ozansoy’a, 2013 yılındaki ifadesinde “JİTEM” kelimesini kullandığı hatırlatıldığında, Ozansoy aslında “Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı” dediğini ancak bu ifadesinin tutanağa “JİTEM” şeklinde geçtiğini dile getirdi. Sorular üzerine “Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı”nın sadece istihbarat topladığını bildiğini, JİTEM’e ilişkin diğer haberleri gazetelerden okuduğunu dile getirdi. Duruşmanın ilerleyen saatlerinde söz alan Orhan Miroğlu’nun avukatı Serhat Menzilcioğlu ise, eğer rahat bir ortamda ifadesi alındıysa, savcı tutanağa “JİTEM” yazdığında Ozansoy’un neden itiraz etmediğini sordu. Ozansoy ise JİTEM kelimesinin kullanıldığını gördüğünü ama müdahale etmediğini söyledi.
Yine Ali Ozansoy’a 2013 yılındaki savcılık ifadesinde, açıkça Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ı tanıdığını ve hatta Vedat Aydın cinayetinin yöntem olarak Yeşil’in işlerine benzediğini söylediği hatırlatıldığında, Ozansoy söz konusu ifadeyi bir sohbet ortamında verdiğini, kendisine sorulan sorular üzerine benzer bir cevap vermiş olabileceğini, ancak savcının tutanağa bu şekilde geçirmiş olduğunu belirtti.
Ozansoy, kendisine yöneltilen sorular üzerine itirafçı Mustafa Deniz’i tanıdığını, kendisini Musa Anter’in öldürülmesi olayından önce Jandarma OHAL Komutanlığı kampüsünde gördüğünü hatırladığını söyledi. Hogir kod adlı Cemil Işık’ı ise tanımadığını ancak adının hep yasadışı bir örgütte üst düzey bir kimse olarak geçtiğini ve Işık’ın “gaddarca katliamlara imza attığını, köylüleri katlettiğini” duyduğunu belirtti.
Müşteki avukatlarından Sidar Avşar, Abdülkadir Aygan’ın ifadesinde, Ali Ozansoy’un Irak’tan getirdiği bombayı, Aytekin Özel ile beraber Mustafa Özer’in aracına yerleştirdiğini söylediğini hatırlattı ve bu eyleme iştirak edip etmediğini sordu. Ozansoy’un cevap vermesine fırsat vermeden söz alarak itirazını dile getiren Savaş Gevrekçi’nin avukatı Hikmet İşler ise, bu soruların dosya ile ilgisi olmadığını, bu dosyada Aytekin Özel’in yargılanmadığını, bu sorunun sorulmasının doğru olmadığını sert bir biçimde beyan etti. Av. Sidar Avşar ise Mustafa Özer’in Jitem Ana Davası mağdurlarından olduğunu hatırlattı. Bu davanın sadece Musa Anter cinayetinden ibaret olmadığının altını çizen Avşar, Jitem Ana Davası çerçevesinde de sorular sorabileceklerini belirtti.
Hem sanık avukatlarından gelen “ilgisiz dava ve soruşturma dosyalarıyla ilgili sorular sorulduğu tepkisi” hem de mağdur avukatlarından Sidar Avşar’ın celseler sırasında bir davaya diğerinden daha çok ağırlık verildiği eleştirisi neticesinde, her iki dava arasında hem hukuki hem de fiili bağlantı olması dolayısıyla birleştirilmesinin “olumsuz sonuçlara” yol açabildiği gözlemlendi.
Genel olarak, ifadesi boyunca Ozansoy’un kendisine sorulan sorulara önce bilgisi dâhilinde cevap verdiği; ardından devam niteliğinde sorular geldiğinde, söz konusu hususlarla ilgili kişisel bir bilgisi olmadığını, bütün bunları gazetelerden ve Aygan’ın röportajlarından okuduğunu ifade ettiği gözlemlendi. Ayrıca, araya giren, sanık avukatının “soruların dosyayla ilgisiz olduğu” vurgusuna kadar sanığın sorulara bir şekilde yanıt verdiği ancak o noktadan itibaren avukatın söylediklerini tekrarladığı gözlemlendi.
Müşteki avukatları Ozansoy’un 2013 yılındaki ifadesine ilişkin sorular yöneltirken araya giren Mahkeme savcısının “2013 yılında ifade vermeden önce FETÖ mensubu emniyet memurları tarafından yönlendirildiniz mi?” sorusuyla Ali Ozansoy’un ifadesi FETÖ tartışmalarıyla devam etmeye başladı. Ali Ozansoy bu soruya “Hayır, polislerle bir görüşmem olmadı” diye cevap verdi ancak bu ifade tutanağa geçirilemeden Sanık Savaş Gevrekçi’nin avukatı Hikmet İşler söz aldı. İşler, adı geçen savcı Osman Coşkun’un zaten FETÖ soruşturması kapsamında firari şüphelilerden olduğunu, son yıllarda TSK’nın itibarını zedelemek için birçok askeri görevliye dava açılmasını sağladığını, hatta bir müvekkilinin bu şekilde ölümüne sebep olduğunu, bu nedenle Ali Ozansoy’un 2013’te alınan ifadesinin “yok hükmünde” kabul edilmesi gerektiğini, Ozansoy’un ifadelerinin yönlendirme ile oluşturulduğunun çok açık olduğunu söyledi. Bunun üzerine Ali Ozansoy’un ifadesinin tutanağa geçmesini isteyen Av. Selim Okçuoğlu, Ozansoy’un polislerle görüşmediğine ilişkin ifadesinin tutanağa geçirilmesi gerektiğini söyledi.
Ancak Jandarma İstibarat Komutanlığı ile JİTEM ilişkisi hakkında Ali Ozansoy’a ısrarla sorulan sorular sırasında, iddia makamının FETÖ bağlantısına ilişkin sorusu ve bu sorunun zamanlaması oldukça sorunlu gözüktü. Nitekim, Ali Ozansoy’un “rahat bir ortamda” verdiğini söylediği ifadeyi, sorulan sorular karşısında arka arkaya düzelttiği bir sırada iddia makamı aniden araya girdi. Savcının sorusunun ardından sanık Ali Ozansoy’un o ana değin “ifade düzeltme” şeklinde olan “söylemiş, yapmış, kastetmiş olabilirim” minvaline varan beyanlarının seyrinin “net cümlelerle” yer değiştirmesi ve “yönlendirme olmuş olabileceği hissiyatına” varması dikkat çekti. FETÖ iddiasının ortaya atılmasından itibaren Ali Ozansoy’un sorular spesifikleştikçe sesinin titremeye, ellerini konuşurken daha fazla hareket ettirmeye başladığı gözlemlendi.
Okçuoğlu, bu tartışmaların sonunda, JİTEM’in varlığına ilişkin bir şüphe olmadığını, JİTEM’in varlığını doğrulayan resmi belgelerin zaten dosyada olduğunu, bu durumun JİTEM soruşturmasını kimin açtığından bağımsız olduğunu, ifadeyi alan savcının FETÖ üyesi olduğu iddiasının tartışılmasının bir önemi olmadığını ifade etti.
FETÖ bağlantısı iddiası Hamit Yıldırım’ın avukatı Kaya Yelek’in beyanlarında da yer aldı. Hamit Yıldırım’ın FETÖ tartışmaları başladıktan sonra, daha önce hiç dile getirmediği, “FETÖ imamı olarak bilinen Davut Karataş’ın kendisinden arsa istediği, bu isteği karşılayamadığı için kendisine kumpas kurulduğu” iddiasını dile getirmesi hayretle karşılandı.
Son olarak, FETÖ bağlantısı iddialarıyla ilgili olarak, Abdülkadir Aygan’ın röportajlarının yayınlandığı habervaktim.com adlı internet sitesinin sahibinin FETÖ ile bağlantısı dolayısıyla tutuklu olduğuna dikkat çekildi.
Gerek Ali Ozansoy’un gerekse Savaş Gevrekçi’nin, JİTEM’le herhangi bir bağlarının bulunmadığını kampüs içinde yer alan binaların yerlerinin tarifiyle ispatlamaya çalıktıkları gözlemlendi. Özetle, Ali Ozansoy’un anlatımından kampüs içinde dava dosyasında adı geçen kişilerin ve itirafçıların “bir şekilde” birbirlerini görmüş oldukları, hatta aynı fotoğraf içinde yer aldıkları ortaya çıkarken, konu duruşmada yer alan iki sanığın farklı düzeylerde birbirlerini tanıdıklarını söylemeleri ile yerleşke içindeki binaların yerleri ve hangi binanın nerede olduğu konusunda düğümlendi. Ali Ozansoy sanık Savaş Gevrekçi’yi tanımasa da kampüs içinde gördüğünü söyledi.
Savaş Gevrekçi’nin avukatı Hikmet İşler Ali Ozansoy’a, Jandarma OHAL Komutanlığı kampüsü içerisinde Diyarbakır OHAL Valiliği, Jandarma Asayiş Komutanlığı ve Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün ne şekilde yerleştiğini, aralarında bir bağlantı olup olmadığını sordu. Ozansoy, bu birimlerin aynı kampüste bulunduğunu ancak aralarında bir bağlantı olup olmadığını bilmediğini belirtti. Savaş Gevrekçi’nin benzer yöndeki sorusu üzerine ise Ozansoy, Gevrekçi’nin görev yaptığı yerin Jandarma Alay Komutanlığı olduğunu ve bu yapının Jandarma OHAL Valiliği kampüsü içerisinde bulunmadığını söyledi.
Sanık Savaş Gevrekçi beyanında da Ali Ozansoy’a “Ali Hoca” olarak hitap edeceğini, itirafçılar arasında teşkilatının en çok itibar ettiği kişinin o olduğunu söylemesi dikkat çekti. Savaş Gevrekçi, Ali Ozansoy’a sorularını yöneltirken yine yerleşke içindeki binaların konumunu, neyin nerede olduğunu sorarken “telaş içinde” gözüktü. Sorularının ardından doğrulanmasını istercesine sıklıkla “Değil mi?” diye sordu ve cevap alamadıkça sinirlendi, yer yer bağırdı, sözünün kesilmesine, avukatının araya girmesine dahi izin vermeden “yerleşke krokisini” ispatlamaya çalıştı. Durumun farkında olan avukatı Hikmet İşler, müvekkilinin rahatsızlığı sebebiyle bu şekilde yoğun tepki gösterdiğini ve çabuk sinirlendiğini söyledi. Sık sık “Savaş ağabey” diye seslenerek müvekkilini sakinleştirmeye çalıştı.
Bir kurumun (JİTEM) varlığı ya da yokluğu sorununun, verilen ifadelerde “JİTEM” adı geçmesine, bahsedilen diğer kurumlarla benzer işlerin yapıldığının “bilinmesine”, o kurum adına çalışmış olabileceği iddia edilen kişilerin birbirlerinden bir şekilde haberdar olmalarına rağmen yine onlar tarafından dava konusunun neredeyse bir “yer-yön tarifi” meselesine indirgenmesinin davanın seyrini etkilediği gözlemlendi.
Nitekim, Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı ve JİTEM ilişkisinin hem katılan hem sanık avukatları tarafından çözülmeye ya da ortaya çıkarılmaya çalışıldığı bir davada, katılan avukatların ilişkiselliğe, sanık avukatlarının da nedenselliğe odaklanmasının, kurumun varlığı, işlevi ya da yapmış olabilecekleri konusundaki düğümü çözemediği gözlemlendi. Bu tartışmanın “yine yer meselesi” bağlamında önümüzdeki duruşmalarda da devam edeceği konusunda bir öngörüde bulunmanın mümkün olduğu düşünüldü.
Ancak katılan avukatlarının “ilişkiselliğe” odaklanarak kişi ağlarını çözmeye çalışmalarının, belli bir aşamadan sonra sorular ve hatırlatmalarla sanıkların “çözülmesi beklentisine” dönüştüğü gözlemlendi.
O nedenle, bu zamana kadar uygulanan prosedür ve protokollerin işe yarar kanıtlara dönüştürülmesi hususunun, mahkeme heyeti tarafından bir FETÖ bağlantısı sorunuyla ele alındığı ve bu sorunun sanık avukatları tarafından da vurgulandığı dikkate alındığında, “nedenselliğin” sonraki duruşmalarda da FETÖ iddiaları üzerinden kurulabileceği düşünüldü. Nitekim, Av. Selim Okçuoğlu da beşinci duruşmanın ikinci yarısında bu olasılığı öngörerek, soruşturmada elde edilen “gerçeklerin” ve delillerin yalnızca FETÖ soruşturmasında adı geçen Cumhuriyet savcısına mal edilemeyeceğini belitti.
Ali Ozansoy duruşmaya ara verildikten sonra salona geri dönmedi ve bu konuda hiçbir açıklamada bulunmadı.
Abdülkadir Aygan, 2004’te “İtirafçı Bir JİTEM’ci Anlattı” adlı kitabında Anter cinayetiyle ilgili bir çok isimle beraber “Şırnaklı Hamit”in adını vermişti. Abdülkadir Aygan, yıllar sonra 1991’deki haliyle fotoğrafını gördüğü Şırnaklı Hamit’i kesin olarak teşhis etmiş, Orhan Miroğlu da Hamit Yıldırım’ın, Gülden Aydın tarafından temin edilen 20 yıl öncekini fotoğrafını tanıdık bulduğunu, zihninde kalan suretin bu fotoğrafa çok yakın olduğunu ifade etmişti. Bunun üzerine 2 Temmuz 2012 tarihinde Hamit Yıldırım tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Hamit Yıldırım hala davanın tek tutuklu sanığıdır.
28 Aralık 2016 tarihli duruşmaya SEGBİS’le bağlanan sanık Hamit Yıldırım’ın, tek düğmeyle önü zorla tutturulmuş ceketini duruşma süresi boyunca çekiştirdiği gözlemlendi. Yıldırım’ın mahkeme heyetine saygı gösterdiğini belli etmek istercesine ceketini zorla ilikli tuttuğu ve mahkeme başkanı ile konuşurken sürekli “Başkanım” diye hitap ettiği görüldü.
Önceki duruşmalarda, Abdülkadir Aygan’ın “Habervaktim” adlı internet sitesine verdiği röportaj ile Sabah Gazetesi’ne verdiği röportaj arasında çelişkili beyanlar bulunduğundan dolayı Sabah Gazetesi’ne verdiği röportajın CD kaydının izlenmesi talebinin daha sonra değerlendirilmesine karar verilmişti.
Av. Selim Okçuoğlu, 26 Eylül 2016 tarihli bir önceki duruşmada, heyet değişikliğini de dikkate alarak, Abdülkadir Aygan’ın ifade alımının zaman alacağı gerekçesiyle, kendisiyle yapılan röportajın duruşma sırasında izlenmesini tekrar talep etmişti. Mahkeme heyeti, ilgili röportaja ilişkin CD’nin bir sonraki duruşmada, duruşmaya iştirak edenlerle birlikte izlenerek kayıt altına alınmasına karar vermişti.
28 Aralık 2016 tarihli duruşmada Aygan’ın JİTEM’e ve faaliyetlerine ilişkin açıklamalarda bulunduğu yaklaşık bir buçuk saatlik video izlendi.
Video yalnızca avukatların ve mahkeme heyetinin önünde bulunan ekranlardan gösterildi, bu nedenle izleyiciler videoyu görüntülü olarak izleyemedi, yalnızca seslerini dinleyebildi.
Ayrıca, video sırasında hâkimlerin ve savcının aralıklarla uyuduğu gözlemlendi. Gerçeklere dair tarihi kayıt ve yasal bulgular arasında doğrusal bir bağ kurmanın son derece zor ve sorunlu olduğu bir davada, her bir ayrıntının titizlikle değerlendirilmesi beklentisi vardır. Mahkeme heyeti söylenenlerin kayıt altına alınması, eşit düzeyde soru sorulmasına izin verilmesi gibi hususlarda son derece dikkatli ve özenli davranmış olsa da hakimin kendisinin de sıklıkla söylediği “süre ekonomisi” sorunu “uyur vaziyette” gözüken bir mahkeme heyetiyle birlikte değerlendirildiğinde, mahkeme heyeti ve savcının bu konuda kötü bir izlenim yarattığı söylenebilir.
Video izlendikten sonra Av. Selim Okçuoğlu söz alarak izlenen videonun bahsettikleri video olmadığını, talep ettikleri videonun Sabah Gazetesi’nde çalışan gazeteciler Ferhat Ünlü ve Abdurrahim Şimşek’in İsveç’e giderek yaptığı röportaja ait ve içerisinde sanık Abdülkadir Aygan’ın Hamit Yıldırım’ı teşhis ettiğine dair görsellerin bulunduğu kayıt olduğunu dile getirdi. Bu kaydın dosya kapsamında delil niteliği taşıdığını ve mahkeme huzurunda izlenmesi gerektiğini; ayrıca Ferhat Ünlü ve Abdurrahim Şimşek’in de mahkemede tanık olarak dinlenmesini talep ettiklerini iletti.
İzlenen CD kaydının daha önceki celsede izlenmesi kararlaştırılan kayıt olmadığının avukatlar tarafından dile getirilmesinin, mahkeme başkanının sıklıkla dile getirdiği “süre ekonomisi” meselesiyle bağdaşmadığı gözlemledi. Bu durum ön-araştırma konusunda da sorunlar olduğuna işaret etti.
24 Nisan 2016 tarihinde gerçekleşen duruşmada Orhan Miroğlu, ayrıca 2009 yılında Ömer Özüyılmaz’ın kendisine Ergenekon soruşturması kapsamında o dönemde görevli olan “Hamit” isimli korucuları araştırdıklarını söylediğini ifade etmişti. Katılan avukatları önceki duruşmalarda Ömer Özüyılmaz’ın tanık olarak dinlenmesini talep etmişti. 26 Eylül 2016 tarihli duruşmada, Av. Selim Okçuoğlu davaya atanan yeni mahkeme heyetine durumu hatırlatmış, Mahkeme başkanı Ömer Özüyılmaz’ın çalıştığı kurumla ilişiğinin kesildiğine dair mahkemeye gönderilen yazı hakkında bilgi vermişti. Mahkeme heyeti ara kararında Ömer Özüyılmaz’ın adresinin tespit edilerek tanık olarak dinlenmesi için gerekli işlemlerin yapılacağını bildirmişti.
28 Aralık 2016 tarihli duruşmada ise müşteki avukatları Ömer Özüyılmaz’ın Silivri Cezaevi’nde bulunduğuna dair duyumlar aldıklarını, bu durumun araştırılmasını talep ettiklerini, nitekim kendisinin önemli bir tanık olacağını düşündüklerini ifade ettiler. Bunun üzerine mahkeme heyeti Ömer Özüyılmnaz’ın halen yaşadığı adresin tespiti ve cezaevinde olup olmadığının araştırılması hususunda yazı yazılmasına, UYAP’tan gerekli araştırmanın yapılmasına, tanığın cezaevinde olması durumunda duruşma günü SEGBİS yoluyla hazır edilmesi için işlem yapılmasına karar verdi.
Eski bir itirafçı olan Abdülkadir Aygan’ın Musa Anter cinayeti dâhil pek çok faili meçhul cinayete ve JİTEM’in yapısına ilişkin itirafları, Musa Anter ve JİTEM ana davası açısından büyük önem taşımaktaydı. Ancak Abdülkadir Aygan, İsveç’te siyasi mülteci olarak yaşadığı için, dava açıldığından beri ifadesi alınamamış; yalnızca yazdığı kitaplar ve verdiği röportajlar dava dosyasına girebilmişti.
Katılan vekilleri ilk duruşmalarda Abdülkadir Aygan’ın naip hakim tayin edilerek dinlenmesini talep etmişlerdi. Ancak mahkeme heyeti, Abdülkadir Aygan’ın duruşmada hazır bulunmasını ve SEGBİS ile savunmasının alınması gerektiğini belirterek naip hakim talebini reddetmişti.
Bunun üzerine, Aygan’ın savunmasının alınması için tercüme ve gerekli tüm diğer işlemler yapılarak T.C. Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne müracaat edilmesine karar verilmişti. Ancak gerekli evraklar, mahkeme tarafından SEGBİS yönetmeliğine ve uluslararası istinabe usulüne uygun olarak hazırlanamamış ve tercümesi yapılmadan gönderilen dosyalar mahkemeye birkaç defa iade edilmişti.
Nihayet gerekli işlemler usulüne uygun bir şekilde gerçekleştirilip başvuru yapıldığında ise, uzun bir süre başvuruya cevap gelmesi beklenmişti. 21 Aralık 2015 tarihli duruşmada, İsveç Yasaları uyarınca Abdülkadir Aygan’ın SEGBİS yoluyla ifadesinin alınabilmesi için, başvuruda sanığın bu yöndeki rızasının bulunması gerektiği tespit edilmişti. Bunun üzerine mahkeme başkanı, İsveç makamlarından, Aygan’ın SEGBİS yöntemiyle savunmasının alınmasına ilişkin rızasının bulunup bulunmadığının kendisine sorulmasını ve eğer rızası varsa SEGBİS sistemiyle savunmasının alınmasını talep ederek Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne 27 Kasım 2015 tarihinde müzekkere yazdığını ancak hala cevap gelmediğini belirtmişti.
26 Eylül 2016 duruşmada, sanık Abdülkadir Aygan hakkında T.C. Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün yabancı dildeki istinabe evrakının gönderildiği mahkeme tarafından açıklandı. Sanık Abdülkadir Aygan SEGBİS yöntemiyle ifadesinin alınmasına rıza göstermediği için, bu aşamadan sonra Aygan’ın, mahkeme heyetinin ve Cumhuriyet Savcısı’nın katılımıyla adli yardım talep olunan İsveç Devleti’nde ifadesinin alınması için gerekli işlemlerin yapılmasına, ayrıca ifade alımı sırasında hazır bulunmak isteyen tarafların da taleplerinin değerlendirilmesi için Adalet Bakanlığı’na yazı yazılmasına karar verilmişti. Gelecek cevaba göre dava avukatları da Abdülkadir Aygan’ın ifade alımı sırasında hazır bulunabilecekti.
28 Aralık 2016 tarihli duruşmada ise, T.C. Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün kendilerine gönderilen uluslararası istinabeye ilişkin yazıya henüz cevap vermediği görüldü. Ayrıca Abdülkadir Aygan’ın İsveç’te ifadesinin alınmasının dosya açısından çok önemli olduğunun altını çizen Av. Selim Okçuoğlu, T.C. Adalet Bakanlığı’na yazılan yazının cevabı beklenmeden tekidini talep etti.
Mahkeme heyeti ise ara kararında, T.C. Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne yazılan yazıya cevabın, yurtdışı yazışmasına ilişkin makul süre de dikkate alınarak beklenmesine karar verdi.
Mahkeme, tutuklu sanık Hamit Yıldırım’ın tutukluluğunun devamına ve SEGBİS yoluyla duruşmalara katılmasına, “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’ın defteri olarak anılan belgenin kapatılan Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 1998/27 esas sayılı dosyasının devrinin yapıldığı mahkemeden araştırılarak ilgili dava dosyası kapsamında delil olarak incelenmesi için temini hususunda yazı yazılmasına, bu işlemin yazı işleri müdürü tarafından takibinin sürdürülmesine karar verdi.
Mahkeme heyeti, daha önceden istinabe mahkemelerince dinlenmiş olan Nevin Soyukaya, Abdulsamet (Samet) Aydın ve Cahit Aydın’ın bir sonraki duruşmada mahkeme huzurunda dinlenmesine karar verdi.
Mahkeme heyeti, ayrıca bir sonraki duruşmada, Av. Selim Okçuoğlu’nun ifadelerinde adı geçen Serdar Ekingen, Hürriyet Gazetesi çalışanı Gülden Aydın, Ömer Özüyılmaz, Musa Anter’in öldürüldüğü tarihte Diyarbakır Belediye Başkanı olarak görev yapan Turgut Atalay, dönemin Özgür Gündem Gazetesi editörü Muhsin Kızılkaya, Nevin Soyukaya’nın ifadesinde adı geçen ve Musa Anter’in yanında görevlendirilen Mahmut ve Aziz’in (kimlik bilgileri tespit edilerek) tanık olarak dinlenilmesine karar verdi.
Mahkeme, cezaevinden dilekçe gönderen Rüstem Ay, Orhan Miroğlu’nun ifadesinde adı geçen Arif Bekiroğlu, İhsan Aydın, Mehmet Şükrü Gülmüş, Nuri Sınır, Abidin Atan, Ahmet Türk’ün dinlenmeleri hususunun icra edilebilir duruşma süresi dikkate alınarak bir sonraki duruşma sonrasında ara karar altına alınmasına karar verdi.
Bir sonraki duruşma 14 Mart 2017 tarihinde, saat 09.45’te görülecek.
1999 yılında düzenlenen iddianamelerle 11 sanığın ve 2005 tarihli iddianameyle yargılanan 5 sanığın yargılandığı JİTEM örgütüne ilişkin davalar 2010 yılında birleştirilmiş ve dava “JİTEM Ana Davası” olarak anılmaya başlanmıştı. Bu sırada gazeteci yazar Musa Anter’in 20 Eylül 1992’de öldürülmesiyle ilgili 1992 yılında açılan soruşturma kapsamında, eski JİTEM tetikçisi Abdülkadir Aygan’ın fail olarak işaret ettiği Hamit Yıldırım 29 Haziran 2012’de gözaltına alınmıştı. Hamit Yıldırım’ın 2 Temmuz 2012’de tutuklanmasıyla dava zamanaşımından kurtulmuş ve soruşturma sonucu hazırlanan 25 Haziran 2013 tarihli iddianame 5 Temmuz 2013’te Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmişti. Musa Anter Davası 23 Aralık 2014 tarihinde JİTEM Ana Davası ile birleştirilmiş ve 16 Ocak 2015 tarihinde ‘güvenlik’ gerekçesiyle Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nden Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ne nakledilmişti. Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi, birleştirme kararına itiraz etmiş ancak, itirazı değerlendiren Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 29 Ocak 2016 tarihli kararıyla iki davanın birleşmesi kesinleşmişti.
Birleştirilen iki dava Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam ediyor. Söz konusu davanın duruşmaları sırasıyla, 23.03.2015, 14.05.2015, 25.06.2015, 17.09.2015, 09.11.2015, 21.12.2015, 14.03.2016, 25.04.2016, 20.06.2016, 26.09.2016 tarihlerinde gerçekleşmişti.
[1] Abdülkadir Aygan, 2004’te “İtirafçı Bir JİTEM’ci Anlattı” adlı kitabında Anter cinayetiyle ilgili Binbaşı Ahmet Cem Ersever, “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım, Mustafa Deniz, “Hogir” kod adlı Cemil Işık, Suriye İstihbarat Örgütü El Muhaberat’ın eski elemanı Neval Boz, JİTEM Telsiz Kumanda Merkezi’nde görevli Ali Ozansoy, JİTEM Tim Komutanı Savaş Gevrekçi ve “Şırnaklı Hamit”in adını vermişti.
* Bu rapor, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu ve Açık Toplum Vakfı tarafından desteklenen “Genç İnsan Hakları Savunucularının Cezasızlıkla Mücadele için Güçlendirilmesi” projesi kapsamında yargısal uygulamanın izlenmesi amacıyla Hakikat Adalet ve Hafıza Çalışmaları Derneği ve Şırnak Barosu’nun ortak yürüttüğü Dava İzleme çalışması kapsamında hazırlanmıştır.