Bu rapor, Türkiye’de emek hak ihlallerinin 2016’da resmi olarak ilan edilen OHAL’le nasıl daha da derinleştiğini ele almaktadır. Hak ihlalleri OHAL’le başlamış olmamakla birlikte, bu süreçle pekişmiş ve bir dereceye kadar kalıcılık kazanmıştır. Bu açıdan resmi olarak sona eren OHAL özellikle de işçiler açısından fiilen devam etmektedir. Uluslararası aktörlerin eleştiri ve uyarılarına, mahkemelerin aleyhte kararlarına karşı, hak ihlallerinde bir düzelme görüldüğü de söylenemez. Raporumuzda özellikle ILO’nun temel sözleşmeleri ile güvence altına alınan sendikal ayrımcılığa karşı korunma, sendika özgürlüğü, toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı, barışçıl toplu eylem hakkı ve daha geniş olarak da ifade ve gösteri hakkı bağlamlarında, Türkiye’de emek hak ihlallerinin yoğun biçimde sürdüğüne dair örneklere yer verdik.
Emek hakları üzerindeki raporumuza konu olan kısıtlamalar Avrupa kökenli/ilişkili işletmelere kadar uzanıyor. Kuşkusuz bu işletmeler durumun asıl sorumlusu sayılamazlar. Ortaya çıkan manzara uygulanan resmi ve fiili OHAL, devlet ile siyasi iktidarın karar ve uygulamaları sonucudur. Ancak görüldüğü kadarıyla Avrupa sermayeli yatırımcı ve işletmeciler de bu durumdan yararlanmakta ve yaygın biçimde hak ihlalleri gerçekleştirmektedirler. Çoğu Avrupa kökenli şirket, kendi ülkelerinde sendika, toplu sözleşme ve grev haklarına saygı duymak durumunda olan sosyal diyalog mekanizmaları geliştirmiş, uluslararası sözleşmelerin ötesinde kendi iç işleyiş ilkelerini oluşturmuştur. Halbuki aynı standartlar Türkiye’deki işletmelerde oldukça kısıtlı bir biçimde uygunlanmaktadır. Bu rapor, söz konusu şirketlerin kendi tanımladıkları insan haklarına uygunluk ilkelerini ihlal eden uygulamalara son vermelerini ve performanslarını iyileştirmeleri gerektiğini savunmaktadır.