Yazan: Mine Gencel Bek
Yayımlandığı yer: P24
Tarih: 30 Ağustos 2017
Üçünü de savunan Murat Çelikkan’ı hapse uğurlamak sadece onun için değil, hepimiz için pek de uğurlu bir işaret olmasa gerek
Çok garip günler yaşanıyor. Artık hapishane, hapishaneye girmek, kendi küçük çevrelerimizde bile neredeyse kanıksanmış durumda, kamuoyunun da pek umurunda ve gündeminde değil yeterince. Yıllardır büyük baskılar altında çalışmak zorunda bırakılan ve yayını çeşitli biçimlerde engellenen Özgür Gündem gazetesine destek olmak için nöbetçi yazı işleri müdürlüğü yapan Murat Çelikkan da iki hafta önce hapsedildi. “Hapishaneye uğurlandı” sözleriyle öğrendik bu kötü haberi. Mizahla direnmek ya da en azından ayakta kalmaya çalışmak iyidir ama korkarım ki mizah, kanıksamamıza, yaşanan şiddetin ve barbarlığın gizlenmesine de neden olabiliyor. Uğurlama sözü, güzel başlangıçlara ve olumluluklara işaret eder. Neye, nereye uğurluyoruz, uğurladık? Niye? Hafızayla yüzleşmeyi, insan haklarını ve gazeteciliği savunan birini hapse uğurlamak sadece onun için değil, hepimiz için pek de uğurlu bir işaret olmasa gerek.
Murat Çelikkan ile 2005 yılında BBC, British Council ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti işbirliğiyle medya profesyonelleri için etik ilkeler geliştirme çalışmasında bir araya geldim ilk kez. Çocuk, kadın, LGBTQ hakları ve kültürel çeşitlilik konularının daha sorumlu bir biçimde haberleştirilmesi için, medyada bu konuların işleniş biçimini ve dünyadan konuyla ilgili etik ilkeleri sunduğumuz toplantıların ardından, taraflarla (medya profesyonelleri, hak savunucuları ve akademisyenler) birlikte müzakere ederek üç ayrı etik ilkeler kılavuzu geliştirdik. Sonucu yanında sürecinin kendisi de doyurucu bir çalışmaydı. Şu anda kılavuzlar raflarda ve siberuzamda öyle duruyor, pek fazla bakan yok muhtemelen. Yıllardır bir kaç iletişim fakültesinin etik dersinde okutuluyordu en azından; oysa Barış İçin Akademisyenlerbildirisini imzalayan öğretim üyelerinin çoğunun akademiden uzaklaştırılmasıyla muhtemelen pek fazla sayıda derste kaynak olmuyordur artık.
Çelikkan, aynı zamanda Hakikat, Adalet ve Hafıza Merkezi’nin eş yöneticilerindendir. 2015 ve 2016 yılları arasında çeşitli hafıza örgütlerinin bir arada ve daha etkili çalışması için insan hakları ve sivil toplum odaklı çeşitli etkinliklerde bir araya geldik. Bunlar sanki kötülükleri geçmişte bırakmışız ve zaman onların bıraktığı hasarları, yaraları onarma zamanıymış gibi hissedilen daha umut dolu günlerdeki umut arttıran çalışmalardı (Özellikle HDP’nin yüzde 10 barajını aşarak mecliste temsil edildiği Haziran ayında barışın olanaklarına çok yaklaştığımızı düşünüyordum).
Tarihsel diyalog ve geçmişle yüzleşmede bölgesel ağ oluşturmak üzere Hakikat, Adalet ve Hafıza Merkezi tarafından gerçekleştirilen RNHDP (The Regional Network for Historical Dialogue and Dealing with the Past) yaz okullarında ise Latin Amerika’dan Balkanlara kıyımların, işkencelerin, faşizmin yıkımlarına karşı verilen mücadeleleri dinleme ayrıcalığına kavuştuk. Elazar Balkan’ın ilk kez orada dinlediğim görüşleri çok ufuk açıcı oldu: “Tarihsel diyalog bir çıktı değil, bir süreçtir” diyen Balkan’a göre tarihsel diyalog, çatışma çözümü ve geçiş dönemi adaletinden öteye geçebilmek ve çok yakın geçmişten ya da çok yakın gelecekten öteye daha uzun vadeli bakabilmek için çok önemlidir. Murat Çelikkan’ın hafıza, insan hakları ve gazeteciliğin kesiştiği çoklu kimliğinde Özgür Gündem’in nöbetçi yazı işleri müdürü olması işte bu nedenle de çok anlamlıdır.
Hafıza ve gazetecilik konularında uluslararası literatürde de epeydir tartışılan konu, bu ikisinin bir araya pek gelmediğidir. Hafızanın çoğunlukla kurmacalarda ya da belgesellerde yer alıp haberlerde sadece yıl dönümleri vb. takvimlerle sınırlı kalması haklı olarak eleştirilir. “Hafıza, orada ve o zaman ile ilgili iken, gazetecilik burada ve şu ana odaklanır ve sıklıkla geçmiş, gazeteciliğin parametrelerinin dışındadır.” diyor, yazılarını severek okuduğum Barbie Zelizer. Bu, elbette ekonomi-politik dinamiklerden, hegomonik süreçlerden ayrı tutularak genellenebilecek bir konu değil. Hafıza çalışmaları ve gazetecilik, zaten nasıl bir gelecek istiyoruz düzleminde de birleşmek durumunda. Geçmiş, sadece geçip gitmiş değil; yüzleşmeler, özür dilemeler olmadan da geçmiyor zaten. Bugün, geçmişsiz anlaşılamıyor. Nefreti ve yok olmayı seçmeyeceğimiz bir gelecek için ise hafıza çalışmaları da gazetecilik de çok önemli. Bu konu, her gün yeni yaraların eklendiği bizim bulunduğumuz coğrafya özelinde iyice çetrefilleşiyor. Zira zaten ana akım medyanın hatırladıkları, devletin hatırladıkları, hatırlattıkları, özellikle burada ve şu anda artık benzemekten öte iç içe geçmiş durumda. Belki kilit nokta da bu zaten. 1990lar dendiğinde akıllara gelenlerin arasında bir halkın yaşadığı işkencelerin yer almaması ile şu anda bugün barışı terörizm olarak göstermenin arasında çok yakın bir ilişki var.
Yazının başında Murat Çelikkan ile tanıştığımız çalışmayı anmıştım. Son çalışmamız ise 2016 yılının Mayıs ayında düzenlenmesine katkıda bulunduğum 1990’larda Gazetecilik Pratikleri ve İnsan Haklarıbaşlıklı bir atölyeydi. Toplantının moderatörlerinden biri olarak akademik bir çalışma sunuşundan sonra, orada tartışmaları başlatması açısından, insan haklarını haberleştirme konusunda ilgililere bir dizi önerilerde bulunan bir metnin çevirisini yapmıştım. Türkiye için en acil talebin Murat Çelikkan gibi hapsedilen hak savunucularının, gazetecilerin (ve elbette milletvekillerinin de) özgür bırakılmaları olduğunu belirterek ve en yakın zamanda bu yaşanılanların geride bırakılarak hafızalaştırılmasını kendisiyle konuşacağımızı dileyerek buraya ekleyeyim:
Medya ve İnsan Hakları (ya da Türkiye için başlık: Hükümet ve Medyaya Hâlihazırda Yaptığının Tersi Öneriler):
Journalism, Media and the Challenge of Human Rights Reporting başlıklı 2002 yılında International Council on Human Rights Policy tarafından yayınlanan çalışmanın öneriler kısmının özet çevirisi:
Gazeteciler, editörler ve medya örgütleri
Hükümetler ve uluslararası örgütler
İnsan Hakları Örgütleri