Ana içeriğe atla
Ana Sayfa
27.06.2016

Valeria Barbuto: “Mücadelenin En Önemli Aktörü Kadınlar”

<< TÜM HABERLER

Gülşen Koçuk, Özgür Gündem

Diktatörlüklerin tekçi zihniyetle yoğun hak ihlalleri ve kaybetmeler gerçekleştirdiği ülkelerden birisi de Arjantin. Ülkede 1976-1983 yılları arasında yaşanan faşizm sürecinin ardından geçmişle yüzleşme ve kayıpların bulunması amacıyla mücadele başladı. Plaza de Mayo Anneleri ile tanıdığımız Arjantin’deki kayıpların bulunması mücadelesinde Memoria Abierta’nın (Açık Hafıza) da önemli bir yeri var. Memoria Abierta, insan hakları mücadelesini sürdüren birçok kurumun birleştiği çatı olarak da adlandırılabilir. Kurumun koordinatörlüğünü ise insan hakları savunucusu Valeria Barbuto yapıyor. Valeria Barbuto, Hafıza Merkezi’nin bir çalışmasına katılmak üzere geldiği İstanbul’da yoğun programına rağmen bizimle söyleşi gerçekleştirmeyi reddetmedi. Valeria ile Arjantin’de hala sürdürdükleri “geçmişle yüzleşme” mücadelesine dair konuştuk.

Kendinizden ve kurumunuzdan biraz bahseder misiniz?

Açık Hafıza kurumu Direktörüyüm. Bu kurum 15 yıldır var. Aslında yaptığı iş kolektif hafızanın teşvik edilmesi ya da savunulması. Hafızadan bahsederken en önemli unsur burada, Arjantin’de yaşanan son diktatörlük oluyor. Bu bağlamda Memoria Abierta tanıklıklar aracılığıyla bir tür arşiv oluşturmaya çalışıyor. Bu anlamda bu tanıklıkların toplanması, değerlendirilmesi ve kamuoyuna sunulması önemli oluyor. Bir tür toplumsal mirası olarak bakılıyor. Ve ayrıca da Memoria Abierta’nın önemli bir işi diktatörlük sırasında suçların işlendiği yerlerin bulunması, sonra da işaret edilmesi ve toplumla paylaşılması. Sonuç itibariyle bu tür çalışmaların geçmişle yüzleşmek ve o bağlamda toplumsal bir hafıza oluşturmak açısından önemli. Çünkü, ancak bu şekilde bir tartışma ve geçmişi yeniden düşünmek mümkün kılınıyor.

Siz nasıl bu adalet mücadelesine başladınız? Savaşın birebir mağduru muydunuz, yoksa rahatsızlık duyan bir birey mi?

Ben de dahil olmak üzere aslında bütün ekibin profesyonel bir bağlantısı var. Kurban ya da kurban yakınlarının dahil olmaması söz konusu. Yine de kişisel bir bağlantım var yaptığım işle. Çünkü aslında söz konusu olan demokrasi ve insan haklarına sahip çıkmak ve Memoria Abierta ekibinin savunduğu şey de geçmişe bakarak, geçmişten öğrenerek demokrasi ve insan haklarına teşviki savunabilmek. Ayrıca demokrasiden bahsederken, demokrasinin bir kimliği olmalı. Bu kimliğin başlangıç noktasında geçmişte yaşanan suçlar var. Bunlarla yüzleşmek çok önemli.

Arjantin’de ‘geçmişle yüzleşme’ mücadelesine başlarken, nasıl bir yol izlendi? Bu mücadelenin ilk çıkış noktası neydi? Türkiye’de de benzer süreçler yaşandı. İhlallere başkaldırı ilk nasıl gerçekleşti?

Öncelikle bahsettiğiniz başkaldırı daha diktatörlüğün ortasında yaşandı aslında. Bu da kayıpların yakınları ya da aileleri, babaları, anneleri, çocukları da dahil olmak üzere bu insanlar tarafından yürütülen bir politikaydı. Daha bu noktada aileler aslında kaybettikleri yakınlarını aramaya başlıyor. Burada da olduğu gibi. Ve bazen de gerçekten şanslı olduklarında buluyorlar. Bu gerçekten aktif bir mücadele. Bir yandan da bir araştırma başlıyor. Bu tür suçların nasıl işlendiği, insanların nerede kaybedildiği sorularına cevap verilmek üzere bir tür araştırma başlatılıyor. Burada gördüğümüz şey aslında bu mücadelenin, diktatörlük sırasında ya da daha önce doğmuş insanlar tarafından başlatıldığı. Diktatörlükten sonra yavaş yavaş farklı kurumlar oluşturulmaya başlandı. Mesela Yasal ve Sosyal Etütleri Merkezi, Ekümenik bir hareket, yani hem Protestan hem Katolik kiliseler tarafından kurulan bir oluşum. Onlar da bir şekilde katkıda bulunmaya çalışıyorlar.

‘Demokrasinin bir kimliği  olmalı. Bu kimliğin başlangıç noktasında ise geçmişte yaşanan suçlar var’ diyen Arjantinli insan hakları savunucusu Valeria Barbuto, sürdürdükleri ‘geçmişle yüzleşme’ mücadelesine dair ise ‘Anne ve anneannelerin çok kritik bir rolü var bütün o mücadele içerisinde. En sembolik ve en önemli aktörü olan, kendi yakınlarını bulmaya çalışan kadınlar’ diyor

İnsan hakları mücadelesi o noktada biraz kurumsallaşmaya başlıyor. Bir de belki sabit bir insan hakları platformu olarak tarif edebileceğimiz bir kurum oluşuyor. Partilerin de üyesi olduğu bir kurum. Bu diktatörlükte yaşananlardan şikayetçi olan insanların varlığını kabul etmek lazım. Sadece şikayetçi kalmakla yetinmemek lazım aslında. Bu daha gerçek bir mücadele. Burada insanlar kendilerini tehlikeye atıyor. Demokrasiye geçişten sonra mücadelenin araçları da değişiyor. Mesela bir öneri , hakikat komisyonunun oluşturulması oluyor. Diğer yandan faillerin yargılanması önem kazanıyor.

İnsanların hakikatleri öğrenme hakkı. Yani birebir faille ilgili değil, mağdur olan bireyin kazandığı bir hak olması gerekiyor. Ama Arjantin’de Türkiye’de de olduğu gibi büyük bir cezasızlık sorunu var. Son 30 yıl boyunca hükümetlerin çoğu bu tür insan haklarına dönük politikaları reddediyor ya da olumsuz kılmaya çalışıyor. Bunun arasında faillerin lehine çıkarılan af yasaları söz konusu. Ama son üç hükümetin duruşu daha olumlu.

*Şunu da merak ediyoruz aslında. Arjantin’de gerçeklerle yüzleşme sürecinde ne tür zorluklarla karşılaştınız? Karşınıza engel olarak neler çıktı?

Farklı dönemlerde farklı sorunlarla karşılaştık. Bazı demokratik hükümetler ancak en üst düzeyde bulunan yöneticiler ve komutanların yargılanmasına izin verdi. Bazı sözde demokratik hükümetlerin de başka bir söylemi oldu: “O an oldu, geleceğe odaklanalım, geçmişle uğraşmamıza ne gerek var.” Bundan sonra af yasaların Arjantince “pardon”ları büyük bir sorun oldu. Çünkü burada aslında bütün yargı -bazı hakimler ve mahkemeler hariç- bu politikayı izlemek zorunda kaldı ve hiçbir ilerleyiş kaydedilmedi. Son 12 yıla baktığımızda bu tür afların, cezasızlığın en azından hükümetler tarafından anayasaya aykırı olduğu tespit edildi. Bu önemli bir kazanım, insan hakları mücadelesi için. Yine de hükümetler ne kadara izin verirlerse versinler, bir yanda Arjantin ordusu var ve orada büyük bir inkar söz konusu. Onlar bütün var güçleriyle reddetmeye çalışıyorlar bu tepkiyi. Ve burada medyanın da payı oluyor. Çünkü medyanın Arjantin’de genel duruşu cezasızlığa yönelik. Cezasızlığa olumlu bakıyorlar. Ve bu şekilde de kamuoyunun düşüncelerini şekillendiriyorlar. Ama Plaza de Mayo’ya -Mayıs Meydanı’nda yakınlarını arayan Cumartesi Anneleri- gelince onlar tartışılmaz. Kamuoyunda çok büyük kabul görüyor.

Evrensel bir söylemdir bu… “Bir savaştan en çok zarar gören kadınlar ve çocuklardır” diye. Gerçekten de öyle oluyor. Bu noktada Arjantin’deki kadınlar geçmişle yüzleşme mücadelesine ne kadar katıldı, ne kadar aktörü oldu?

Anne ve anneannelerin çok kritik bir rolü var bütün o mücadele içerisinde. En sembolik ve en önemli aktörü olan, kendi yakınlarını bulmaya çalışan kadınlar. Bu mücadelenin nasıl yürütüleceğine dair bir model sunuyorlar. Ama insan hakları kurumları ve geçmişle yüzleşme politikaları açısından, her zaman o diktatörlüğün işlediği suçların sistematiği ya da ideolojisine odaklanmaya çalışılıyor. Bu anlamda diktatörlüğün kadınlar üzerindeki etkisini bir şekilde çok fazla ele alamadılar. Ama ters taraftan baktığımızda zaten o annelerin, anneannelerin yaptığı bir şekilde bu tür politikayı kendilerince üstlenmek. Bütün o mücadelenin manasını bulabileceğimiz tek şey olabilir: Suçlar işlendi, olan oldu. Bu kadar zaman geçti, yoklar. Ama yine de kendi torunlarıyla kurdukları ilişki, bir şekilde o zamanın telafisi olmasa da tamir etme çabası olabilir. Bu şekilde kendi kendilerini iyileştirmeye çalışıyorlar. Bu şekilde de bir anlam yaratmaya çalışmaları söz konusu.

Kayıpları geri getirmeyecek, ama diğer taraftan da bitmeyen yas dediğimiz durum var. Kaybettiklerinizi bulamıyorsunuz, nerede ne olduğunu bilmiyorsunuz. Gideceğiniz bir mezar yok. Neden bunlar talep ediliyor? Mezarları bulmak o kişide nasıl bir etki yaratacak?

Üç farklı unsur var. İlki yakınların ya da mağdurların haklarından oluşuyor. Burada bu insanların cenazelerine erişme hakkı söz konusu. Sonuçta insanız ve insan olarak da bazı ritüellerimiz var. Bunlardan birisi de cenazeler ya da vefat eden kişiyle ilişki kurmak. Bir toplum olarak yaşadığımız zaman kaybedilme aslında benim, senin, hepimizin sorununa dönüşüyor. Bizim de bir yakınımız kaybedilirse ne yaparız? Bir dayanışma içinde olmak lazım. İkincisi de geçmişe bakarak, bu tür suçlarla baş etmeye çalışarak o dönemdeki devletin kullandığı bastırma politikalarını anlayıp, kendi halkıyla nasıl bir ilişki kurduğunu ve bu sistemi nasıl kurduğunu anlayarak bugünkü sorunları da iyi kavrayacağımızı düşünüyorum. Üçüncü olarak da bu geçmişte yaşanan suçları, devletin politikalarına bakarak da bugün nasıl bir devlet, nasıl bir toplum içinde yaşadığımızı da anlamak lazım. Ya da anlamaya çalıştığımızda bu deneyimlerden daha iyi faydalanabileceğimizi düşünüyorum. Çünkü gerçekten hala demorkatik hükümetler varken “Şiddet yok, herşey mükemmel” diyemiyoruz. Arjantin’de tabi ki bazı insanlarda şöyle bir durum var: “Niye hala bu geçmişle uğraşmak zorundayız, niye sürekli bunun meşguliyetini yaşamak zorundayız. Bununla artık çok fazla uğraşmayalım.” O zaman tabi ki insan hakları mücadelesinde bulunan insanların dedikleri de “Tamam öyle yapalım, ama siz önce hakikati paylaşın. Neler oldu? Bunun gerçeğini paylaşın bizimle. O zaman hepimiz eve gidip bu mücadeleyi bitireceğiz” oldu.

Türkiye ve Kürdistan’da da bu krizli dönemin daha kolay geçmesi için kimi örgütlenmeler, inisiyatifler vs. oluşturuluyor. Örneğin kadınlar bu sürecin öncülüğünü yaptı. Arjantin’de de bu şekilde bir öncülük var mıydı?

Kadınların örgütlendikleri kurumlar ya da yapılanmalar var. Fakat bu oluşumlar bugünlerin sorunlarına yönelik çalışmalar sürdürüyor. Birisi mesela kürtaj hakkı. Arjantin’de şu sıralar çok önemli bir sorun ve bir tartışma. Diğeri de kadın cinayetleri. Bu çerçevede “Ni Una Menos” (Bir kadın daha öldürülmesin) kampanyasından bahsediyor. Kampanya bağlamında farklı kadın hakları örgütleri, cinsiyet odaklı çalışan kurumlar, insan hakları kurumları vesaire bir araya gelip kadına yönelik şiddete karşı talep geliştirmeye çalışıyor. Bir ay önce mesela Kongres binası önünde büyük bir bir gösteri yapıldı. Orada 200 bin destekçi, “Ni Una Menos” talebinde bulundu.

Ezilenler, şiddet görenler ya da hak ihlaline uğrayan kadınlar taleplerini ve mücadelelerini nasıl ortaklaştırmalı?

Hafıza alanına daha çoğulcu, farklılıkları gözardı etmeyen bir perspektifin dahil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle kadınların mağduriyetlerine, kadınların perspektiflerini daha iyi anlatan yaklaşım ya da duruş almamız gerektiğini düşünüyorum. Tam tersi bugün etkili olan kadın örgütlerinin geçmişe dönük de çalışmasını istiyorum. Sadece kürtaj hakkı ve kadın cinayetleri için değil, biraz da tarihe bakıp oradaki suçlarla yüzleşmek ya da uğraşmalarını istiyoruz. Ama güzel bir örnek de var. Ondan önce bahsettiğimiz Yasal ve Sosyal Çalışmalar Merkezi’nin yıllık raporu çıktı geçtiğimiz günlerde. O kurum da tarih ile ilgili çalışıyor. Bu raporda da kadın örgütleriyle birlikte çalışıldı ve bir eke kadınların perspektifi eklendi. Bu şekilde devam edeceğini umuyorum.