Ana içeriğe atla
Ana Sayfa

Ceza hukukunda bir davanın zamanaşımına uğraması, suçun işlendiği tarihten itibaren belli bir süre geçmesiyle yargılamaya devam edilememesini ve davanın düşürülmesini ifade eder. Zamanaşımının bir norm olarak hukukta var olmasının, suç işleyenlerin makul sürede cezalandırılmasının sağlanması veya haklarında dava açılma riskinin hayatlarını uzun yıllar boyunca gölgelememesinin temini gibi makul gerekçeleri var.

İnsanlığa karşı suçlar ve/veya ağır insan hakları ihlalleri, yani genellikle devletler tarafından ya da devletler adına işlenen suçlar söz konusu olduğunda ise zamanaşımı sürelerinin bireylerin birbirine karşı işlediği suçlardan farklı ele alınması gerekir.

Peki insanlığa karşı suçlar ve ağır insan hakları ihlalleri kavramları ne anlama geliyor ve neden standart zamanaşımı değerlendirmesine istisna teşkil etmeliler?[1]

 İnsanlığa karşı suçlar ve ağır insan hakları ihlalleri, insan hakları hukuku ve uluslararası ceza hukukunda çeşitli düzenlemelere konu olan, birbiriyle ilişkili ancak farklı iki kavram. En basit anlatımla denilebilir ki bütün insanlığa karşı suçlar aynı zamanda ağır insan hakkı ihlalidir, ancak bütün ağır insan hakkı ihlalleri insanlığa karşı suçun bağlamını oluşturan koşulları karşılamaz.

 Ağır insan hakları ihlalleri doğası, kapsamı ve niteliği itibariyle yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığın bütünlüğünü etkileyen (fakat bunlarla da sınırlı olmayan) ihlalleri ifade eder; toplumda dehşet uyandıran köleleştirme, yasadışı infaz, zorla kaybetme, işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele gibi en ağır suçları içerir.

İnsanlığa karşı suçlar ise anılan ağır insan hakları ihlallerinin belirli bir sivil nüfusa yönelik yaygın ve/veya sistematik bir şekilde uygulandığı durumu ifade eder. Bir suçun insanlığa karşı suç olarak nitelenmesi için o suçun bir “saldırı” niyeti içermesi, bu saldırının sivil bir nüfusu hedeflemiş olması, yaygın ve/veya sistematik olması, failin suçu böyle bir saldırıdan haberdar bir şekilde gerçekleştirmiş olması gibi bir dizi koşulun gerçekleşmesi gerekir.[2] 

Tarihsel Arka Plan

Yasadışı ve keyfi infazlar, işkence, zorla kaybetme, soykırım, katliam, savaş suçları, cinsel şiddet, zorla yerinden etme gibi ağır insan hakkı ihlalleri, dünyanın her yerinde ağırlıkla devlet aygıtının örtülü ya da açık dahli ile işlenmiş suçlardır, bu yüzden bahse konu suçların ispatı son derece zordur ve bazen nesiller boyu bile mümkün olmayabilir.

Bu nedenledir ki olağan hukuk rejimi kapsamında makul gerekçeleri olan zamanaşımı süreleri için, olağanüstü suçlar söz konusu olduğunda bazı istisnalar öngörülmüştür ve bu istisnaların en sık referans gösterilen dayanağı ise II. Dünya Savaşı sonrası Nürnberg yargılamalarıdır.[3][4]

Dünya Savaşı sonrası Nürnberg yargılamalarında mahkeme, Nazi Almanyası döneminde işlenen insanlığa karşı suçların zamanaşımından muaf tutularak kovuşturulması gerektiğine ve sanıkların üç büyük suçtan yargılanmalarına karar vermişti. Bunlar:

  1. Barışa karşı suç, yani dünya barışını muhafaza eden ilkeleri ihlal ederek saldırgan bir savaş başlatmak,
  2. Savaş suçları, yani savaşı düzenleyen kural ve yasaları ihlal ederek sivillere, savaş tutsaklarına yönelik kötü muameleler,
  3. İnsanlığa karşı suçlar.

O tarihten bu yana çeşitli hukuksal düzenlemelerde insanlığa karşı suçlar süreğen suçlar olarak değerlendirilir ve zamanaşımı sürelerinden mutlak bir şekilde muaf tutulurlar.

Hukuk alanında ağır insan hakkı ihlallerinin insanlığa karşı suç niteliğinde olmadığı durumlarda da aynı şekilde zamanaşımı sürelerinin ya hiç uygulanmaması ya da esnek yorumlanması gerektiği konusunda genel bir mutabakat vardır.

İnsanlığa karşı suç kavramının çıkış noktası II. Dünya Savaşı ve Nazi suç aygıtının yarattığı dehşetti. Nürnberg yargılamaları sürecindeki hukuksal tartışmalar geniş toplumsal kesimleri derinden sarsan böylesi dehşet dönemleri sonrasında hakikatin ortaya çıkması, adaletin sağlanması ve yaraların sarılmasının olağan hukuk rejimlerinde geçerli olağan kurallar ötesinde mekanizma ve yöntemler gerektirdiği düşüncesini ortaya çıkardı.

İlk olarak savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım gibi en ağır uluslararası suçlar zamanaşımı uygulamalarından muaf tutuldu. Daha sonra da diğer ağır hak ihlalleri için zamanaşımının istisnai halleri tartışıldı ve bu tartışmalar mağdurların adalet talebi ile hukuki öngörülebilirlik ilkeleri arasında bir denge gözeten yeni prensipler doğurdu.

Uluslararası Düzenlemeler Ne Diyor?

Türkiye’nin tarafı olduğu (ve olmadığı) birçok uluslararası sözleşme ve genel hukuk kaynaklarında ağır insan hakları ihlallerine ilişkin yargılamalarda standart zamanaşımı kurallarının işletilemeyeceğine dair benzer bir yaklaşım görülür. Bunlar arasında Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Konseyi temel ilkeler ve prensipler belgelerini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Amerikalılararası İnsan Hakları Mahkemesi (AAİHM) içtihatlarını sayabiliriz.[5][6]

Uluslararası düzenlemeler ve içtihadın ortaklaştığı nokta, devletlere ağır insan hakları ihlallerini etkili şekilde soruşturma, failleri yargılama, hakikati ortaya çıkarma ve suçun tekrarını önleme gibi bir dizi ödev vermeleri. Zamanaşımı sürelerinin ancak devletin bu ödevlerini yerine getirmesi koşuluyla uygulanabileceği, aksi halde devletin zamanaşımı savunmasının ardına saklanamayacağı kabul edilir.

Zamanaşımı meselesinin nasıl ele alınması gerektiği 70’li ve 80’li yıllardaki ‘kirli savaş’lar sırasında yaşanan sistematik ve yaygın ağır insan hakları ihlallerine karşı mücadele yürüten Arjantin, Şili, Honduras, Venezüela, Bolivya, Uruguay gibi Latin Amerika ülkelerinin yüksek mahkeme kararlarında, AAİHM kararlarında ve AİHM kararlarında açıktır.

Failleri Korumanın ve Cezasızlığın Aracı Olarak Zamanaşımı

Devlet dahliyle işlenen suçlar söz konusu olduğunda, olağan bir hukuk düzeninde makul gerekçeleri olan zamanaşımı ilkesi, toplumsal barışın ihtiyaç duyduğu yüzleşmenin önünde engel teşkil eder. Devletlerin faili ya da azmettiricileri olduğu suçlar söz konusu olduğunda zamanaşımının failleri korumak için etkili bir cezasızlık aracı olarak kullanıldığı söylenebilir. Geçmişle yüzleşmek yerine geçmişin üstünü örtme politikası güden devletler, soruşturma ve kovuşturma süreçlerini uzatmak ve mağdurlar aleyhinde zorlaştırmak için pek çok müdahalede bulunmanın yanı sıra zamanaşımını da mutlak bir cezasızlık aracı olarak kullanırlar. Zamanaşımının bu şekilde araçsallaştırılmasının ne tür engeller teşkil ettiği şöyle özetlenebilir:

  • Adaletin sağlanması: Ağır insan hakları ihlalleri genellikle işkence, soykırım, zorla kaybetme gibi ahlaki ve hukuksal açıdan en ciddi suçları içerir. Bu tür suçların kovuşturulması, mağdurların adalet arayışına yanıt vermek ve faillerin hesap vermesini sağlamak açısından büyük öneme sahiptir. Ancak zamanaşımı sorunu suçların işlendiği tarihten belirli bir süre geçtikten sonra dava açılmasını engelleyerek adaletin sağlanmasını zorlaştırır. Bu durum, mağdurların haklarının korunamamasına ve faillerin cezasız kalmasına yol açar.
  • Hakikati bilme hakkı: Ağır insan hakkı ihlallerine dair hakikatlerin üzeri, baskı dönemlerinde yürütülen karşı propaganda, sansür, delillerin gizlenmesi, mağdurların ve tanıkların tehdit edilip susturulması gibi yöntemlerle örtülebilir ve hakikatler bazen yıllar sonra ortaya çıkabilir. Hukuksal düzenlemeler bu nedenle ihlalleri çevreleyen koşullara dair hakikat ortaya çıkarılmadıkça devletlerin soruşturma yükümlülüğünün devam etmesi ve zamanaşımı sürelerinin işletilmemesi gerektiğine vurgu yapar.
  • Toplumsal hafıza: Ağır insan hakları ihlalleri ve şiddet bir toplumun hafızasında yüzleşme ve onarım süreçlerinden geçmedikçe köklenen derin acılar ve travma izleri bırakır. Hak ihlallerinin mağdurlar, kolektifler ve geniş toplumsal kesimlerin hafızasındaki kurucu yerine dair dinamiklerin analizi bu bağlamda son derece önemlidir. Geçmişle yüzleşme ve dönüştürücü onarım süreçlerine imkan tanınması gelecekte benzer ihlallerin oluşumunu engeller. Zamanaşımı bu bağlamda bir yandan işlenen suçların toplumsal hafızadan silinmesine ve ihlallerin unutulmasına öte yandan geçmişle yüzleşmeyi ve onarım süreçlerini engelleyerek daha kronik ve çözümsüz hale gelmesine yol açar.
  • Suçlar ile ilgili caydırıcılık: Zamanaşımı sorunu, ağır insan hakları ihlalleri teşkil eden suçları işleyenlere bir tür dokunulmazlık sağlar. Failler, zamanla suçlarının cezasız kalacağına güvenebilirler ve bu da gelecekte benzer suçları işleme konusunda onları cesaretlendirebilir, insan hakları ihlalleri daha da yaygın hale gelebilir. Buna mukabil ağır insan hakları ihlallerinin yargısal süreçlerinde zamanaşımı süresinin olmaması, suç işleyenler üzerinde caydırıcı bir etki yaratabilir ve böylece gelecekteki ihlallerin önlenmesine yardımcı olabilir.
  • Mağdurların hakları ve iyileşme: Adaletin gerçekleşmesinin önündeki engellerden biri olarak zamanaşımı, mağdurların tanıma, tazmin ve onarım kapsamındaki haklarının verilmesini imkansızlaştırabilir ve dolayısıyla bu adımları takiben gelen iyileşme süreçlerini etkileyebilir. İnsan hakları ihlalleri ve savaş suçları mağdurlarının genellikle travmatik deneyimlerin uzun süreli etkileriyle mücadele ettiği düşünüldüğünde zamanaşımı süreleri, mağdurların adalet arayışlarını sınırlar, travmaların yarattığı etkileri onarma ve iyileşme süreçlerini olumsuz etkiler.
  • Evrensel, bölgesel ve yerel hukuk düzenlemelerine uygunluk: Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden bu yana küresel ve bölgesel düzeyde pek çok uluslararası düzenlemede insan haysiyeti, insan haklarının evrensel olarak saygı görmesi ve korunması gerektiği gibi ilkeler vurgulanır. Ağır insan hakları ihlalleri, bu evrensel normlara ciddi bir aykırılık oluşturduğu gibi bu tür ihlallerle ilgili olarak ortaya çıkan zamanaşımı sorunu uluslararası hukuk normlarına uygunluk ve insan haklarının korunması açısından bir sorun teşkil eder. İnsan hakları ihlallerine karşı sıfır tolerans politikası bu anlamda mutlaka zamanaşımı sürelerini kaldırmayı veya uzatmayı gerektirir.

Zamanaşımı yüzünden yüzleşemediğimiz suçlar

Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık tarihi, dini inançları, etnik kimliği ve ideolojik görüşü yüzünden hedef alınanların tarihi. 6-7 Eylül Pogromu, Maraş, Çorum, Sivas Katliamları gibi büyük ölçekli olaylar, 12 Eylül Darbesi, Kürt Meselesi bağlamında işlenmiş pek çok suç zamanaşımı süreleri nedeniyle cezasız kaldı. 1915’i de içine alarak düşünüldüğünde devralınan inkar, yüzleşmeme ve cezasızlık kültürü, devletin zamanaşımını bir cezasızlık aracı olarak kullanma alışkanlığı bu bağlamda kalıcı bir toplumsal barış ve uzlaşma inşasının önündeki en önemli bir engel.

  • 6-7 Eylül Pogromu (1955): Hatırlanacak olursa 6-7 Eylül , 1955 yılında görünürde Kıbrıs sorunu nedeniyle başlatılan Rum azınlığa yönelik yoğun saldırılarda muazzam bir şiddet uygulandı kiliseler, okullar, evler ve işyerleri hedef alındı. Zamanaşımı süreleri ve cezasılık pratiği nedeniyle bu saldırıların faillerinin cezalandırılması bugüne kadar mümkün olamadı.
  • Maraş Katliamı (1978): 19-26 Aralık 1978 tarihlerinde Maraş’ta yaşanan olaylar sırasında da Alevi topluluğa yönelik büyük çaplı bir saldırı gerçekleşti. Yüzlerce kişi öldürüldü, yüzlercesi yaralandı ve binlerce ev ve iş yeri tahrip edildi. Bu katliamdaki ağır insan hakları ihlalleri de zamanaşımı engelinin kolaylaştırdığı ortamda cezasız kaldı. Zamanaşımı süreleri, adaletin sağlanmasını zorlaştırdı ve faillerin cezalandırılmasını engelledi.
  • 12 Eylül Darbesi: 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşen askeri darbe sonrasında, yüzbinlerce kişi gözaltına alındı, işkenceye maruz kaldı. Yüzlerce insan zorla kaybedildi, işkence merkezleri veya cezaevlerinde öldürüldü. Sistematik ve yaygın ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili suç duyuruları zamanaşımı nedeniyle kapatıldı, faillerin cezalandırılması engellendi. Darbeden 32 yıl sonra, 2010 Referandumu ile, darbecilere yargılama bağışıklığı sağlayan Anayasa’nın Geçici Madde 15 düzenlemesi kaldırılınca Milli Güvenlik Konseyi’nin (MGK) hayatta kalan iki üyesi Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’ya dava açılabildi. Ancak bu davada da zamanaşımı engeli devreye girdi. Hem emir komuta zinciri dikkate alınmadı ve yargılama sadece bu iki sanıkla sınırlı tutuldu hem suçlamalara insanlığa karşı suçlar dahil edilmedi hem de dava zamanaşımı ve sanıkların ölümü nedeniyle düşürülerek kapatıldı. Böylece dönemin tüm failleri cezasız kaldı.
  • Sivas Katliamı (1993): 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta gerçekleşen Madımak Oteli katliamında da alevi ozanı Pir Sultan Abdal’ı anmak amacıyla düzenlenen etkinliğe katılanlar hedef alındı. Oteli kuşatan ve yönlendirildiği açık olan bir bir kalabalık, içerideki katılımcıları linç etmeye çalıştı ve oteli ateşe verdi. 33 kişi hayatını kaybetti. Zamanaşımı süreleri nedeniyle, adalet sağlanmadan ve faillerin cezalandırılması mümkün olmadan dava kapatıldı. Süren yargılamada da hiçbir sonuç alınamayacak gibi görünüyor.
  • 90’lar ve Zorla Kaybetmeler: Türkiye’de, insanların devlet görevlileri ya da onların emri altındaki kişiler tarafından kaçırılıp kaybedilmesi anlamına gelen zorla kaybetmeler 1980’li yıllarda başladı ve olağanüstü bir artışla 1990’lı yıllara damgasını vurdu. Zorla kaybetmenin kamu gücü dahli olmadan gerçekleşemeyeceği, mütemadi suç olduğu, kayıp kişinin akıbeti belirlenip bedeni bulunana kadar zamanaşımı işletilmemesi gerektiği yönündeki uluslararası hukuk düzenlemeler hiçbir yargılama makamı tarafından dikkate alınmadı. Mağdurların ve ailelerinin adalet arayışı zorlaştırıldı, failler cezalandırılmadı ve adalet sağlanmadan soruşturma ve kovuşturmalar zamanaşımı nedeniyle kapatıldı.[7][8][9]
  • Kürt Meselesi: Ağır insan hakları ihlalleri Kürt meselesi ile doğrudan veya dolaylı şekilde ilişkili. 1980’lerden bu yana ve ağırlıkla OHAL döneminde yaşanan çatışmalarda binlerce insan öldü, kaybedildi, işkence gördü, göçe zorlandı ve köyleri boşaltıldı. Zamanaşımı süreleri, bu dönemdeki insan hakları ihlallerine ilişkin adalet arayışını engelledi ve faillerin cezasız kalmasına yol açtı.

Türk Ceza Kanunu’nda zamanaşımı sorunu

Türkiye’de 2005 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu (TCK) o dönem için olumlu karşılanan bir düzenleme ile Madde 77’de insanlığa karşı suçun tanımını yaptı ve zamanaşımı süresinin bu suçlar için işletilemeyeceğine karar verdi.

 

Ancak bu düzenleme tamamen şekilsel kaldı ve mahkemeler bugüne dek Türkiye’de işlenmiş herhangi bir suçu, Madde 77’de düzenlenen “insanlığa karşı suç” kapsamında ele almadı.

Bunun sebepleri şöyle listelenebilir:

  1. Suçların işlendiği tarihe bakıldı. Kanunların geriye yürümeyeceği yönündeki genel ilkeden hareketle düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih olan 2005’ten önce işlenmiş suçlar kategorik olarak “insanlığa karşı suç” kapsamda değerlendirilemedi.
  2. ‘Kanunilik ilkesi’ eksik değerlendirildi: Kanunilik ilkesi, kanunda suç olmayan fiillerden dolayı kişilerin cezalandırılamayacağı ve ceza kanunlarının geçmişe yürütülemeyeceği anlamına geliyor ancak bu ilkeyi uluslararası hukuk düzenlemeleri ile birlikte değerlendirmek gerekirken bu boyut dikkate alınmadı.[10]
  3. Suçun niteliği değerlendirilmedi: “İnsanlığa karşı suç” kategorisinin tarihsel ve uluslararası hukuktaki bağlamı değerlendirilmedi kanunilik ilkesinin istisnai boyutları dikkate alınmadı.Oysa suçun niteliğine, yani “siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak” işlenip işlenmediğine bakılması gerekirdi.

Dikkat Çekmek İstediğimiz Hususlar

Bu tespitler doğrultusunda Türkiye’de ağır insan hakları ihlallerinin zamanaşımına uğramasının en önemli sebeplerinden birinin yargının bu suçları münferit suçlar olarak ele alışı ve ağır insan hakları ihlallerinin yaygın ve sistematik karakterini incelemiyor, uluslararası hukuksal düzenlemeleri/içtihadı dikkate almıyor oluşu olduğu söylenebilir. (Örneğin, 1990’larda OHAL bölgesinde işlenmiş suçlara ilişkin yargılamalara baktığımızda, bu dönemde binlerce insan kamu görevlileri dahliyle işkence, zorla kaybetme ve hukuk dışı infaz gibi hak ihlallerine uğramamış gibi mahkemelerin tüm bu suçları münferit suçlar olarak ele aldığını görüyoruz.)

Yargıya da uzanan devletin ağır insan hakları ihlallerindeki sorumluluğunu saklama refleksi öyle güçlü ki kontrgerilla, JİTEM ve benzeri kurumların veya hukuk dışına çıkarak ihlallere karışan kamu görevlilerinin ihlallerdeki rollerine ilişkin hiçbir etkili soruşturma yürütülemiyor. Dava dosyaları ihlallere sebep olan koşullar ve örüntüler ortaya çıkarılmadan kapatılıyor.[11]

Bağımsız araştırmacıların, akademisyenlerin ve sivil toplum kuruluşlarının  belgeleme ve analiz çalışmaları planlı ve sistematik boyutu ortaya koydukları halde ağır insan hakkı ihlalleri münferit cinayetler kabul edilerek “kasten öldürme” suçunun cezası olan 20 yıllık zamanaşımına tabi tutuluyor.

 

Bu süre, soruşturma ve kovuşturma süreleri yasada sayılan sebeplerle kesilmiş ya da durmuşsa ½ oranında uzuyor ve 30 yıllık tavan süre sonunda uluslararası hukuka aykırı olarak dosyalar birer birer kapatılıyor.

Dünyada zamanaşımı ve yüzleşme

Dünya örneklerine baktığımızda ise bambaşka bir yargı pratiği ile karşılaşıyoruz. Özellikle Latin Amerika ülkelerinde yargının yerel hukuktaki zamanaşımı engelini uluslararası hukuk ve teamül hukuku uygulayarak aştığını, darbecilere af ilan edilmiş olmasına rağmen, olaylardan uzun yıllar geçtikten sonra bile aralarında üst düzey darbecilerin de olduğu çok sayıda sorumlunun cezalandırıldığını görüyoruz.[12][13]

Arjantin örneğine baktığımızda 1976-83 arası yaşanan kirli savaş dönemi suçları için açılan davalarda darbenin lideri General Videla ve ekibinin de zamanaşımı savunması yaptığına sanıkların önce cezalandırıldığına, sonra çıkarılan af yasasıyla affedildiğine tanık oluyoruz.

Ancak Plaza de Mayo Anneleri ve CELS (Hukuki ve Sosyal Çalışmalar Merkezi) isimli insan hakları kuruluşlarının yürüttüğü muazzam hukuk mücadelesi sonunda Arjantin Yüksek Mahkemesi insanlığa karşı suçların tüm zamanlarda tüm toplumlarda yasaklanan eylemlere dair ius cogens/buyruk kurallar olduğuna, bu suçlar bakımından sıradan suçlar için geçerli zamanaşımı kurallarının işletilemeyeceğine ve devletin zamanaşımı kurallarının ardına sığınarak sorumluları cezalandırmaktan imtina edemeyeceğine ve af ilan edilemeyeceğine karar verdi. Videla ve arkadaşları zamanaşımı savunması dikkate alınmadan cezalandırıldı.[14]

Aynı şekilde Şili’de 1973 yılında Allende’nin de devrildiği askeri darbe döneminde yoğun insanlığa karşı suçlar işlenmesine yol açan General Pinochet de olaylardan 25 yıl sonra İngiltere’de tutuklandığında zamanaşımı ve dokunulmazlık savunması yaptı. Şili’de Yüksek Mahkemesi diktatörün senatörlük üzerinden kazandığı ömür boyu dokunulmazlığı kaldırarak yargılanmasına karar verdi, zamanaşımı savunmasını da dikkate almadı. İngiltere tarafından sağlık sorunları nedeniyle tutukluluğu kaldırılarak Şili’ye iade edilen Pinochet 300’den fazla suçlama kapsamında yargılaması devam ederken ev hapsindeyken öldü.[15]

Hem Arjantin hem Şili’de emir komuta zinciri içinde yer alan pek çok üst ve orta düzey asker hakkında da sonraki yıllarda binlerce dava açıldı, ceza verildi. Bazı yargılamalar hala devam ediyor.

Türkiye’de baktığımızda ise 12 Eylül darbecilerinin sadece hayatta kalan iki üyesi Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın referandum sonrası 2012 yılında açılan davada yargılandığını görüyoruz. Evren ve Şahinkaya yargılamada önce müebbet hapis cezası aldı ancak daha sonra zamanaşımı nedeniyle davaları düşürüldü. Yargılama kesinleşmeden evvel ikisi de yaşamını kaybetti, böylece açılan tek dava da cezasızlıkla sonuçlanmış oldu. Emir komuta zinciri içinde yer alan ve insanlığa karşı suçlara yol açanlar hakkında başka hiçbir dava açılmadı. Aynı şekilde 90’lı yıllarda işlenen insanlığa karşı suçlarla ilgili olarak açılan ve yukarıda bahsedilen bütün davalar dünya örneklerinin tersine cezasızlıkla sonuçlandı.

Tavsiye ve öneriler

Aralarında Hafıza Merkezi’nin de bulunduğu insan hakları kurumları, alanda çalışan akademisyenler ve hak savunucuları dünyada ve Türkiye’de ağır insan hakları ihlalleriyle yüzleşmek, zamanaşımı ve cezasızlık sorununu ortadan kaldırmak için çeşitli tavsiyede bulunuyor. Aynı zamanda yasal düzenlemelerde de devletlere yüklenen ödevler sıralanıyor. [16][17]

Ağır insan hakları ihlallerinin etkili bir şekilde soruşturulması, hakikatin ortaya çıkarılması, mağrurlar için giderim ve onarım programları oluşturulması, suç işleyen devlet görevlilerinin cezalandırılması ve tekrarın önlenmesi bu tavsiyelerin en önemlilerinden bazıları.

Zamanaşımı sürelerinin uluslararası hukuka uygun olarak düzenlenmesi, kaldırılması veya uzatılması da aynı şekilde önemli tavsiyeler arasında. Çünkü suç işleyenlerin cezasız kalmasını önlemek, mağdurların adalet arayışını desteklemek ve insan hakları ihlallerinin soruşturulmasını ve yargılanmasını mümkün kılmak devletlerin en temel sorumluluğu.

Dünyada birçok ülke, ağır insan hakları ihlalleri ile ilgili hakikatleri ortaya çıkarmak için araştırma komisyonları kurulmasını önermektedir. Bu tür mekanizmalar, zamanaşımı sürelerinin dolmasına rağmen, ihlaller ile ilgili hakikatleri belirleyebilir, sorumluları tespit edebilir ve adaletin sağlanmasına katkıda bulunabilir.

Kurumsal reformlar yapılması, ağır insan hakları ihlalleri ve insanlığa karşı suçlarla ilgili yasal boşlukların doldurulması da son derece önemlidir. Bu bağlamda Türkiye’de zorla kaybetme suçu yasada insanlığa karşı suç kapsamına alınmalı,geçmişte işlenen insanlığa karşı suçlarla ilgili uluslararası standartlara uygun zamanaşımı düzenlemeleri yapılmalı, özetle, tüm kanuni düzenlemeler cezasızlığı ve suçların tekrarını önleyecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.[18]

Cezasızlığın en önemli sebeplerinden birinin yargının mağdurları değil ihlallere karışan kamu görevlileri koruyan tutumu olduğu dikkate alınarak yargının hak ve özgürlüklerden yana bir pratik geliştirmesini sağlayacak her türlü yasal ve uygulama önlemleri alınmalıdır. BM ve Avrupa Konseyi’nin yargı ile ilgili organları bu bağlamda yargıya bağımsızlık ve tarafsızlık sağlayan düzenlemelere özel olarak işaret etmekte, insan hakları eğitimi ve farkındalık çalışmalarının önemini vurgulamaktadır.[19][20]


[1] Bu metin, okuyucunun karmaşık hukuki tartışmaları ve terminolojiyi takip etmesini kolaylaştırmak adına basitleştirerek hazırlanmıştır. Konuya dair daha ayrıntılı bilgi ve analizler için Hafıza Merkezi’nin önceki çalışmalarına ve yayınlarına bakılabilir: https://hakikatadalethafiza.org/kaynak_tipi/yayinlarimiz/.

[2] “İnsanlığa karşı suçlar” tanımının teknik sınırları için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 1998 yılında imzalanıp 2002 yılında yürürlüğe giren kurucu belgesi Roma Statüsü Madde 7 referans alınabilir: https://www.icc-cpi.int/sites/default/files/RS-Eng.pdf.

[3] Alpkaya, G., Ataktürk Sevimli, E. Ballıktaş Bingöllü, B., Çiftçioğlu K., Gebeş, M., Yavan, D. Dava İzleme: Duruşma Salonunda Devlet ve Yurttaş, 2017, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/dava-izleme-durusma-salonunda-devlet-ve-yurttas/.

[4] Sevdiren, Ö. Türkiye’nin Cezasızlık Mevzuatı, 2015, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/turkiyenin-cezasizlik-mevzuati/.

[5] Çalı, B. “Ağır İnsan Hakları İhlallerinde Zamanaşımı: Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme.” Amicus Curiae Görüşü, 2017, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/amicus-curiae-gorusu-agir-insan-haklari-ihlallerinde-zamanasimi-karsilastirmali-bir-degerlendirme/.

[6] Doğru, O., Dinçer, H. “Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru ve Zorla Kaybetmeler.” Amicus Curiae Görüşü, 2017, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/amicus-curiae-gorusu-anayasa-mahkemesine-bireysel-basvuru-ve-zorla-kaybetmeler/.

[7] Alpkaya, G., Altıntaş, İ., Ataktürk Sevimli, E., Sevdiren, Ö., Zorla Kaybetmeler ve Yargının Tutumu, 2013.  https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/zorla-kaybetmeler-ve-yarginin-tutumu/.

[8] Göral, Ö.S., Işık, A., Kaya, Ö. Konuşulmayan Gerçek: Zorla Kaybetmeler, 2014, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/konusulmayan-gercek-zorla-kaybetmeler/.

[9] Ataktürk Sevimli, E., Gebeş, M., Kılıç, E., Zeren, G., Zıngıl, Ö., 1990’lı Yıllardaki Ağır İnsan Hakları İhlallerinde Cezasızlık Sorunu: Kovuşturma Süreci, 2021, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/1990li-yillardaki-agir-insan-haklari-ihlallerinde-cezasizlik-sorunu-kovusturma-sureci/.

[10] European Center for Constitutional and Human Rights, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, “Zorla Kaybetmeler Hakkında Amicus Curiae Raporu,” 2016, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/zorla-kaybetmeler-hakkinda-amicus-curiae-raporu/.

[11] Davalara dair detaylı bilgiye, arka plan bilgisine, yayınlanan haberlere ve duruşma izleme raporlarına ve davaların seyrini anlatan zaman çizelgelerine https://www.failibelli.org/ adresinden ulaşılabilir.

Faili Belli, Türkiye’nin yakın geçmişindeki ağır insan hakları ihlallerine karıştığı iddia edilen devlet görevlilerinin yargılandığı davaları izleyerek, yargısal pratiği mercek altına alan, izleme çalışmasının çıktılarının yayınlandığı, Hafıza Merkezi’nin hukuk alanındaki çalışmalarının bir ürünü olan dijital bir arşivdir.

[12] “Arjantin: ‘Kirli savaş’ dönemi subaylarına hapis cezaları.” BBC Türkçe, 07.07.2022, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-62073917.

[13] Balyan, V. “Arjantin’den Türkiye’ye annelerin mücadelesi.” AGOS Gazetesi, 11.09.2018, https://www.agos.com.tr/tr/yazi/21235/arjantinden-turkiyeye-annelerin-mucadelesi.

[14] Raimondo, F. “Overcoming Domestic Legal Impediments to the Investigation and Prosecution of Human Rights Violations: The Case of Argentina.” Human Rights Brief 18, no. 2 (2011): 15-20, https://digitalcommons.wcl.american.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1159&context=hrbrief.

[15]https://www.hrw.org/legacy/campaigns/chile98/index.htm.

[16] Tavsiyeler için yayınlarımızın ‘Sonuç ve Öneriler’ bölümlerine bakılabilir: https://hakikatadalethafiza.org/kaynak_tipi/yayinlarimiz/.

[17] Altıparmak, K. Zaman ve Aşımı: Ağır İnsan Hakları İhlallerinin Kılıfını Kaldırmak, 2016, https://ihop.org.tr/zaman-ve-asimi-agir-insan-haklari-ihlallerinin-kilifini-kaldirmak/

[18] Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ), Türkiye’nin Yargı Reformu Stratejisi ve Yargı Bağımsızlığı, https://ihop.org.tr/wp-content/uploads/2021/03/yargi-bağimsizliği.pdf.

[19] Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu, Yargı Sisteminin Bağımsızlığı – Bölüm 1: Hakimlerin Bağımsızlığı, (CDL-AD(2010)004), 2010, https://www.venice.coe.int/webforms/documents/default.aspx?pdffile=CDL-AD(2010)004-tur.

[20] BM Yargıçların ve Avukatların Bağımsızlığı Özel Raportörü’nün sayfasını incelemek için, bkz. https://www.ohchr.org/en/special-procedures/sr-independence-of-judges-and-lawyers.