Aradıkları çocuklar, babalar, yeğenler, kardeşler, ablalar halen “kayıp.” Failleri bırakın yargı önüne çıkmayı, ödüllendirilerek yollarına devam ettiler. Bazıları halen görevde, bazıları bir sahil kasabasında emekliliğini yaşıyor, bazıları devlet töreniyle gömüldü. Cumartesi İnsanları, bir gün evden çıkarken uğurladıkları ya da gözlerinin önünde sürüklenerek götürülen yakınlarını, hatta yakınlarının kemiklerini arıyor. Bazıları 33 yıldır, bazıları 18 yıldır.
12 Eylül 1980’den bu yana 1353 kişi zorla kaybedildi. Hafıza Merkezi’nin tespit edebildiği bu rakam, gerçeğin küçük bir kısmı. Kayıplar, Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı, Tansu Çiller’in Başbakan, Doğan Güreş ve sonrasında İsmail Hakkı Karadayı’nın Genelkurmay Başkanı olduğu 93-95 yılları arasında, OHAL bölgesi ve İstanbul’da yoğunlaşıyor.
Cinayetlerin sorumluları arasında itirafçılar, köy korucuları ve her rütbeden asker/polis var. Ama kayıpların esas sorumluları, tetiği çekenlerden çok, dönemin ve şimdiki dönemin siyasetçileri. Yani cinayetlere karar verenler ve hâlâ katilleri koruyanlar. Cumartesi İnsanları’nın 500 haftadır yargılanmasını istediği isimler.
Zorla kaybedilen kişilere ait soruşturmaların yüzde 69’u iç hukukta sürüncemede bırakıldı, yüzde 7’si takipsizlik, yüzde 4’ü zamanaşımı kararıyla kapatıldı. Ulaşılan 253 kişinin dosyalarından yalnızca yüzde 17’sinde soruşturma tamamlanarak dava açıldı. Bu davalar sonucu çıkan mahkûmiyet kararı: Yüzde 1.* İçlerinde hiç siyasi yok.
Bir de son birkaç yılda açılan, manşetlere pek de yansımayan, az sayıda ailenin ve avukatın takip ettiği davalar var.
Bu davalardan biri “Musa Çitil” davası diye bilinen, Mardin’in Derik ilçesinde 1993-94 yılları arasında faili meçhul cinayete kurban giden 13 köylüyle ilgili dönemin Derik Jandarma Komutanı Tuğgeneral Musa Çitil’e açılan dava. Normal olarak suçun işlendiği yerde, Mardin’de açılan dava, “güvenlik gerekçesiyle” Çorum’a nakledildi.
Çitil şu savunmayı yaptı mahkemede: “Yasaların bize verdiği yetki çerçevesinde, insan haklarına saygılı şekilde görev yaptık. Kanun ve konuların dışındaki hiçbir eylem ve fiili çalışmanın içerisinde olmadık.”
Başka bir dava, Yüksekova’da çoban Nezir Tekçi’nin öldürülmesiyle ilgili. Tekçi Gelibolu Piyade Tugayı’na bağlı askerlerce 26 Nisan 1995’te gözaltına alındı, kendisinden bir daha haber alınamadı. Yıllar sonra açılan davanın sanıkları emekli Albay Ali Osman Akın ile Yarbay Kemal Alkan. Bu dava da aynı gerekçeyle artık Eskişehir’de görülüyor.
Şırnak’ın Silopi ilçesine bağlı Görümlü (Bespin) beldesinde 14 Haziran 1993’te altı köylünün askerlerce gözaltına alındıktan sonra öldürülmesiyle ilgili de dönemin Şırnak 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanı emekli Tuğgeneral Mete Sayar’ın da aralarında bulunduğu subaylara da dava açıldı. Sanıkların hiçbiri tutuklanmadı, bu dava da güvenlik gerekçesiyle Ankara’ya taşındı. Davaların akıbeti umut verici görünmüyor.
Yargılananların savunması birbirinin aynı: “Ben görevimi yaptım.” Peki bu görevleri kim verdi?
Bir gün eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, eski Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman, eski Emniyet Genel Müdürü, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, eski Başbakan Mesut Yılmaz, eski İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, eski Başbakan-Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, eski Başbakan Tansu Çiller, eski Emniyet Genel Müdürü, OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan da işledikleri bu suçlar nedeniyle mahkeme önüne çıkacak mı? Yoksa onlar da Teoman Koman ya da Doğan Güreş gibi “kahraman” olarak mı uğurlanacak?
501. haftada görüşürüz.