Uluslararası Vicdan Mekânları Koalisyonu'nun desteklediği Geçmişi Bugüne Bağlamak projesinden paydaşımız olan Hafıza ve İnsan Hakları Müzesi (MMDH), 2010 yılında, 1973-1990 yılları arasında Şili’yi yöneten diktatörlük rejimi sırasında yaşanan insan hakları ihlallerini anmak için kuruldu. Ana serginin yanında geçici sergiler de düzenleyen müze, aynı zamanda nesiller arası diyalogu, günümüzde vatandaşlık, insan hakları ve demokrasi üzerine eleştirel düşünceyi ve tartışmaları teşvik etmek için çeşitli faaliyetler yürütüyor. Müzenin direktörü Maria Fernanda Garcia İribarren ve Uluslararası Sorumlu Francisca Davalos Bachelet ile yaptığımız mülakatta müzenin misyonu, faaliyetleri ve toplumsal cinsiyeti ana akımlaştırmak için yaptıkları çalışmaları konuştuk.
Hafıza ve İnsan Hakları Müzesi’nin misyonu nedir? Ulaştığınız kitleyi nasıl tanımlarsınız? Bu müzeyi aktivist bir kurum olarak tanımlayabilir miyiz?
Müzenin misyonu, diktatörlüğün mağdurlarını anmak, mağdurların itibarını iade etmektir. Geçiş dönemi adaleti sürecinin bir ürünü olan bu müze, söz konusu döneme dair hakikati ortaya çıkarma, gelecek nesiller için görünür ve anlaşılır kılma çabalarının bir parçasıdır. Aynı zamanda, bu geçmişi hatırlayarak demokrasi ve insan hakları üzerine derinlemesine düşünebilir, insan haklarının doğrudan garanti altında olmadığını anlayabilir ve bu ihlallerin bir daha tekrar etmemesi için çalışmalar yürütebiliriz.
Müze toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışıyor, ancak müzenin ilk ilişki halkasını hayatta kalanlar ve mağdur yakınları oluşturuyor. Bağışlarıyla müzenin varlığını mümkün kılanlar onlar. Nitekim müze koleksiyonu için hiçbir satın alma yapmıyoruz, sadece hayatta kalanların ve yakınlarının arşiv ve diğer materyal bağışları üzerinden ilerliyoruz. Müzenin koleksiyonunu genişletmeye devam ediyoruz. Elbette müzede koleksiyondaki her şeyi sergilemek mümkün olmuyor, ancak kalıcı sergimizi düzenli olarak gözden geçiriyoruz. Düzenlediğimiz süreli sergiler sayesinde ise yerel halkla daha yakın çalışabiliyoruz.
İkinci halkada ise insan hakları ve hafıza alanında çalışan örgütler ve aktivistler bir araya geliyor. Elbette biz aktivist bir kurumuz. Diktatörlüğün daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunurken günümüzde Şili’de ve diğer ülkelerde yaşanan insan hakları ihlallerine de dikkat çekiyor; eşitlik, kadın hakları ve LGBTİ+ bireylerin hakları için mücadele veriyoruz. Hafızanın korunması ve aktarılmasının, insan haklarına duyulan daha kapsamlı bir bağlılıktan ayrı tutulamayacak kolektif bir sorumluluk olduğunu düşünüyoruz.
Ancak, bizim aktivizmimiz, eski işkence mekânlarından dönüştürülen hafıza mekânlarının aktivizminden daha farklı. Müze ulusal bir kurum olduğundan, aktivizminin boyutlarını sınırlayan belirli bir kapsamı ve misyonu var. Bu açıdan hafıza mekânları bize nazaran çok daha aktivist diyebiliriz.
Müze ile devlet arasında nasıl bir ilişki var? Şili’nin resmi hafıza politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Müze, kâr amacı gütmeyen özel bir vakfa bağlı, ancak Kültür, Sanat ve Miras Bakanlığı aracılığıyla devletten kaynak alıyor. Ulusal bütçe kanunu uyarınca bu kaynak her yıl Kongre’de (Temsilciler Meclisi ve Senato) görüşülüyor. Bu bakımdan ülkedeki siyasi dinamiklere bağlı durumdayız.
Müzenin misyonu, geçiş dönemi adaleti komisyonları tarafından ortaya konulan hakikati yansıtmak. Elbette bu komisyonlar kusursuz değildi, eksiklikleri vardı. Örneğin, toplumsal cinsiyete ve cinsiyet kimliğinden kaynaklı siyasi şiddete maruz bırakılmalara pek hassasiyet gösterilmedi. Başka şeyler de yapılabilirdi ancak gene de bu komisyonların diktatörlüğün sona ermesinden kısa bir süre sonra çok da ertelenmeden kurulması önemliydi. Sürecin başlıca açmazı faillerin cezasız kalması oldu ve bu durum halen sürüyor. Günümüzde hayatta kalanların ve faillerin vefat etmeye başlamalarıyla hakikat ve adalete erişim imkânı da ortadan kalkıyor; bu durumu ifade etmek için “biyolojik cezasızlık” kavramını kullanıyoruz.
Şili’de devletin hafıza politikası parçalı bir yapıya sahip, sosyal hayatın birçok farklı alanına dokunuyor. Örneğin, oluşturulan bir program hayatta kalanlara ve mağdur yakınlarına sağlık sisteminde öncelik tanıyor. Bir başka örnek ise eski siyasi mahkûmlara ve işkenceden hayatta kalanlara emeklilik bağlanması. Müze, devletin hafıza politikalarına bağlılığının bir başka ifadesi. Adaleti vurgulamanın farklı yollarını keşfetmek, resmi anlatıda direnişin farklı biçimlerini görünür kılmak önemli. Müze şu anda adalet üzerine yeni bir alan üzerinde çalışıyor.
Müze son yıllarda “Hafıza ve Feminizm” programını hayata geçirerek kadınların ve LGBTİ+ bireylerin deneyimlerine daha fazla görünürlük kazandırdı. Toplumsal cinsiyet alanında yürüttüğünüz çalışmaların ana hatları nelerdir?
“Hafıza ve Feminizm” programı, sergimizde ve etkinliklerimizde toplumsal cinsiyeti ana akımlaştırmayı amaçlıyor. Diktatörlük mağdurlarının büyük bir çoğunluğu erkeklerden oluşuyor olsa da kadınlar da baskı rejiminin hedefleri oldu. Yaklaşık 200 kadın öldürüldü ya da kaybedildi; çok daha fazlası siyasi mahkûm ve işkence mağduru oldu. Müze, özellikle kadınlara yönelik olan ancak erkeklerin de etkilendiği cinsel siyasi şiddete vurgu yapıyor.
Diktatörlük esnasında hakikati açığa çıkarma ve kaybedilenleri bulma mücadelesinde kadınlar anneler, eşler ya da kız çocukları olarak başat rol oynadı. Kadınlar diktatörlüğü protesto etmeyi ve demokrasi mücadelesini sürdürdü. Müze, yaşanan mağduriyetler kadar kadınların direnişteki rolünü de farklı kanallar aracılığıyla vurgulamaya çalışıyor. Örneğin, Şili’de 1980’li yıllarda yaşanan ekonomik kriz esnasında mahallelerde ve yerel ölçekte kadınlar önemli bir rol oynadı. Yiyecek dağıtımı için mutfaklar organize ettiler ve arpilleraları (nakış işleri) güçlü sosyal ağlara dönüştürdüler. Açıkçası, birlik içinde bir sosyal hareket yaratmakta siyasi partilerden çok daha başarılı oldular.
2023’ten bu yana müze, kadınların hafızaları üzerine çalışıyor; kadınların hikâyelerini ve arşivlerini toplayarak koleksiyonunu zenginleştirirken kalıcı sergisini bu deneyimleri de kapsayacak şekilde dönüştürüyor. Yaklaşımımızdaki eksikleri tespit etmek ve anlatımızın kapsayıcılığını arttırmak için kadınlarla odak grubu çalışmaları yaptık.
Bu deneyimimize dayanarak sonrasında hem diktatörlük dönemini görmüş hem de genç nesil LGBTİ+ bireylerle de onların deneyimlerini ve mağduru oldukları belirli şiddet biçimlerini anlamak için çalışmaya başladık. Güven inşa etmek zaman alıyor ancak hakikat komisyonlarında göz ardı edilen toplumsal cinsiyet kimliklerini yeniden kazandırmak çok önemli. Her ne kadar diktatörlüğün asıl hedefi siyasi kimlikler olsa da aileyi ve orduyu ön plana çıkaran yeni düzen LGBTİ+ bireylere yönelik düşmanca bir tutum sergiledi. Onların hikâyeleri anlatılmadı ve müze bu anlatıyı dönüştürmek için bir alan olabilir.
*Bu metin, orijinali Noémi Lévy-Aksu ve Merve Bakdur tarafından İngilizce gerçekleştirilmiş mülakatın Türkçeye çevrilmiş ve düzenlenmiş halidir.
** Söyleşinin başında kullanılan fotoğraf müzenin girişindendir. Burada “Müze bir okuldur. Sanatçı iletişim kurmayı; toplum bağlantı kurmayı öğrenir” anlamına gelen bir yazı yazmaktadır.