Ceza hukukunda bir davanın zamanaşımına uğraması, suçun işlendiği tarihten itibaren belli bir süre geçmesiyle yargılamaya devam edilememesini ve davanın düşürülmesini ifade eder. Zamanaşımının bir norm olarak hukukta var olmasının, suç işleyenlerin makul sürede cezalandırılmasının sağlanması veya haklarında dava açılma riskinin hayatlarını uzun yıllar boyunca gölgelememesinin temini gibi makul gerekçeleri var.
İnsanlığa karşı suçlar ve/veya ağır insan hakları ihlalleri, yani genellikle devletler tarafından ya da devletler adına işlenen suçlar söz konusu olduğunda ise zamanaşımı sürelerinin bireylerin birbirine karşı işlediği suçlardan farklı ele alınması gerekir.
Peki insanlığa karşı suçlar ve ağır insan hakları ihlalleri kavramları ne anlama geliyor ve neden standart zamanaşımı değerlendirmesine istisna teşkil etmeliler?[1]
İnsanlığa karşı suçlar ve ağır insan hakları ihlalleri, insan hakları hukuku ve uluslararası ceza hukukunda çeşitli düzenlemelere konu olan, birbiriyle ilişkili ancak farklı iki kavram. En basit anlatımla denilebilir ki bütün insanlığa karşı suçlar aynı zamanda ağır insan hakkı ihlalidir, ancak bütün ağır insan hakkı ihlalleri insanlığa karşı suçun bağlamını oluşturan koşulları karşılamaz.
Ağır insan hakları ihlalleri doğası, kapsamı ve niteliği itibariyle yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığın bütünlüğünü etkileyen (fakat bunlarla da sınırlı olmayan) ihlalleri ifade eder; toplumda dehşet uyandıran köleleştirme, yasadışı infaz, zorla kaybetme, işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele gibi en ağır suçları içerir.
İnsanlığa karşı suçlar ise anılan ağır insan hakları ihlallerinin belirli bir sivil nüfusa yönelik yaygın ve/veya sistematik bir şekilde uygulandığı durumu ifade eder. Bir suçun insanlığa karşı suç olarak nitelenmesi için o suçun bir “saldırı” niyeti içermesi, bu saldırının sivil bir nüfusu hedeflemiş olması, yaygın ve/veya sistematik olması, failin suçu böyle bir saldırıdan haberdar bir şekilde gerçekleştirmiş olması gibi bir dizi koşulun gerçekleşmesi gerekir.[2]
Yasadışı ve keyfi infazlar, işkence, zorla kaybetme, soykırım, katliam, savaş suçları, cinsel şiddet, zorla yerinden etme gibi ağır insan hakkı ihlalleri, dünyanın her yerinde ağırlıkla devlet aygıtının örtülü ya da açık dahli ile işlenmiş suçlardır, bu yüzden bahse konu suçların ispatı son derece zordur ve bazen nesiller boyu bile mümkün olmayabilir.
Bu nedenledir ki olağan hukuk rejimi kapsamında makul gerekçeleri olan zamanaşımı süreleri için, olağanüstü suçlar söz konusu olduğunda bazı istisnalar öngörülmüştür ve bu istisnaların en sık referans gösterilen dayanağı ise II. Dünya Savaşı sonrası Nürnberg yargılamalarıdır.[3][4]
Dünya Savaşı sonrası Nürnberg yargılamalarında mahkeme, Nazi Almanyası döneminde işlenen insanlığa karşı suçların zamanaşımından muaf tutularak kovuşturulması gerektiğine ve sanıkların üç büyük suçtan yargılanmalarına karar vermişti. Bunlar:
O tarihten bu yana çeşitli hukuksal düzenlemelerde insanlığa karşı suçlar süreğen suçlar olarak değerlendirilir ve zamanaşımı sürelerinden mutlak bir şekilde muaf tutulurlar.
Hukuk alanında ağır insan hakkı ihlallerinin insanlığa karşı suç niteliğinde olmadığı durumlarda da aynı şekilde zamanaşımı sürelerinin ya hiç uygulanmaması ya da esnek yorumlanması gerektiği konusunda genel bir mutabakat vardır.
İnsanlığa karşı suç kavramının çıkış noktası II. Dünya Savaşı ve Nazi suç aygıtının yarattığı dehşetti. Nürnberg yargılamaları sürecindeki hukuksal tartışmalar geniş toplumsal kesimleri derinden sarsan böylesi dehşet dönemleri sonrasında hakikatin ortaya çıkması, adaletin sağlanması ve yaraların sarılmasının olağan hukuk rejimlerinde geçerli olağan kurallar ötesinde mekanizma ve yöntemler gerektirdiği düşüncesini ortaya çıkardı.
İlk olarak savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım gibi en ağır uluslararası suçlar zamanaşımı uygulamalarından muaf tutuldu. Daha sonra da diğer ağır hak ihlalleri için zamanaşımının istisnai halleri tartışıldı ve bu tartışmalar mağdurların adalet talebi ile hukuki öngörülebilirlik ilkeleri arasında bir denge gözeten yeni prensipler doğurdu.
Türkiye’nin tarafı olduğu (ve olmadığı) birçok uluslararası sözleşme ve genel hukuk kaynaklarında ağır insan hakları ihlallerine ilişkin yargılamalarda standart zamanaşımı kurallarının işletilemeyeceğine dair benzer bir yaklaşım görülür. Bunlar arasında Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Konseyi temel ilkeler ve prensipler belgelerini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Amerikalılararası İnsan Hakları Mahkemesi (AAİHM) içtihatlarını sayabiliriz.[5][6]
Uluslararası düzenlemeler ve içtihadın ortaklaştığı nokta, devletlere ağır insan hakları ihlallerini etkili şekilde soruşturma, failleri yargılama, hakikati ortaya çıkarma ve suçun tekrarını önleme gibi bir dizi ödev vermeleri. Zamanaşımı sürelerinin ancak devletin bu ödevlerini yerine getirmesi koşuluyla uygulanabileceği, aksi halde devletin zamanaşımı savunmasının ardına saklanamayacağı kabul edilir.
Zamanaşımı meselesinin nasıl ele alınması gerektiği 70’li ve 80’li yıllardaki ‘kirli savaş’lar sırasında yaşanan sistematik ve yaygın ağır insan hakları ihlallerine karşı mücadele yürüten Arjantin, Şili, Honduras, Venezüela, Bolivya, Uruguay gibi Latin Amerika ülkelerinin yüksek mahkeme kararlarında, AAİHM kararlarında ve AİHM kararlarında açıktır.
Devlet dahliyle işlenen suçlar söz konusu olduğunda, olağan bir hukuk düzeninde makul gerekçeleri olan zamanaşımı ilkesi, toplumsal barışın ihtiyaç duyduğu yüzleşmenin önünde engel teşkil eder. Devletlerin faili ya da azmettiricileri olduğu suçlar söz konusu olduğunda zamanaşımının failleri korumak için etkili bir cezasızlık aracı olarak kullanıldığı söylenebilir. Geçmişle yüzleşmek yerine geçmişin üstünü örtme politikası güden devletler, soruşturma ve kovuşturma süreçlerini uzatmak ve mağdurlar aleyhinde zorlaştırmak için pek çok müdahalede bulunmanın yanı sıra zamanaşımını da mutlak bir cezasızlık aracı olarak kullanırlar. Zamanaşımının bu şekilde araçsallaştırılmasının ne tür engeller teşkil ettiği şöyle özetlenebilir:
Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık tarihi, dini inançları, etnik kimliği ve ideolojik görüşü yüzünden hedef alınanların tarihi. 6-7 Eylül Pogromu, Maraş, Çorum, Sivas Katliamları gibi büyük ölçekli olaylar, 12 Eylül Darbesi, Kürt Meselesi bağlamında işlenmiş pek çok suç zamanaşımı süreleri nedeniyle cezasız kaldı. 1915’i de içine alarak düşünüldüğünde devralınan inkar, yüzleşmeme ve cezasızlık kültürü, devletin zamanaşımını bir cezasızlık aracı olarak kullanma alışkanlığı bu bağlamda kalıcı bir toplumsal barış ve uzlaşma inşasının önündeki en önemli bir engel.
Türkiye’de 2005 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu (TCK) o dönem için olumlu karşılanan bir düzenleme ile Madde 77’de insanlığa karşı suçun tanımını yaptı ve zamanaşımı süresinin bu suçlar için işletilemeyeceğine karar verdi.
Ancak bu düzenleme tamamen şekilsel kaldı ve mahkemeler bugüne dek Türkiye’de işlenmiş herhangi bir suçu, Madde 77’de düzenlenen “insanlığa karşı suç” kapsamında ele almadı.
Bunun sebepleri şöyle listelenebilir:
Bu tespitler doğrultusunda Türkiye’de ağır insan hakları ihlallerinin zamanaşımına uğramasının en önemli sebeplerinden birinin yargının bu suçları münferit suçlar olarak ele alışı ve ağır insan hakları ihlallerinin yaygın ve sistematik karakterini incelemiyor, uluslararası hukuksal düzenlemeleri/içtihadı dikkate almıyor oluşu olduğu söylenebilir. (Örneğin, 1990’larda OHAL bölgesinde işlenmiş suçlara ilişkin yargılamalara baktığımızda, bu dönemde binlerce insan kamu görevlileri dahliyle işkence, zorla kaybetme ve hukuk dışı infaz gibi hak ihlallerine uğramamış gibi mahkemelerin tüm bu suçları münferit suçlar olarak ele aldığını görüyoruz.)
Yargıya da uzanan devletin ağır insan hakları ihlallerindeki sorumluluğunu saklama refleksi öyle güçlü ki kontrgerilla, JİTEM ve benzeri kurumların veya hukuk dışına çıkarak ihlallere karışan kamu görevlilerinin ihlallerdeki rollerine ilişkin hiçbir etkili soruşturma yürütülemiyor. Dava dosyaları ihlallere sebep olan koşullar ve örüntüler ortaya çıkarılmadan kapatılıyor.[11]
Bağımsız araştırmacıların, akademisyenlerin ve sivil toplum kuruluşlarının belgeleme ve analiz çalışmaları planlı ve sistematik boyutu ortaya koydukları halde ağır insan hakkı ihlalleri münferit cinayetler kabul edilerek “kasten öldürme” suçunun cezası olan 20 yıllık zamanaşımına tabi tutuluyor.
Bu süre, soruşturma ve kovuşturma süreleri yasada sayılan sebeplerle kesilmiş ya da durmuşsa ½ oranında uzuyor ve 30 yıllık tavan süre sonunda uluslararası hukuka aykırı olarak dosyalar birer birer kapatılıyor.
Dünya örneklerine baktığımızda ise bambaşka bir yargı pratiği ile karşılaşıyoruz. Özellikle Latin Amerika ülkelerinde yargının yerel hukuktaki zamanaşımı engelini uluslararası hukuk ve teamül hukuku uygulayarak aştığını, darbecilere af ilan edilmiş olmasına rağmen, olaylardan uzun yıllar geçtikten sonra bile aralarında üst düzey darbecilerin de olduğu çok sayıda sorumlunun cezalandırıldığını görüyoruz.[12][13]
Arjantin örneğine baktığımızda 1976-83 arası yaşanan kirli savaş dönemi suçları için açılan davalarda darbenin lideri General Videla ve ekibinin de zamanaşımı savunması yaptığına sanıkların önce cezalandırıldığına, sonra çıkarılan af yasasıyla affedildiğine tanık oluyoruz.
Ancak Plaza de Mayo Anneleri ve CELS (Hukuki ve Sosyal Çalışmalar Merkezi) isimli insan hakları kuruluşlarının yürüttüğü muazzam hukuk mücadelesi sonunda Arjantin Yüksek Mahkemesi insanlığa karşı suçların tüm zamanlarda tüm toplumlarda yasaklanan eylemlere dair ius cogens/buyruk kurallar olduğuna, bu suçlar bakımından sıradan suçlar için geçerli zamanaşımı kurallarının işletilemeyeceğine ve devletin zamanaşımı kurallarının ardına sığınarak sorumluları cezalandırmaktan imtina edemeyeceğine ve af ilan edilemeyeceğine karar verdi. Videla ve arkadaşları zamanaşımı savunması dikkate alınmadan cezalandırıldı.[14]
Aynı şekilde Şili’de 1973 yılında Allende’nin de devrildiği askeri darbe döneminde yoğun insanlığa karşı suçlar işlenmesine yol açan General Pinochet de olaylardan 25 yıl sonra İngiltere’de tutuklandığında zamanaşımı ve dokunulmazlık savunması yaptı. Şili’de Yüksek Mahkemesi diktatörün senatörlük üzerinden kazandığı ömür boyu dokunulmazlığı kaldırarak yargılanmasına karar verdi, zamanaşımı savunmasını da dikkate almadı. İngiltere tarafından sağlık sorunları nedeniyle tutukluluğu kaldırılarak Şili’ye iade edilen Pinochet 300’den fazla suçlama kapsamında yargılaması devam ederken ev hapsindeyken öldü.[15]
Hem Arjantin hem Şili’de emir komuta zinciri içinde yer alan pek çok üst ve orta düzey asker hakkında da sonraki yıllarda binlerce dava açıldı, ceza verildi. Bazı yargılamalar hala devam ediyor.
Türkiye’de baktığımızda ise 12 Eylül darbecilerinin sadece hayatta kalan iki üyesi Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın referandum sonrası 2012 yılında açılan davada yargılandığını görüyoruz. Evren ve Şahinkaya yargılamada önce müebbet hapis cezası aldı ancak daha sonra zamanaşımı nedeniyle davaları düşürüldü. Yargılama kesinleşmeden evvel ikisi de yaşamını kaybetti, böylece açılan tek dava da cezasızlıkla sonuçlanmış oldu. Emir komuta zinciri içinde yer alan ve insanlığa karşı suçlara yol açanlar hakkında başka hiçbir dava açılmadı. Aynı şekilde 90’lı yıllarda işlenen insanlığa karşı suçlarla ilgili olarak açılan ve yukarıda bahsedilen bütün davalar dünya örneklerinin tersine cezasızlıkla sonuçlandı.
Aralarında Hafıza Merkezi’nin de bulunduğu insan hakları kurumları, alanda çalışan akademisyenler ve hak savunucuları dünyada ve Türkiye’de ağır insan hakları ihlalleriyle yüzleşmek, zamanaşımı ve cezasızlık sorununu ortadan kaldırmak için çeşitli tavsiyede bulunuyor. Aynı zamanda yasal düzenlemelerde de devletlere yüklenen ödevler sıralanıyor. [16][17]
Ağır insan hakları ihlallerinin etkili bir şekilde soruşturulması, hakikatin ortaya çıkarılması, mağrurlar için giderim ve onarım programları oluşturulması, suç işleyen devlet görevlilerinin cezalandırılması ve tekrarın önlenmesi bu tavsiyelerin en önemlilerinden bazıları.
Zamanaşımı sürelerinin uluslararası hukuka uygun olarak düzenlenmesi, kaldırılması veya uzatılması da aynı şekilde önemli tavsiyeler arasında. Çünkü suç işleyenlerin cezasız kalmasını önlemek, mağdurların adalet arayışını desteklemek ve insan hakları ihlallerinin soruşturulmasını ve yargılanmasını mümkün kılmak devletlerin en temel sorumluluğu.
Dünyada birçok ülke, ağır insan hakları ihlalleri ile ilgili hakikatleri ortaya çıkarmak için araştırma komisyonları kurulmasını önermektedir. Bu tür mekanizmalar, zamanaşımı sürelerinin dolmasına rağmen, ihlaller ile ilgili hakikatleri belirleyebilir, sorumluları tespit edebilir ve adaletin sağlanmasına katkıda bulunabilir.
Kurumsal reformlar yapılması, ağır insan hakları ihlalleri ve insanlığa karşı suçlarla ilgili yasal boşlukların doldurulması da son derece önemlidir. Bu bağlamda Türkiye’de zorla kaybetme suçu yasada insanlığa karşı suç kapsamına alınmalı,geçmişte işlenen insanlığa karşı suçlarla ilgili uluslararası standartlara uygun zamanaşımı düzenlemeleri yapılmalı, özetle, tüm kanuni düzenlemeler cezasızlığı ve suçların tekrarını önleyecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.[18]
Cezasızlığın en önemli sebeplerinden birinin yargının mağdurları değil ihlallere karışan kamu görevlileri koruyan tutumu olduğu dikkate alınarak yargının hak ve özgürlüklerden yana bir pratik geliştirmesini sağlayacak her türlü yasal ve uygulama önlemleri alınmalıdır. BM ve Avrupa Konseyi’nin yargı ile ilgili organları bu bağlamda yargıya bağımsızlık ve tarafsızlık sağlayan düzenlemelere özel olarak işaret etmekte, insan hakları eğitimi ve farkındalık çalışmalarının önemini vurgulamaktadır.[19][20]
[1] Bu metin, okuyucunun karmaşık hukuki tartışmaları ve terminolojiyi takip etmesini kolaylaştırmak adına basitleştirerek hazırlanmıştır. Konuya dair daha ayrıntılı bilgi ve analizler için Hafıza Merkezi’nin önceki çalışmalarına ve yayınlarına bakılabilir: https://hakikatadalethafiza.org/kaynak_tipi/yayinlarimiz/.
[2] “İnsanlığa karşı suçlar” tanımının teknik sınırları için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 1998 yılında imzalanıp 2002 yılında yürürlüğe giren kurucu belgesi Roma Statüsü Madde 7 referans alınabilir: https://www.icc-cpi.int/sites/default/files/RS-Eng.pdf.
[3] Alpkaya, G., Ataktürk Sevimli, E. Ballıktaş Bingöllü, B., Çiftçioğlu K., Gebeş, M., Yavan, D. Dava İzleme: Duruşma Salonunda Devlet ve Yurttaş, 2017, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/dava-izleme-durusma-salonunda-devlet-ve-yurttas/.
[4] Sevdiren, Ö. Türkiye’nin Cezasızlık Mevzuatı, 2015, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/turkiyenin-cezasizlik-mevzuati/.
[5] Çalı, B. “Ağır İnsan Hakları İhlallerinde Zamanaşımı: Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme.” Amicus Curiae Görüşü, 2017, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/amicus-curiae-gorusu-agir-insan-haklari-ihlallerinde-zamanasimi-karsilastirmali-bir-degerlendirme/.
[6] Doğru, O., Dinçer, H. “Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru ve Zorla Kaybetmeler.” Amicus Curiae Görüşü, 2017, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/amicus-curiae-gorusu-anayasa-mahkemesine-bireysel-basvuru-ve-zorla-kaybetmeler/.
[7] Alpkaya, G., Altıntaş, İ., Ataktürk Sevimli, E., Sevdiren, Ö., Zorla Kaybetmeler ve Yargının Tutumu, 2013. https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/zorla-kaybetmeler-ve-yarginin-tutumu/.
[8] Göral, Ö.S., Işık, A., Kaya, Ö. Konuşulmayan Gerçek: Zorla Kaybetmeler, 2014, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/konusulmayan-gercek-zorla-kaybetmeler/.
[9] Ataktürk Sevimli, E., Gebeş, M., Kılıç, E., Zeren, G., Zıngıl, Ö., 1990’lı Yıllardaki Ağır İnsan Hakları İhlallerinde Cezasızlık Sorunu: Kovuşturma Süreci, 2021, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/1990li-yillardaki-agir-insan-haklari-ihlallerinde-cezasizlik-sorunu-kovusturma-sureci/.
[10] European Center for Constitutional and Human Rights, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, “Zorla Kaybetmeler Hakkında Amicus Curiae Raporu,” 2016, https://hakikatadalethafiza.org/kaynak/zorla-kaybetmeler-hakkinda-amicus-curiae-raporu/.
[11] Davalara dair detaylı bilgiye, arka plan bilgisine, yayınlanan haberlere ve duruşma izleme raporlarına ve davaların seyrini anlatan zaman çizelgelerine https://www.failibelli.org/ adresinden ulaşılabilir.
Faili Belli, Türkiye’nin yakın geçmişindeki ağır insan hakları ihlallerine karıştığı iddia edilen devlet görevlilerinin yargılandığı davaları izleyerek, yargısal pratiği mercek altına alan, izleme çalışmasının çıktılarının yayınlandığı, Hafıza Merkezi’nin hukuk alanındaki çalışmalarının bir ürünü olan dijital bir arşivdir.
[12] “Arjantin: ‘Kirli savaş’ dönemi subaylarına hapis cezaları.” BBC Türkçe, 07.07.2022, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-62073917.
[13] Balyan, V. “Arjantin’den Türkiye’ye annelerin mücadelesi.” AGOS Gazetesi, 11.09.2018, https://www.agos.com.tr/tr/yazi/21235/arjantinden-turkiyeye-annelerin-mucadelesi.
[14] Raimondo, F. “Overcoming Domestic Legal Impediments to the Investigation and Prosecution of Human Rights Violations: The Case of Argentina.” Human Rights Brief 18, no. 2 (2011): 15-20, https://digitalcommons.wcl.american.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1159&context=hrbrief.
[15]https://www.hrw.org/legacy/campaigns/chile98/index.htm.
[16] Tavsiyeler için yayınlarımızın ‘Sonuç ve Öneriler’ bölümlerine bakılabilir: https://hakikatadalethafiza.org/kaynak_tipi/yayinlarimiz/.
[17] Altıparmak, K. Zaman ve Aşımı: Ağır İnsan Hakları İhlallerinin Kılıfını Kaldırmak, 2016, https://ihop.org.tr/zaman-ve-asimi-agir-insan-haklari-ihlallerinin-kilifini-kaldirmak/
[18] Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ), Türkiye’nin Yargı Reformu Stratejisi ve Yargı Bağımsızlığı, https://ihop.org.tr/wp-content/uploads/2021/03/yargi-bağimsizliği.pdf.
[19] Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu, Yargı Sisteminin Bağımsızlığı – Bölüm 1: Hakimlerin Bağımsızlığı, (CDL-AD(2010)004), 2010, https://www.venice.coe.int/webforms/documents/default.aspx?pdffile=CDL-AD(2010)004-tur.
[20] BM Yargıçların ve Avukatların Bağımsızlığı Özel Raportörü’nün sayfasını incelemek için, bkz. https://www.ohchr.org/en/special-procedures/sr-independence-of-judges-and-lawyers.