Siz muhtemelen Seyhan Doğan’ı tanımadınız. Tanıyan az kişi dışında artık onu kimsenin tanıma şansı yok. Bölge’deki birçok insan gibi doğum tarihi 01.01… Yani tarih belli olmadığı için nüfus memurunun biçtiği tarih. Yılı doğruysa 1981. Yani Türkiye’nin en karanlık askeri darbe dönemlerinden birinde doğmuş. Ramazan’dan olma Asiye’den doğma. Nüfus kaydında 1992 yılında öldüğü yazılı. Ama yalan. Seyhan Doğan 1992 yılında da, 1993 yılında da 1994’te de capcanlı Mardin Dargeçit’te ailesi ile yaşıyor. Taa ki 1995 yılına kadar.
1995 yılının 29 Ekim günü sabaha doğru üç sularında Doğan ailesinin evini panzerlerle aralarında asker, özel harekat timleri, korucu ve sivil giyimli insanların olduğu 60-70 kişilik bir ekip bastı, 13 yaşındaki Seyhan Doğan’ı apar topar kelepçeleyerek gözaltına aldı.
1995 yılının 29 Ekim günü sabaha doğru üç sularında Doğan ailesinin evini panzerlerle aralarında asker, özel harekat timleri, korucu ve sivil giyimli insanların olduğu 60-70 kişilik bir ekip bastı, 13 yaşındaki Seyhan Doğan’ı apar topar kelepçeleyerek gözaltına aldı. Kardeşinin gözaltına alınmasını engellemeye çalışan ablası kafasına aldığı dipçik darbeleri nedeniyle hala tedavi görüyor. Aynı gece ve takip eden birkaç gün içinde Seyhan Doğan’ın eniştesi Abdurrahman Coşkun (20), dayısının oğlu Mehmet Emin Aslan (20), Abdullah Olcay (18), Nedim Akyön (13), ve Süleyman Seyhan (57) da evlerinden gözaltına alındı. O gece Davut Altınkaynak’ı (13) da almak için evlerini basan askerler kendisi evde olmadığı için annesini gözaltına aldı. Annesine Davut’un yerini söyletmek için tecavüz tehditinde bulunan askerler en sonunda sadece sorgulayıp bırakacaklarını söylerek anneyi ikna ettiler ve dayısında kalan Davut Altınkaynak’ı da gözaltına alarak annesinin gözleri önünde Filistin askısında işkenceye aldılar. Üç gün içinde gözaltına alınan ikisi lise öğrencisi, üçü çocuk yedi kişiden bir daha haber alınamadı.
Tanıkların anlattıklarına inanmıyorsanız mahkeme kayıtlarına bakın. Çünkü mahkeme 1995’ten bu yana sonuçlanmış değil. Yedi kişinin işkenceye uğraması, öldürülmesi, kaybedilmesinin üzerinden 18 yıl geçti ama sonuç yok. Çünkü failler devlet görevlisi oldu mu adalet böyle işlemiyor.
İçlerinden sadece askerlerce salıverildiği ve dağa gittiği iddia edilen Süleyman Seyhan’ın cesedi 6 Mart 1996’da Dargeçit Komutanlığı’nda görevli Uzman Çavuş Bilal Batırır’ın yerini ailesine söylemesi ile bulundu. Bedeni bir kuyudan çıkarıldı. Elleri arkasından bağlı, kafası koparılmış ve yanmış haldeydi. Bu olaydan sonra Bilal Batırır da zorla kaybedildi.
Bitmedi! Seyhan Doğan’ın 11 yaşındaki kardeşi Hazni Doğan da gözaltına alındı ve ağabeyiyle birlikte Filistin askısında işkenceden geçirildi. Yani ağabeyini gözaltında gördü.
4 gün işkence gördükten sonra yürüyerek eve giden Hazni Doğan annesini bahçede beklerken buldu. Yaşadıklarını anlatınca annesi hemen Seyhan Doğan’ı almak üzere Jandarma Komutanlığı’nın yolunu tuttu ama Seyhan’ı serbest bıraktıkları, dağa gitmiş olabileceği cevabını aldı. Dargeçit Savcılığı’ndan yanıt alamayan Asiye Doğan, Midyat Savcılığı’na da dilekçe verdi ve Dargeçit’e dönüşünde gözaltına alınarak iki gün tutuldu. Asiye Doğan gözaltından çıkar çıkmaz Mardin, oradan da Diyarbakır Savcılıklarına dilekçe verdi. Diyarbakır’da Özgür Gündem gazetesine ve Med Tv’ye yaşadıklarını anlatarak oğlunu aradığını, devletten davacı olduğunu söyledi. Röportajların hemen ardından Asiye Doğan ‘gözaltına alındı.’ 20 gün kendisinden haber alınamadı. Dönemin DYP’li Mardin Belediye Başkanı Abdülkadir Tutaş, Asiye Doğan’ın salıverilmesinde rol aldı. 20 günden fazla bir süre boyunca gözaltında olduğu inkar edilen Asiye Doğan, Mardin Alay Komutanlığı’nın altında soğukta bekletilmişti. Gördüğü işkencelerin boyutlarını hiçbir zaman anlatmadı. Ama hastalandı. Doğan ailesi anne Asiye Doğan’ın da kaybedilmeye çalışılmasından sonra İstanbul’a taşındı ve anne Asiye Doğan Cumartesi Anneleri’ne katıldı. 2000’de geçirdiği ameliyatın ardından 90 gün hastanede yoğun bakımda kaldı. 31 Ekim 2000’de yaşamını yitirdi. Bu tarihten sonra baba Ramazan Doğan Cumartesi Anneleri eylemlerine katılmaya başladı. O da korucu olmayı reddettiği için 1993’te komalık olana kadar işkence görmüş, gördüğü ağır işkenceler sonucu ellerini kullanamaz hale gelmişti. Ağustos 2010’da da baba Ramazan Doğan geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
En son 2009’da soruşturma dosyası tekrar açıldı. Mardin İnsan Hakları Derneği’nin de ısrarlı takibiyle 2012’de Dargeçit’in Bağözü Köyü’nde kazı çalışması yapıldı. Odun parçalarının yanı sıra kemiğin yanmış hali, kayıpların yakıldığı ihtimalini gündeme getirmişti.
Bulunan kemikler, İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderilirken, aileler DNA testi için kan örneği verdi.
İçiniz şişti biliyorum ama kazının nasıl yapıldığını da anlatmadan geçemeyeceğim.
2012’de savcılık gözetiminde ve Adli Tıp uzmanları, avukatlar ve Mardin İHD üyelerinin katılımıyla yapılan ilk kazıdan bir sonuç alınamadı.
Kayıp yakınları ikna olmadı, kendileri kazmaya devam etti. Elleriyle, tırnaklarıyla yaptıkları kazı sonucunda yanmış odunlar, insan kemikleri ve sağlam kalmış yeşil çizgili bir kazağa ulaştılar. Savcılığa teslim edilen kemikler üzerine ilki 17 Şubat 2012’de olmak üzere savcılık gözetiminde 4 gün süreyle yapılan kazılarda 11 kafatası ve çok sayıda insan kemiğine ulaşıldı.
Adli Tıp Kurumu’ndan beklenen yanıt geldi. Kemiklerden birinin 13 yaşındaki Seyhan Doğan’a ait olduğu belirlendi.
Şimdi Radikal Gazetesi’nden Pınar Öğünç’ü okuyalım. (27.02.2013) “Peki Hazni nerede? 40 gün evli kalıp KCK davasından tutuklandıktan sonra üç yıla yakın cezaevinde kalmış. Çocuğunun doğumunu, babasının ölümünü görememiş. Tahliye edildikten sonra başka bir cezasını öğrenince tekrar cezaevi kabusu olmuş, firar etmiş. Hazni’nin nerede olduğu belli değil.”
Kaybedilenlerin bedenleri ocaklarda yakıldığı, kuyulara gömüldüğü sırada orada oldukları iddia edilen Mardin İlçe Jandarma Komando komutanı Hurşit İmren CHP’den Sivas Çepni Belde Belediye Başkanı. Dargeçit Jandarma Komutanı Mehmet Tire ise DP’den seçilen Bodrum Gümüşlük Belediye Başkanı.
Komutan Hurşit İmren, Uzman çavuş Kerim Şahin, Komutan Mehmet Tire, Komutan Mahmut Yılmaz ve korucu Naif Çelik’in fiile katılımından şüphe edilmiş. Mardin istihbarat Şube Müdürü Muhammet Demirel ise ‘kanun dışı fiili araştırma konusunda eksikliği’ nedeniyle fezlekeye dahil edilmiş.
Bu işler olurken Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller’di. OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan. Hadi Emniyet Genel Müdürü’nü de söyleyelim: Mehmet Ağar.
Hafıza Merkezi (www.zorlakaybetmeler.org) verilerine göre (Yani doğrulanmış 262 Kaybedilme vakasının) 169’u Tansu Çiller’in Başbakanlığı sırasında gerçekleşmiş. Yine Hafıza Merkezi verilerine göre yayımlanmış ama hepsi doğrulanmamış listeler üzerinden 1980 yılından bugüne kadar 1353 kişinin kaybedildiği tespit edilmiş. Tansu Çiller’in Başbakanlığına denk gelen 93-96 yılları ararsındaki kayıp sayısı 1023. Tansu Çiller başbakan olduğu sırada bu ülkede 1000’i aşkın sivil vatandaş kaybedilmiş. Aileleri yıllardır hala onları arıyor. Birçoğu artık yas tutacakları bir mezar yeri gösterilmesini bekliyor.
Sadece rakamların diliyle konuşacak olsak bile 33 yıl içinde devletin kaybettiği kişilerin üçte ikisinin Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde kayıp edilmesi bir gerçeğe işaret ediyor.
Sadece rakamların diliyle konuşacak olsak bile 33 yıl içinde devletin kaybettiği kişilerin üçte ikisinin Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde kayıp edilmesi bir gerçeğe işaret ediyor. 1993 yılından itibaren dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ekibi tarafından ‘Alan hakimiyeti ve PKK’yı bölgede barındırmama’ konsepti ile özel bir güvenlik stratejisi yürürlüğe kondu. Köylerin ve diğer yerleşim birimlerinin zorla boşaltılması, ‘faili meçhul’ cinayetler ve zorla kaybetmelerin artması tam da yeni alan hakimiyeti stratejisi kararı sonrasında oldu. Bu PKK ile süren savaşın yanı sıra sivil halka da savaş açıldığının göstergesi.
Seyhan Doğan 13 yaşında bu zorla kaybedilen yüzlerce kişiden biri. Ailesinin hikayesini okudunuz. O 13 yaşında aydınlık ve güleç yüzüyle hep kalacak. Bu ülkede vicdanı olan insanlar giderek sayıları artarak onu unutmayacak.
Peki failler, şüpheliler, sorumlular?
Onların da kimi terfi ettirilerek görevde, kimi emekliliğin tadını çıkartıyor. Suç işleyenlerden hesap sorulmadı. Adalet onlar için işlemedi. ‘Hepsinin yaşlanmış, kirli simasını toplasanız bir Seyhan Doğan’ın aydınlık yüzü etmez’, diyebilirsiniz. Haklı da olursunuz. Ama onlar sorumlu ve fail! Yargılanıp cezalandırılmalılar. Suçları olmayanlarsa bu insanlık suçunun gölgesi altında yaşayacaklarına aklanmalı. Bundan da ‘üstünlerin hukuku’na son verdiğini, ‘ileri demokrasiye geçtiğini’ iddia eden bu hükümet sorumlu.
Terfilerden de! Görevde tutmalardan da. Cezalandırılmalarının önünü açma görevi de bu hükümette.
Yine Hafıza Merkezi verilerine dönelim: Kaybedilenlerle ilgili 272 soruşturma veya davanın akıbetine. Sonuç: %75’i sürüncemede kalan soruşturma, yüzde 8’i devam eden dava, yüzde 6’sı zaman aşımı, yüzde 2’si beraat, yüzde 8’i takipsizlik.
Kaybedilenler ülkesi Türkiye’de açılan soruşturma sonucunda mahkumiyet ile sonuçlanan 2 dava var. Yani yüzde 1 bile değil.
Biz affetmiyoruz ama sen bu demokrasiyi affet Seyhan. Yüzün kararmasın!