Onarıcı Adalet Söyleşileri serisi kapsamında gençlerle adaleti konuşmaya devam ediyoruz. Hafıza ve Gençlik programımızın katılımcısı olmuş gençlerle yaptığımız söyleşilerin üçüncüsünde Yiğit Göktuğ Torun, Zeynep Kılıç ve Nazlı Durak ile onarıcı adalete dair perspektiflerini, hafızalaştırma çalışmalarının onarıcı adalete ve toplumsal iyileşmeye dair katkısını nasıl ve nerede gördüklerine, kişisel deneyimlerinin bu çalışmalara olan etkisini, geleceğe dair umutlarını ve beklentilerini konuştuk.
Onarıcı Adalet SöyleşileriniHafıza Merkezi olarak yürüttüğümüz Adalet İyileştirir projesi kapsamında gerçekleştiriyoruz. Proje, 2000’li yıllarda Kürt çocuk ve gençlere yönelik yaşam hakkı ihlallerinin Türkiye’nin insan hakları hafızasında bıraktığı derin yaralara odaklanıyor. Bu ağır ihlallerin toplumsal ve hukuki dinamiklerini anlamaya çalışırken, aynı zamanda adaleti yalnızca mahkeme salonlarında değil, toplumsal düzlemde de düşünmeye davet ediyoruz.
Adalet sizin için ne ifade ediyor? Ya onarıcı adalet?
Yiğit Göktuğ Torun: Belki 6 Şubat depreminden önce bu soruya daha teorik ve soyut bir çerçevede, “hukukun üstünlüğü” veya “devletin yetkilerinin hukukla sınırlandırılması” şeklinde cevap verirdim. Ancak büyük bir yıkımın ve devletin ihmallerinin doğrudan mağduru olan insanlarla karşılaştığınızda, adalet kavramı sizin için sadece hukuk kitaplarında tanımlanan bir ilke olmaktan çıkıyor. Adalete özne olduğunuzda, yaşanan haksızlıkların ağırlığıyla bu kavramın ne kadar yaşamsal bir ihtiyaç olduğunu hissediyorsunuz. Artık benim için adalet, yalnızca yasaların uygulanması ya da doğru ile yanlışın ayırt edilmesi değil; aynı zamanda mağdurların yaşadıkları hak ihlallerinin giderilmesi, duyulması ve onarılmasıdır. Bu, bireysel düzeyde hak arayışının ötesine geçerek toplumsal vicdana seslenen, güveni ve barışı yeniden inşa eden bir süreçtir. Tam da bu noktada onarıcı adalet devreye giriyor. Onarıcı adalet, yalnızca ceza vermekle yetinmez; mağdurun acısını tanır, failin sorumluluk almasını teşvik eder ve toplumun bu sürece ortak olmasını sağlar. Suçun ya da haksızlığın doğurduğu yaraları sarmayı, ilişkileri onarmayı ve geleceğe birlikte devam etmeyi amaçlar.
Bu nedenle adalet, benim için bir sonuçtan çok bir süreçtir: Hesap verebilirliğin, empati ve toplumsal dayanışmanın birleştiği bir yolculuk. Gerçek adalet, hakikatin ortaya çıkması ve herkesin kendini güvende hissettiği bir düzenin kurulmasıyla mümkündür.
Zeynep Kılıç: Adalet bana her şeyden önce bir arada yaşayabilmenin ve eşitliğin temel koşulu olarak geliyor. Eşit olduğumu hissetmeden bir arada yaşayamam; eşit olduğumu bilmeden, aynı adalet terazisinde yer alamam. Çünkü adalet dediğimiz şey, yalnızca hukuki normlarla değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerle, vicdanla ve ortak yaşamın imkanlarıyla da ilgilidir. Bu noktada onarıcı adalet, çok daha iyileştirici bir yerden sesleniyor gibi geliyor bana. Sanki bir arada yaşayabilen herkese hitap eden, kapsayıcı ve dönüştürücü bir adalet anlayışı.
Onarıcı adalet mekanizması içerisinde hem hakkı hem hukuku barındırır; ancak bu iki unsur bir araya geldiğinde gerçekten onarıcı bir etkiden söz edebiliriz. Bir şeyin onarıcı olması, yalnızca mağdurun değil, failin de sürece dâhil olmasıyla mümkündür. Ortaya çıkan zararların giderilmesine yönelik samimi ve sorumluluk alan adımlar atılmalı; her iki taraf da bu süreçte aktif rol almalıdır. Bu yüzden özür mekanizması çok kıymetlidir. Ama yalnızca özür yetmez; çünkü bu adaletin gerçekleşebilmesi için geçmişle yüzleşmek de gerekir. Geçmişi hatırlamak, unutturmamak ve hesap sorma arzusu, çoğu zaman mağdurların ortak dili haline gelir. Faillerin bu dili duyabilmesi için yüzleşme zorunludur. Bu nedenle, geçmişle yüzleşme meselesi de onarıcı adaletin en temel parçalarından biridir. Hafızayla, geçmişle ve hatırlamayla kurulan bu bağ, adaletin vicdani yönünü de güçlendirir. Bu noktada çok sevdiğim James Baldwin’in bir sözü geliyor aklıma: “Not everything that is faced can be changed, but nothing can be changed until it is faced.” Yani, her yüzleşilen şey değiştirilemeyebilir; ama hiçbir şey, onunla yüzleşmeden değiştirilemez. İşte bu söz, onarıcı adaletin özünü çok güzel özetliyor bana kalırsa.
Nazlı Durak: Adalet benim için duygularımızın yıpranmamış, yorulmamış ve yasa boğulmamış bir akışta olmasını ifade ediyor. Onarıcı adalet ise, bunu nereden başlayarak yapabileceğimizi söylüyor.
Hafıza ve Gençlik projesi kapsamında bir hafızalaştırma çalışmasını gerçekleştirdiniz. Hafıza çalışmalarının adalet arayışına bir katkısı olabilir mi? Bireyleri ve toplumu iyileştirmeyi kolaylaştırabilir mi?
Yiğit Göktuğ Torun: Hafıza çalışmaları, özellikle önceki soruda bahsettiğimiz onarıcı adalet perspektifinden bakıldığında, adalet arayışının vazgeçilmez bir parçası bana kalırsa. Hukuki mücadele, hak ihlallerine uğramış mağdurlar için elbette hayati öneme sahiptir. Ancak, adaletin yalnızca mahkeme salonlarında değil toplumun hafızasında, vicdanında ve gündelik ilişkilerinde de tesis edilmesi gerekir. Hukuki bir kazanım elde edilse bile, toplum mağdura kulak vermemiş, yaşananları sahiplenmemiş ve sorumluluk hissetmemişse, bu adalet eksik kalır.
Hafıza çalışmaları tam da bu noktada devreye giriyor. Mağdurların sesini duymak, hatırlamak ve hatırlatmak; yalnızca geçmişle yüzleşmenin değil, aynı zamanda geleceği daha adil inşa etmenin de anahtarı çoğu durumda. Toplumların unutarak ya da unutturularak devam ettiği birçok ihlalin kökeninde, bu yüzleşme eksikliği yatıyor. Bizim gerçekleştirdiğimiz çalışmalarda mağdurun deneyimini merkeze alarak anlatılar, görseller oluşturmamızı; sanat gibi daha yumuşak ve erişilebilir araçlarla bu sessizliğe alan açmamızı ben çok kıymetli buluyorum. Bu, hem mağdur için hem de toplum için bir iyileşme fırsatı oluyor.
Adaletin sadece yasal değil, etik ve toplumsal bir arayış olduğunu hatırlatıyoruz. Unutulmuş, bastırılmış ya da görmezden gelinmiş deneyimleri gün yüzüne çıkararak, toplumun vicdanını harekete geçirmeye çalışıyoruz. Bu sayede adaletin soyut bir kavram değil, her bireyin hayatına dokunan somut bir ihtiyaç olduğunu yeniden gösteriyoruz. Bu nedenle hafıza çalışmalarını, adaletin insani boyutunu güçlendiren çok değerli bir araç olarak görüyorum.
Zeynep Kılıç: Kesinlikle birincil olmasa da hafıza çalışmalarının adalet arayışındaki yerinin çok önemli bir noktada durduğunu söyleyebilirim. Hatta bazen bu çalışmaların dolaylı etkisi, doğrudan müdahalelerden daha kalıcı bile olabiliyor. Hafıza çalışmalarının en temelde unutturmama üzerine şekillenen yönünü düşündüğümüzde, aslında geçmişi bize yeniden ve ısrarla anımsatan her şeyin, zaman geçse de belli soruları zihnimizde tutmamıza ve aynı meseleleri sorgulamaya devam etmemize neden olduğunu görüyoruz. Peki bu nasıl olur, bu hatırlama hali nasıl mümkün kılınır? Bu soruyu kendime yönelttiğimde, hafıza çalışmalarının hem kalıcılığı hem de belki de kuşaktan kuşağa aktarılabilirliğiyle çok önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Bu noktada aklıma hemen Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra, onun vurulduğu yere yerleştirilen o taş anıt geliyor. Üzerinde “Hrant burada öldürüldü” yazıyor. Basit gibi görünse de bu yazı aslında çok katmanlı bir hafıza mekânı yaratıyor. Hrant öldürüldüğünde henüz doğmamış olan kardeşim, yıllar sonra bu taşı gördüğünde etkilenmiş ve bana dönüp “Hrant kimdi, neden öldürüldü?” diye sormuştu. Dahası, faillerin ceza alıp almadığını da merak etmişti. Bu küçük an, bana hafıza çalışmalarının sadece geçmişi değil, bugünü ve geleceği de şekillendirebileceğini bir kez daha gösterdi. Bu tür çalışmalar belki iyileşme sürecini hemen kolaylaştırmaz ama unutmaya karşı direncimizi kesinlikle güçlendirir. Üstelik, bu süreci sadece alışmak olarak da tanımlayamayız. Çünkü herhangi bir hafıza çalışması, mağduru da faili de o yaşanmışlığı yeniden düşünmeye, kimi zaman yeniden yaşamaya davet eder. Bu yüzden hafıza çalışmaları, sadece geçmişin kaydını tutmakla kalmaz; aynı zamanda adalet mücadelesine katkı sunacak bir vicdan zemini de yaratır.
Nazlı Durak: Hafıza çalışmalarının adalet arayışına bir katkısı olduğuna inanarak Hafıza ve Gençlik projesine katıldım. Burada seçilen gençlik grubu olarak bu adalet arayışına daha güncel, dinamik bir bakış sunuyoruz diye düşünüyorum. Katkıların önünü kapayan yollara rağmen, iyileşme umuduna tutunmak bile başlı başına çok büyük bir eylem.
Gençler başta olmak üzere farklı toplumsal ve siyasal kısımlardan yükselen itirazlarin ve taleplerin ortak bir adalet zemininde buluşma imkanı var mı sizce? Engeller ne? Ümitli misiniz?
Yiğit Göktuğ Torun: Açıkçası ümitliyim. Zaten umudum olmasaydı bu projeye katılmaz, üzerinde bu kadar emek harcamazdım. İnsan, bir kez mağduriyet yaşadığında, benzer hak ihlallerine uğrayanlarla dayanışmanın ne kadar kıymetli olduğunu daha derinden hissediyor. Çünkü bu ihlallerin temeli çoğu zaman ortak: yaşanır, sonra unutturulmaya çalışılır. Bu nedenle “Hatırla, unutma!” gibi güçlü bir slogan sadece bir mücadeleyi değil, birçok farklı alandaki adalet arayışını da tetikleyebilir. Farklı toplumsal taleplerin aslında ne kadar iç içe olduğunu görmeye başlıyoruz ve bu da ortak bir adalet zemini için umut verici bana kalırsa.
Örneğin, 6 Şubat depremlerinden sonra yürüttüğümüz projede yasın sadece bireysel bir kayıp değil; şehrin belleğiyle birlikte yaşanması gereken bir süreç olduğunu vurguladık. Mekânla kurulan bağ, nostaljik değil, hak temelli bir yüzleşmeye dayanıyordu. Antakya’daki kayıpları hatırlarken, Hasankeyf’i, Sur’u düşündüm. Bir yerde yaşanan ihlalin diğerine nasıl ışık tuttuğunu gördüm. Nehna’da okuduğum bir yazıda, Sur’da yaşananların Antakya için bir uyarı niteliğinde olduğu yazıyordu. Bu tür karşılaştırmalar, halkların birbirinden öğrenmesini ve adalet arayışında ortak bir zemin inşa etmesini sağlama potansiyeline sahip aslında.
Ancak elbette engeller de var. Hepimiz kendi hayat mücadelelerimizle meşgulüz. Her hak ihlaline yetişmek, her mücadelede aktif olmak kolay değil. Bu nedenle daha çok birlikte olmaya, birimizin gücünün tükendiği yerde diğerinin el uzatmasına ihtiyacımız var. Tıpkı bu projede farklı gençlerin bir araya gelişi gibi. Ben bu bir araya gelişleri ve karşılaşmaları, yüzleşmeleri çok ama çok değerli buluyorum tam da bu nedenle.
Zeynep Kılıç: Bu konuda, hele ki yaşadığımız şu tarihi günlerde, oldukça ümitliyim. Barış isteğinin her kesimden gür bir sesle yükselmesi gerekirken, özellikle biz gençlerin bu süreçte birer özne olarak yer alması oldukça değerli. Farklı kesimlerden gençlerin bir araya geleceği buluşmalarda doğacak fikirlerin, yükselecek seslerin geleceğimiz şekillenirken dikkate alınması da yine biz gençlerin elinde aslında. Öte yandan, farklı sesleri duymanın tüm zorluklara rağmen çok umut besleyen bir yanı olduğu da şüphesiz. İmkânların çoğu zaman beraberinde bazı engelleri getireceğini düşünürsek, farklı toplumsal ve siyasal kesimlerin taleplerini duymak önemli. Aynı noktada buluşmak zorunda değiliz elbette, fakat bu taleplerin farkında olmak bile bence oldukça kıymetli. Engellerin hiç olmadığı bir senaryo oldukça zor ama burada önemli olan, farklı toplumsal kesimlerin itirazlarının ve taleplerinin var olması ve aslında bunların aynı yere kanalize olabilmesi. Yani varılacak yerin, sözün söylendiği öznenin ortaklığından yola çıkarsak, birlikte aynı masada buluşabilme ihtimalimiz de olur. Hatta belki gençlerin bu konudaki katkısı, diğer kesimlere de bir cesaret ışığı olur ve insanları ortak bir adalet zemininde buluşmaya ikna edebilir. Bu sebeple gençlerin bu konudaki enerjisini ve gücünü hafife almadan bir yol izlenirse, adalet zemininde buluşup konuşabilmenin ümit veren yanı oldukça yüksek olacaktır.
Nazlı Durak: Toplumsal cinsiyeti önceleyerek, cinsel yönelimlerin ve cinsiyetlerin özgürleşmesini adalet arayışı içinde daha çok konuşup somut adımlar atabilirsek, belki… Sokaktan öğrenmeyi de ajite etmeden, o alana güvenmek sanırım imkanın bir biçimi. Bizleri katkı sunmaya davet ettiğiniz için teşekkür ederiz.
Yiğit Göktuğ Torun
Antakya’da doğdu ve büyüdü. Boğaziçi Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler - Felsefe çift ana dal lisans derecesiyle mezun oldu. Berlin Humboldt Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin ortak programı olan Alman-Türk Sosyal Bilimler Yüksek Lisans Programında DAAD bursu ile yüksek lisans eğitimini tamamladı. Mısır’ın Kahire kentindeki mülteci çocuklara yönelik bir projeye katıldı ve Erasmus+ stajını Duisburg-Essen Üniversitesi’nde Türkiye kaynaklı göç dalgaları üzerine yaptı. Nehna gönüllüsü.
Zeynep Kılıç
Zeynep Kılıç 1997 yılında Van’da doğdu, ilk orta ve lise eğitimini burada tamamladı. Lisans eğitimine Kimya Mühendisliği bölümünde başladı fakat sosyal bilimlere olan ilgisinden dolayı bu bölümü bıraktı. Ardından devam ettiği Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Üzerine okuyup, düşünüp, üretim yaptığı konular arasında göç, zorla yerinden edilmeler, diaspora, toplumsal bellek ve yemek hafızası yer almaktadır.
Nazlı Durak
Nazlı, dansçı ve hareket ile sosyal hareket alanında uzmanlaşmış uluslararası bir sanatçı. İşbirlikçi pozisyonunda olmayı tercih ediyor. Şimdiye kadar doğaçlama pratikleri ile üretim ve hip-hop kültürünü kullanarak genç kızlarla çalışma üzerine deneyimleri var.
Onarıcı Adalet Söyleşileri serisinin diğer söyleşileri için:
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (1): Adaletsizliğin yapısal boyutları ve onarıcı diyalog
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (2): Kolombiya, Meksika ve geçiş dönemi adaletinin dönüşümü
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (3): Geçmişle yüzleşmek, daha adil toplumları inşa etmek
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (4): Adalet, hakikat ve hikaye anlatıcılığının gücü
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (5): Onarıcı adaletin çocuk haklarıyla ilişkisi ve yerel yönetimlerin rolü
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (6): Bir süreç olarak onarıcı adalet
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (7): Çocuk hakları, dayanışma ve onarım
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (8): 28 Mart Olayları ve bir avukatın tanıklığı
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (9): Gençler adaleti konuşuyor-I
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (10): Gençler adaleti konuşuyor-II
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (11): Gençler adaleti konuşuyor-III
Bu söyleşi Adalet İyileştirir projesi kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla Hafıza Merkezi’ne aittir ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.