Ana içeriğe atla
Ana Sayfa
10.08.2018

Söyleşi: Barış ve Toplumsal Cinsiyet Merceğinden Kolombiya Barış Süreci

<< TÜM HABERLER

Demokrasi, Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Merkezi (DEMOS) adına Güneş Daşlı, Nisan Alıcı ve Julia Poch Figueras, Kolombiya’daki barış sürecinin toplumsal cinsiyet boyutunu daha iyi kavrayabilmek için Kolombiya’ya giderek pek çok kurum ve kişiyle görüşmeler yaptılar. Bu görüşmeler sonrasında ortaya çıkan tartışmaları ve verileri ise Barış ve Toplumsal Cinsiyet: Kolombiya Barış Süreci başlıklı bir raporda anlattılar. Özlem Kaya, raporun yazarları Güneş ve Nisan ile Çatlak Zemin için söyleşti. Söyleşinin orijinalini buradan okuyabilirsiniz.

Raporda Kolombiya’daki süreç başladığında kadın ve LGBTİQ+ örgütlerinin yılların biriktirdiği deneyimle bu sürece hazırlıklı olduğunu yazmışsınız. Hazırlıklı olmak adına, çatışmalar devam ederken ne gibi çalışmalar yürüttüklerinden de bahsettiler mi?

Güneş: Evet, 50 yılı aşkın süre devam eden bir savaş var ve bu süre boyunca kadın ve LGBTİQ+ hareketi de uzun soluklu bir mücadele yürütmüşler. Bizim Kolombiya’da ilk gözlemimiz, neredeyse her sivil toplum örgütünün bir barış odağı olduğuydu, yani barış bir şekilde tüm örgütlerin gündemine girmiş. Onun dışında savaşın etkileri ve kadın ve LGBTİQ+’ların barıştan beklentilerine dair spesifik uzmanlık alanları oluşmuş, örneğin eski kadın gerillalarla çalışmalar, zorla kaybetme, kayıplar, cinsel şiddet vb. konularda yerellerde raporlama çalışmaları var, enformel barış eğitimi düzenlemişler. Burada daha önce pek çok barış denemesinin olduğu ve hatta olumlu sonuçlanan barış görüşmelerinin olduğunu da göz önünde tutmak gerek. Kolombiya, daha önce geçiş dönemi adaleti mekanizmalarının oluşturulduğu bir ülke, örneğin son barış antlaşması uyarınca 2005 yılında “Barış ve Adalet Yasası” çıkarılmış, bu yasanın özellikle eski kadın gerillalarının mağduriyetlerini görmediği, onarım mekanizmasından çok cezalandırıcı bir mekanizma olarak dar kaldığı ve bir toplumsal cinsiyet bakış açısını taşımadığı eleştirisini yapıyorlardı. Bu süreçler de kadın ve LGBTİQ+ hareketine deneyimler kazandırmış. Biz bu son sürece dair sorular sorduğumuzda şunu duyduk; bir önceki barış sürecinde şu noktalar eksik ya da yanlıştı ama bu sefer buna izin vermedik. En somut olanı, önceki hiçbir barış sürecinde toplumsal cinsiyet odağı olmamış resmi düzeyde, bunu epeyce eleştiriyorlar ve bu sefer hazırlıklı olduklarını söylediler. Bir diğer nokta, Latin Amerika’daki benzer deneyimlerden faydalanmışlar, diğer ülkelerde hakikat komisyonlarında neler olmuş bakmışlar, ağlar kurmuşlar. Bu da onlara epeyce uzmanlık ve hareket alanı kazandırmış.

Yerli ve Afro-Kolombiyalı kadınların ve LGBTİQ+’ların özgül durumlarının barış anlaşmasında yeterli derecede dahil edilmediği eleştirisine karşı somut olarak önerilen politikalara birkaç örnek verebilir misiniz? Ve daha genel olarak bir barış anlaşmasına cinsiyete duyarlı tüm politikaların dahil edilmesi gerekliliği ya da dahil edilebilme imkanı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Nisan: Anlaşmanın geneline ilişkin bu tarz eleştirilerdeki ortak noktalardan biri somut önlemlere yer verilmemiş olması. Örneğin, Entegre Toprak Reformu’nun anlatıldığı bölümde kadınların hak sahibi özneler olduğuna vurgu yapılmış. Bu önemli ve güzel bir vurgu olsa da kadınların toprağın sahibi olma haklarını pratikte nasıl uygulayacağına dair yeterince net önlemlerden bahsedilmemiş. Bununla beraber, anlaşma uygulanırken özellikle Afro-Kolombiyalı ve yerli kadınların özgül durumlarının nasıl dahil edileceğine dair net ve somut bir mekanizma mevcut değil. Örneğin, anlaşma toprakların bir kısmının kadınlara verileceğinden bahsediyor. Toprak eşitsizliğinden en çok etkilenen yerli ve Afro-Kolombiyalı kadınların önerisi ise bunun yerine “2 milyon hektar toprak” gibi somut ve sayısal ölçülerin kullanılması yönünde. Yerli kadın avukatların örgütü Akubadaura’nın altını çizdiği toprağından edilmiş bir yerli kadının genellikle çatışmaya bağlı olan ve olmayan pek çok başka hak ihlali de yaşadığı. Böyle bir kadın aynı zamanda çocuğunu kaybetmiş, cinsel şiddete uğramış, yoksullaştırılmış, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşamamış olabiliyor. Dolayısıyla bu kadına anlaşma ile yeni haklar tanımak ya da kendisine verilen zararın onarılacağına karar vermek tek başına yeterli olmayabiliyor. Bu kadının yaşadığı bölgede kendisinin bu haklardan haberdar edileceği, ihtiyaç duyuyorsa tercüman desteği verileceği, anlaşmanın uygulanmasına yönelik ve kadınların siyasete katılımının sağlanacağı yapılar kurmak gerekiyor. Örneğin, Afro-Kolombiyalıların örgütlendiği AFRODES bize şunu aktarmıştı. Anlaşmanın uygulanma aşamasında toplumsal cinsiyet perspektifinin korunup korunmadığını izlemek amacıyla Özel Kadın Forumu adlı bir resmi mekanizma kuruluyor. Ancak kırsal bölgelerde yaşayan Afro-Kolombiyalı kadınlar bu mekanizmaya bir temsilci göndermeleri çağrısını ancak son gün alabiliyor ve bu nedenle sürecin dışında kalıyorlar. Sonra ancak kendi çabaları ve kampanyaları sayesinde bir temsilci göndermeleri mümkün oluyor.

Referandum sürecinde ‘Hayır’ kampanyasının, anlaşmayı Kolombiya’nın geleneksel aile değerlerine tehdit olarak gösterme çabası üzerinden devam ettiğini ve referandumun negatif sonucu üzerinden anlaşmada yapılan değişikliklerin en çok LGBTİQ+’ları etkilediğini yazmışsınız. Yapılan bu değişikliklere örnek verebilir misiniz? LGBTİQ+ meselesinden ayrı ‘aile değerlerine’ tehdit olarak görülen konular neler olmuş? O dönemde kadın ve LGBTİQ+ örgütlenmeleri buna karşı nasıl tepki göstermişler?

Nisan: Evet, barış anlaşmasına karşı olanlar “toplumsal cinsiyet ideolojisi” diye bir kavram uyduruyor ve ‘Hayır’ kampanyasını neredeyse tamamen bunun üzerine kuruyorlar. Anlaşmada toplumsal cinsiyetin içerilmesinin ayrıcalıklı bir konuma sebep olduğunu, bunun ahlaksızlık ve Kolombiya değerlerinin yitirilmesiyle sonuçlanacağını iddia ediyorlar. Pek çok insan, çatışmayı da değerlerin kaybı olarak okuduğu için, değerlere yapılan vurgu özellikle çok etkili oluyor. Bu, şu anlama geliyor: toplumun en muhafazakar kesimleri savaş dönemi boyunca gerçekleşen kadınların evlerden çıkıp çalışıyor olması, eşcinsel evliliğin anayasa mahkemesi eliyle yasallaştırılması gibi konuları savaştan dolayı kimsenin hiçbir şeye inancı kalmamasıyla açıklıyor ve ülkenin yeniden inşa edilmesinin ancak eski değerlere geri dönmekle mümkün olacağını düşünüyor. Haliyle böyle düşünen kesimler, barış anlaşmasının toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik olan ilke ve önlemlerini de böyle bir değerler krizi üzerinden algılıyorlar. Burada çok ilginç bir nokta da var. Toplumsal Cinsiyet Alt Komisyonu LGBTİQ+lara dair konuları tartışmaya başlandıkça, normalde çok görünür olmayan aşırı sağcı kesimler de bir nevi homurdanmaya ve açıkça süreci kınamaya başlıyor. Fakat bu aynı zamanda kadınların ve LGBTİQ+ların sesinin daha fazla duyulması ve onlara ilişkin konuların toplumda açıkça konuşur hale gelmesini sağlıyor. Bir taraftan saldırı ve kınama getiren durum, öte taraftan kamusal bir tartışmayı da mümkün kılmış oluyor.

Referendumda ‘Hayır’ kazandıktan sonra anlaşmada birtakım değişiklikler yapılıyor. Görüştüğümüz LGBTİQ+ örgütü Colombia Diversa kayıplarının görece az olmasının en büyük sebebi olarak bu örgütlerin kadın örgütleriyle işbirliği içinde olmalarını göstermişti. Gerçekten de referandum sonrasında kadın ve LGBTİQ+ örgütleri yine çok hızlı bir tepki vererek biraraya geliyor. Anlaşmada en kolay yapılacak değişikliğin toplumsal cinsiyet konularında olacağını, bu yapılırken de en kolay feda edilecek konuların LGBTİQ+ haklarını ilgilendiren noktalar olacağını öngörüyorlar. Birarada durabilmeleri sayesinde bu değişikliklerin en az zarara yol açacak şekilde yapılmasını sağlamışlar. Burada farklı görüşler yer alıyor. Temel değişikliklerden biri, anlaşmanın ilk halinde LGBTİQ+’lar zaman zaman hassas gruplar, zaman zaman LGBTİ’ler olarak anılıyorken son halinde bunların spesifikleştirilmiş olması. Örneğin ilk anlaşmanın cinsiyete dayalı ayrımcılığa uğrayan gruplar dediği yerlere son anlaşmada translar, eşcinseller, lezbiyenler vs. denmiş. Colombia Diversa bunun hem olumlu hem olumsuz olduğunu düşünüyor. Olumlu, çünkü ilk anlaşmada bir kafa karışıklığı var gibi ve sanki LGBTİ+lerden tam olarak nerede bahsedileceği konusu belirsiz bırakılmış. Bu daha netlik kazanmış oluyor. Olumsuz yanıysa önceki anlaşmada cinsel kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğradığını düşünen herkesin kapsanmasının teorik, analitik ve pratik olarak çok daha geniş bir alan açtığı. Bu açıklık anlaşmanın son halinde daraltılmış oldu.

Çatışma kaynaklı cinsel şiddetle mücadele ederken iki tarafın failliğini de sorgulamak ve bununla mücadele etmek oldukça zorlu olmuş olmalı. Bu kararı alırken zorlanmışlar mı?

Güneş: Çatışmadan kaynaklı cinsel şiddet tüm sürecin önemli konularından biriydi ve anlaşmada önemli kazanımlar elde edilmişti. Her iki tarafın failliğine dair kararda zorlanmışlar mı bu kısmını çok konuşmadık, ama görüştüğümüz kadınlar temelde iki noktayı işaret etmişlerdi: cinsel şiddeti her iki tarafın tanıması ve cinsel şiddetin sistematik bir şekilde uygulanmış savaş suçu olduğunun kabul edilmesi. Devlet ve FARC’ın açıktan bu suçları kabul ettiklerine dair bir beyanatları yoktu henüz, dolayısıyla bir direnç var. Bu direnç özellikle tarafların bu tür cinsel şiddet suçlarını münferit olarak göstermesinde kendini göstermiş. Diğer çetrefilli konu, FARC’ın kendi içinde ve yerli halka yönelik cinsel şiddet suçları işlediği. Bu konu özellikle medyada da kadın gerillalara yönelik zorunlu kürtaj uygulamasıyla yansıdı. Ancak kadın örgütleri konuya çok daha geniş ve farklı dinamikleri dahil ederek bakıyorlar, burada kadınların kendi beyanları var örneğin ama kadın gerillaların ne söylediğine odaklanılmıyor, ya da sağcı partilerin FARC’ı dehşet bir örgüt gibi göstermek için kadın gerillalarının gerçekten ne yaşadığını önemsemeden hızlıca bu tür konuları propaganda aracına dönüştürmesi söz konusu. Tüm bu zorluklarla mücadele adına cinsel şiddeti daha görünür ve konuşabilir hale getirmek için çeşitli kampanyalar ve etkinlikler düzenliyorlar. Uluslararası ağları önemsiyorlar çünkü örneğin Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısının Eylül 2017’de Kolombiya ziyaretinde konuşmasında cinsel şiddete vurgu yapmasını konunun kamuoyunda açıkça tartışabilmesine katkısından dolayı oldukça olumlu bulmuş kadınlar. Son olarak da hakikat komisyonuna çok iş düştüğünü düşünüyorlar, komisyonun cinsel şiddeti nasıl ele alacağından, uzmanlar ve yereldeki kadınların tanıklıklarına nasıl ulaşılacağına kadar pek çok detay üzerinde kafa yoruyorlardı.

Bazı örgütlenmelerin ‘liberal feminizm’ eleştirisi yer yer vurgulanmış raporda. Liberal feminizm diye tanımlanan şeye eleştirinin karşısına feminizm kapitalizmle, her biçimiyle yapısal baskıyla mücadele etmeli diyorlar. Feminizm iktidar ilişkilerinde bir paradigma değişikliğine karşılık gelmelidir diyorlar. Siz bu ikili ayrımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve somut olarak liberal feminist olmakla eleştirilen örgütlenmelerden barış mücadelesi içinde yer alanlar var mı? Tutumları neler?

Güneş-Nisan: Evet, görüştüğümüz örgütlerden “liberal feminizm’ eleştirisi yapanlar oldu, en açık ve kurumsal olarak somutlaştıran La Batucada örgütüydü. Ama aslında yerli ve Afro-Kolombiyalı kadınların olduğu örgütler de bu “batı feminizmi”ni eleştiriyorlar. Esasında burada iki temel endişe ve tartışma alanı var. Birincisi, liberal yaklaşımın mesele ettiği ve kadın örgütlerinin de üzerinde çalıştığı denklik ve eşit temsiliyet konusu var. Yani kadınlar ve LGBTİQ+’ların sayısal olarak eşit katılımı sağlanabiliyor pek çok mekanizmaya, ancak bu yapısal eşitsizliklerin aşılmasını sağlamak için yeterli olmuyor. İşte bu noktada yapısal dönüşüm ve eşitsizlikleri besleyen farklı kategorilerin birlikte ele alınması ihtiyacına işaret ediyor örgütlerin bir kısmı. Yani evet ayrımcılığın olduğuna işaret etmek önemli ama asıl olarak bunun kökenine bakmak lazım. Bu da ataerki, kapitalizm ve ırkçılık gibi temel meselelere götürüyor bizi. Dolayısıyla savaş ve çatışma bağlamında feminizmin iktidar ilişkilerinde bir paradigmasal değişikliğe yol açmasını sorunun kaynaklarına gitmekle ilişkilendirmek gerek. Yani örneğin militarizm ile erkeklik ve kadınlığın nasıl dönüştüğüne bakmak gibi. Ya da daha somut olarak çatışma sonrası demokratik bir sisteme geçişi sağlamak için kurulan geçiş dönemi adaleti mekanizmaları aynı zamanda kadın ve LGBTİQ+’lara alan açarak toplumsal cinsiyet ilişkilerini dönüştürme ve yapısal eşitsizliklere meydan okuma gibi bir potansiyeli taşıyabilir mi? Eğer bu açıdan bakılırsa esasında yerli kadınların, Afro-Kolombiyalı kadınların, çiftçi kadınların katmerli bir şekilde yaşadıkları mağduriyetleri ve sömürüyü tartışmalara dahil etmek mümkün oluyor… Ve evet, görüştüğümüz bazı kadın örgütleri kendilerini doğrudan böyle tanımasa da liberal feminist bakış açısına sahipler ve evet barış sürecinin içerisindeler. Bize aktarılan eleştirilerden biri şuydu: hegemonik, beyaz bir feminizmin bu süreçteki tartışmalara hakim olduğu. Bunun örneği olarak da trans kadınlara dair meselelerin tartışılması konusunda çekincelerin yaşanmış olması verildi. Ya da benzer bir şekilde, Afro-Kolombiyalı kadınların bazı mekanizmalara dahil edilmemesi normal karşılanıyormuş, vs. Yani bir taraftan oldukça liberal bir yaklaşıma sahip pek çok örgüt var ve bu örgütler kesişimsel bir feminist yaklaşımdan uzak olduğu için çeşitli sıkıntılar yaşanmış. Ancak yine de bizim anladığımız, farklı bakış açılarına sahip kadın örgütleri yine de ortak gündemlerle bir araya gelebilmişler, yani temas içerisindeler… Ortak talep olarak barış çok önemli olduğu için, farklı ideolojilere rağmen bu sürecin içinde yer almak için gayret edilmiş. Bunun kolektif seferberliği sağlamak için önemli olduğunu düşünüyoruz.

Barış anlaşmasında geçiş dönemi adaleti mekanizmaları mağdurlar başlığı altında sıralanıyor: hakikat komisyonu, özel barış mahkemesi gibi. Bu mekanizmalar, raporda çok yer almamış sanki. Bu görüştüğünüz kurumlar nezdinde bu mekanizmalara dair öncelikli politikaların olmamasından mı kaynaklanıyor? Varsa, bu kurumların genel olarak bu mekanizmalara bakışı nasıl?

Güneş: Araştırmamızın odağı daha çok barış anlaşmasına toplumsal cinsiyet perspektifinin nasıl içertildiği ile barış süreci ve uygulama sürecinde kadın, LGBTİQ+ hareketinin nasıl baktığına dair olduğu için geçiş dönemi adaleti mekanizmaları özel olarak odağımız değildi. Ama tüm bu süreçlerde hakikat komisyonu, özel barış mahkemeleri örgütlerin gündemindeydi. Genel yaklaşım şöyleydi diyebiliriz, anlaşmada kurulan geçiş dönemi adaleti mekanizmalarından kadınlar memnundu. Yani kağıt üzerinde bu mekanizmaların kadınların ve LGBTİQ+’ların özgünlüklerini sağladıklarını söylediler. Daha çok bu mekanizmaların hayata nasıl geçirileceğine ve uygulamada nasıl izleme yapacaklarına odaklanmışlardı. Yani bundan sonraki tüm hakikatin ortaya çıkarılması, yüzleşme, onarım ve yargılama süreçlerinde anlaşmadaki ilerici noktalar nasıl işleyecek? Dolayısıyla öncelikli politikaları bu mekanizmalarda kadınların olabildiğince eşit bir şekilde dahil olabilmeleri. Örneğin hakikat komisyonu üyelerinin yarısının kadın olmasına yönelik bir politikaları vardı. Bunun dışında özel barış mahkemelerine atanan ve atanacak görevlilerin uluslararası sözleşme standartlarına bağlı kalmaları için çalışmaları vardı.

1

Raporunuzda kurumsal kaygılar diye bir başlık açarak kesişimsellik kavramının tartışmadaki yerini açıklayarak toplumsal cinsiyet kategorilerinin statik olarak tanımlanmasına yönelik eleştirilerinizi yazmışsınız. Kolombiya’da barış örgütlenmelerine bu kavramsal çerçeveden baktığınızda ne gördünüz? Afro-Kolombiyalı kadınlar ayrı mı örgütlenmişler örneğin? Ya da bunu dert eden örgütler barış politikasıyla toplumsal cinsiyet tanımlarını alt üst etmeyi nasıl birleştirmiş?

Güneş: Kesişimsellik yani farklı ayrımcılık kategorilerinin aralarındaki bağlantının göz önüne alındığı eleştirel bir perspektife sahip olmak bizim kurumsal tartışmamız için de Kolombiya’daki barış anlaşması için de önemli bir kavram. Bu perspektif, barış anlaşmasında kapsayıcılık olarak çıkıyor karşımıza ilk elden; bu da anlaşmada içerik olarak Kolombiya’da geleneksel olarak dışlanan grupların dahil edilmiş olması demek. Bu bir ölçüde anlaşmada sağlanmış. İkinci nokta daha çok çatışmanın LGBTİQ+ toplulukları, yerliler, kırsal nüfus ve azınlıklar üzerinde farklı etkilerinin olduğunun anlaşma tarafından tanınması. Ancak yine de özellikle uygulama aşamasında bu yaklaşımın sürdürülmeyeceği endişesi vardı. Ya da evet ayrı olarak örgütlenmiş örneğin yerli kadınların olduğu Akubadaura, yapısal bir sorun olan ırkçılık görülmezse kesişimsellik perspektifinin olmayacağının altını çizmişti. Dolayısıyla en azından bizim görüştüğümüz örgütlerden kesişimselliği kendi çalışmalarında eleştirel bir bakış açısı olarak benimsemiş örgütler var. Bu birleşim biraz da zaten bu grupların tarihsel olarak Kolombiya’da en çok dışlanan ve sömürülen gruplar olmasından geliyor diye bir yorum yapabiliriz. Yerli kadınlar kendi deneyimlerinden sadece bir cinsiyet eşitliğinin sağlanmasının yeterli olmadığını, bu meselenin kendileri ya da Afro-Kolombiyalı kadınlar söz konusu olduğunda yoksulluk, ırkçılık, ötekileştirme vb. sorunlarla birlikte ortaya çıktığını biliyorlar.

Nisan: Gördüğümüz kadarıyla barış ve toplumsal cinsiyeti beraber ele alan örgütlerin çoğunda bu bahsettiğimiz statik tanımlama hali var. Evet, Afro-Kolombiyalılar ve yerli kadınlar ayrı örgütleniyor. Bizim kuramsal kaygılarımıza paralel kaygılar taşıdığını en çok gözlemlediğimiz örgüt ise La Tremenda Revoltasa Batucada Feminista (Gürültülü Feminist Davulcular). Fakat bu örgüt zaten feminist akademisyenlerin kurduğu ve yürüttüğü bir örgüt ve dolayısıyla teorik tartışmaların içinden gelen kişiler olarak oldukça radikal bir yaklaşımları var. Feminizmin ırk, sınıf ve diğer kimlik kategorilerine dayanan tüm ayrımcılıklarla mücadele etmesi gerektiğini söylüyorlardı ve barış sürecinde yer alan kadın örgütlerinden bazılarının bu perspektifi taşımadığı yönünde eleştirileri vardı. Bir genelleme yapmak doğru olmaz ama özellikle başkent Bogotá’nın dışında olup yerli ve Afro-Kolombiyalı kadınların yoğun yaşadığı bölgelerde aktivizm yapan örgütler kadınların ya da LGBTİQ+ların yaşadığı mağduriyetlerin pek çok dinamikten kaynaklandığının farkında. Dolayısıyla kırsalda yaşayan yerli bir LGBTİQ+’nın dertlerini mesele edinmişse, aynı anda toprak sorununu, muhafazakarlığı, sağ politikaları, ırkçılığı ve toprakların yağmalanma sorununu da aklında tutması gerektiğini çok iyi biliyor. Bir de Güneş’in bahsettiği gibi Afro-Kolombiyalı ve yerli kadınlar kendi deneyimlerinden yola çıkarak, temsiliyet ve eşitlik gibi daha liberal kavramların barış ve toplumsal cinsiyeti birlikte düşünmede eksik kalacağını düşünüyorlar. Bize söyledikleri şey şuydu: Bu gruplara dahil olan kadınlar ya da LGBTİQ+lar sadece çatışmaya bağlı bir şiddete ya da ayrımcılığa maruz kalmamış. Aynı zamanda çok temel insan haklarına erişimden yoksun bırakılmışlar. Liberal bir perspektiften bakıldığında bunların görünmez kaldığından yakınıyorlardı.

1

Raporun sonunda Kürt sorunuyla ilgili çatışma bağlamında sıraladığınız öneriler var. Bu önerileri ve bu raporun içeriğini Türkiye bağlamında bugün içinde bulunduğumuz savaş ortamında tartışmanın önemi ne sizce? Ve Kürt sorunu bağlamında yürütülecek bir barış mücadelesinde hangi konu bizi en çok zorlayacak konu size göre?

Güneş-Nisan: Aslında önerilerin büyük kısmı bir barış süreci başladığında neler yapılmalı ve nelere dikkat edilmeli yönünde. Şu an bir barış görüşmesi ihtimali bile yokken bunları tartışmak epeyce erken görülebilir. Ama aslında öyle ya da böyle iki barış süreci denemesi yaşamış bir ülke Türkiye. Kolombiya pek çok denemeden sonra bu kadar ileri bir noktaya gelmiş, bu birikimi görmek ve Türkiye bağlamında düşünmek farklı bir deneyimden öğrenme sürecini getirebilir beraberinde. Ama şimdiden yapılabilecek şeyler var hem sivil toplum açısından hem de akademik olarak barış alanında çalışanlar için. Zaten bunların büyük bir kısmı yapılıyor, bu yapılanlara oldukça başarılı bir barış deneyimi yaşamış Kolombiya’nın kendi deneyimiyle bakmak bize farklı bakış açıları, mücadele yöntemleri sağlayabilir mi? Biz öneriler kısmında biraz bunu yapmaya çalıştık.

Her ülkenin barış mücadelesinde kendine özgü zorlukları var. Kolombiya deneyiminden çıkardığımız öneriler ışığında baktığımızda, kadınlar ve LGBTİQ+ hareketinin belki de en çok zorlanacağı konu savaşın ve barış meselesinin bir de toplumsal cinsiyet etkisine sahip olduğunu topluma ve devlete anlatabilmek. Bir diğer çetrefilli konu; farklı ideolojik arka planlarda olan kadınların bir araya gelerek barış gündemini tartışabilmeleri. Diğer yandan bir barış sürecinde barış inşası programların sağlanabilmesi için, savaşın toplumsal cinsiyet analizinin yapılması önemli. Ek olarak, önerilerde de işaret ettiğimiz gibi, toprak reformu, siyasi katılım gibi aslında yapısal dönüşüm için önemli olan konuların kadınlar açısından önceden düşünülmesi oldukça kritik, bir süreç başladığında en naif anlamda hazırlıksız yakalanmamayı sağlayacaktır diye düşünüyoruz. Bir diğer nokta Türkiye’de çatışmanın kaynağı etnik bir sorun. Dolayısıyla ırkçılığı ve milliyetçiliği toplumsal cinsiyet bağlamında düşünmek ve bunu barış meselesinde nasıl ele alacağımıza kafa yormak, yormaya devam etmek Türkiye için hele ki militarizm hem ülke içinde hem de Suriye’de bu kadar yükseltilmişken önemli tartışma alanları açacaktır diyebiliriz.